bildirgec.org

hayranlık hakkında tüm yazılar

Méxicon, Rüzgar ve Cansu…

astral | 15 March 2010 15:26

Unutulmaz deli bir akşam…

KARŞILAŞMA, SÜRPRİZ VE KARAR

Eve gitmek üzereydi. Metrodaydı, elinde defterler vardı ve yorgundu da. Tam o sırada Cansu diye seslendi biri, tanıdık bir sesti. Hem nasıl tanıdık, kankisi ve sırlarını paylaştığı yegane insan; Özgür.
Boynuna sarıldı Cansu Özgür’ün. ‘Hey nasılsın bebeğim?’

‘Bize gidiyoruz, gelsene.’
Özgür’ün yanında Sezgin adında bir arkadaşı daha vardı. Zaten çocukluktan tanıştıkları için Cansu onu da iyi tanıyordu.

‘Rezilsiniz üstadım. Kendime kalamayacağım sizin yüzünüzden. Dost musunuz düşman mı?’ o sırada işgüzar Özgür, arkadaşının neye tav olacağını gayet iyi bildiğinden, Cansu’nun kulağına eğildi ve ‘O da gelecek…’ dedi.

‘Anladığım kişiden mi bahsediyorsun?’ diye bakarak Cansu, ‘O?’ diye sordu.
‘Rüzgar işte, bu akşam bizde, Méxicon oynayacakmışız hem de. Artık ben gerisini sana bırakayım.’

‘Adisiniz dostum, karar verilmiştir, geliyorum!’

Etrafı sıcak basmıştı. Cansu’nun aniden eli ayağına dolaştı.
– Özgür saçım nasıl? Ay, bilsem üzerime daha hoş bir şey giyerdim. Özgür böyle birşeyi sen bana nasıl daha önceden söylemezsin!’
– Şekerim daha yeni belli oldu. Plan yapmamıştık.

Yutkundu. Su yoktu. Rüzgar vardı, gelecekti; gözlerini tekrar görecekti. O eşsiz ses tonuyla konuşacak ve o bilmese de günlerce onu düşünecek ve belki düşleyecekti…

-‘Cansu daldın tatlım…’ lafıyla kendine geldi Cansu
-Normal değil mi, Özgür’üm. Var ya, kanında itlik var senin, o bebenin sana haber verdiği an bana haber vermen gerekmiyor muydu?

diyerek karnına yumruk atmaya başladı Cansu etrafta, metroda milyon insan olduğuna aldırmadan.

CANSU VE ÖZGÜR; YILLARIN HUZURU…

İkisi bir araya geldiklerinde alem olurlardı. Cansu’nun belki yarısıydı Özgür. Kardeşi ona bu kadar yakın mıydı acaba? Cansu’nun babası bir tek Özgür’le dışarıda kalmasına izin verirdi, o da her zaman değil elbette. Özgür’le aynı yatakta dahi yatmışlardı ama yok öyle bir şey. Sarılıp uyumuşlardı, kardeş gibi, hiç birbirlerinden çekinmezlerdi. Çünkü bilirlerdi ikisi de birbirini o gözle görmüyordu.

Dedim ya, kardeş olsalar bu kadar olmazdı. Özgür kız arkadaşlarınla dertlerini anlatırdı Cansu’ya, Cansu’da yıllarca beynini patlatmıştı Muzaffer şunu dedi, sence ne demek istedi diye. Özgür sıkılsa da yorum yapardı, sıkıldım demezdi.

Özgür balık familyalarını saatlerce anlatabilme kapasitesine sahip şahsına münhasır kişilik olarak, bunu saatlerce değil günlerce de anlatabilirdi. Zaten balık familyası muhabbetinin tam ortasında konuya şahit olanlar, Cansu’nun sabrına ve Özgür’ün bunca ayrıntıyı ailesinden çok çok daha önemli bir mevzu gibi anlatmasını görür görmez; bu duruma katlanamayacaklarını hissedip, ortadan tüğüyorlardı. Sorun yok, Cansu da Özgür de mutluydu.

Bir de çok deli dans ederlerdi mekanlarda. Sene 1996. Saklıkent. Bulutsuzluk konseri. Muhteşem bir gece. Tıktıklım ortalık. Bulutsuzluk’un konseri bitmiş ama millet o denli keyifli ki; mekandan ayrılanı bırak, deli gibi dans ediyorlardı. Özgür tuttu Cansu’nun elinden, çekti piste. O zamanların Saklıkent’i şimdininkine bin basardı. Dans etmeye başladılar. Latin çalıyordu. Onlarca onlarca insan dans ederken, teker teker bırakıverdiler dans etmeyi ve Cansu ve Özgür’ün muhteşem dansını seyre koyuluverdiler.

Onlarınki çok hoş bir arkadaşlıktı… Rahatlık, güven ve olabildiğince tabuların olmadığı yerlerde teneffüs ediyorlardı. Gelelim ünlü akşama, Rüzgar gelecek ya. Davetli listesi yapmış bizim şerefsizler kaşla göz arasında diye geçirdi içinden Cansu…

Mezeler alınmış, ev hazırlanmış; anneye haber verilmiş. Cansu o an hayatının en güzel akşamına doğru yol aldığını elbette bilmiyordu.

