bildirgec.org

hayat hakkında tüm yazılar

Nasıl öldüler–2

nazokiraze | 03 September 2010 10:20

Hollywood’un en ünlü dansçı ve oyuncularından Fred Astaire zatürre sebebiyle hayatını kaybetti. Ben-Hur filminin efsanevi aktörü Charlton Heston’un , Charles Bronson’un ve Ava Gardner’in ölüm sebebi de aynı hastalık olarak açıklandı ( Heston prostat kanseri tedavisi de görmekteydi)

Gelmiş geçmiş en iyi kovboy olarak bilinen John Wayne mide kanserinden hayatını kaybetti, kanserden ölen diğer oyuncular : Paul Newman,Patrick Swayze,Robert Mitchum,Lana Turner, Gary Cooper, Bette Davis, Farrah Fawcett,Audrey Hepburn, Steve McQueen, Dean Martin,Yul Brynner, Efkan Efekan, Orçun Sonat, Hayati Hamzaoğlu, Yaman Okay, Tanju Korel, Ingrid Bergman, James Whitmore, Bea Arthur (Altın Kızlar’ daki Dorothy)

Yolun Açık Olsun Birtanem…

firatocal | 02 September 2010 14:20

Bana çektirdiğin tüm acılar için şükranlarımı sunuyorum sana ey sevgili… Bende açtığın her yara , hayat bataklığı içinde çırpınan çaresizliğimi bana daha iyi anlattı… Kendime olan körlüğümü , yalancılığımı ve yabancılığımı bir kere daha fark etmemi sağladı…

Sonsuz kere teşekkürler sana , bütün dünyamı yıktığın , kalbimi per perişan bir viraneye dönüştürdüğün için… Gözyaşlarıma hiçbir zaman acımaman ne kadar doğru kararlarmış her defasında… Tüm erkekler hiçbir zaman büyüyemeyecek çocuklardı senin için… Issız terk edilmiş oyun parklarındaki hayat boyu yapayalnız kalmayı hak eden sahipsiz ruhlardı onlar… Ne de haklıydın bıçak kadar keskin ve soğuk sözlerinde bir tanem…

Canın ne zaman yansa, o güne kadar yaşadığımız bütün güzel şeyleri tutuşturuverirdin tafralı basit bir tartışmanın cılız ateşiyle… Ve geçip karşısına zevkle