Méxicon BAMBAŞKA BİR OYUN, SİZİ OYUNA GETİREBİLİR…

STRES

teacher07 | 17 April 2008 17:12

Heyecanlı mısınız… İşe fazla odaklanır mısınız… Her şeyin mükemmel olmasını mı istersiniz… Aceleci misiniz… Sık öfkelenir misiniz… Saldırgan mısınız… Hızlı ve coşkulu konuşur, karşınızdakinin sözünü keser misiniz… Cümle aralarında derin derin nefes alır mısınız…Yürüyecek yerde koşar mısınız.. Birkaç işe birden girişir misiniz… Sürekli zamandan şikayetçi misiniz… Sabırsız mısınız… Yardıma gerek duyduğunuzda sormaktan kaçınır mısınız… Başkalarının hayranlığını kazanmak, size saygı duyulmasını ister misiniz… Başkalarını sürekli eleştirir misiniz… Sıklıkla gergin misiniz… Kendinizi geçinilmesi zor bir kişi olarak tanımlar mısınız… Dinlenmeye ayırdığınız zamanda, boş oturduğunuz zamanda suçluluk duyar mısınız… Kendinize çok sorumluluk yükler misiniz…

Sayılanların çoğunluğu sizde varsa, siz streslisiniz.

HOKKABAZ

EUQON | 07 September 2007 10:28

Şol sefer-ü hayatta inatlan oldum bâlâpervâz. Her türlü zevk-ü-sefaya ederken cevâz, bazı hukuku haliyle eyledim iğmâz. Bir çeşm-i zebercedi göründü uzaktan, ben mest iken bilâpervâz. Ol bakışlar dilnüvaz, tebessümü dilgüdâz. Her yanı künûz, yekparesi eazz. Yüz çevirip lütfeder mi bir nigah, bendeniz bînamaz, hab-u iltizâz…

Geçip gidecek, nihan olacak cângüdâz. Şecaât ettim, dikildim önüne bendeniz gerdenferâz, dükülüverdi kelimeler bedâvâz.

Dedim “Dilber aceb çok acıtmış mıdır sen düşende cennetten? Ne ola bu lütfa ivaz?”

hastasıyım

| 18 May 2007 12:48

hafife bir türlü tam ısınamadım. her gün açık, ancak yorum yazmak zor geliyor. hafifte hastası olduğum takip ettiğim üç kadın var. onlarla ilgili yazmak istiyorum.

1. Zez: Hastasıyım. Bütün kavgalarda onun cinsiyetine laf edilse bile, pes etmeyip aynı tekmeleri vurabildiği için. kızgınlığını unutup hemen af ettiği için, kirpikleri için. neler neler söylendi, kavgadan korkup kaçmadan cesurca kendini savundu.

2- Nevdalist: Hastasıyım. Kendine güveni için. hatasını kabul etme cesaretini gösterdiği için, dolduruşlarıma hemen geldiği için. hayal dünyamı süslediği için. kurduğu güzel edebi cümleler için.

Stockholm Sendromu

nevdalist | 10 May 2007 14:10

Dün akşam Avrupa Yakası’nı izlerken Stockholm Sendromu diye bir kelime duydum. Atmasyona bak diye düşünürken bir baktım, böyle bir şey gerçekten var.

Giriş olarak özetlersek bu sendrom sizi esaret altına alan kişiye karşı duyulan hayranlıktır. Aynı zamanda köle efendi diyalektiği diyebiliriz. Öyle ya, Hegel’e göre güçlerin eşit olmadığı her ilişki efendi köle ilişkisine döner. Cümleyi böyle yazınca çok güzel bir anlam çıkıyor, ama işin aslı öyle değil. Susan Sarandon’un başrolde olduğu bir film ve Muse grubunun bir şarkısı var. Ayrıca sendrom özel bir bozukluğu ifade eden, tanıyı kolaylaştıran belirti ve bulguların tümü demektir.

engin günaydın olmak ..

cebrailiye | 13 April 2006 15:50

yaşamı tiye alıyormuş gibi görünenler canımı ne kadar çok sıkıyor hattâ ruhumu daraltıyorsa ; ciddiye alanları gördükçe gençleştiğimi düşünüyorum ( burada kastım gerçekten tiye alanlar değil, doğru okumadan yanlış anlaşılmaya kurban gitmeyelim ) , onlardan öğreneceğim o kadar çok şey var ki..
engin günaydın bu konuda verebileceğim en iyi örnek gibi geldi bir anda ve yazdım. oynadığı rollerde ne kadar beğenimi kazanıyor ve saygıyı hak ediyorsa, sokakta karşılaşsak sanki önümü de iliklerim gibime geliyor.yâni onun oyunculuğu, izleyiciye ”enseye tokat, ….” hissini vermiyor. son zamanlarda işini bu kadar ciddiye alan birine (sanat dünyasında) , rastlamışlığım yok.
türünün her alanda çoğalmasını diliyorum.
…………………………………….
ve evet tanrım son sözlerim sana olacak :
– şu para çıkacaksa çıksın artık piyangodan ! bak 37’ye girdim bugün, şansım giderek azalıyor. kötü bi’ niyetim yok , sinema ve tiyatroya yatırım yapacağım söz. ha bir de medyada doğan grubuna rakip olacağım. ha unutmadan , birkaç opera ve konser salonu kuracağım. bildirgeç için de ne gerekiyorsa artık ( fazla masraf istemez herhâlde)..

düş gezgini

cebrailiye | 02 March 2006 02:59

leonardo solaas nefis bir çalışmaya imza atmış. düşünü söylüyorsun ve sanırım sabahı ediyorsun. beklemeye dayanamadım,yoksa bak bak bitmez… ben bu işlerden anlamam yâni bunların hangi teknolojiyle yapıldıklarından falan,bilenler bilmeyenlere de anlatırsa sevinirim.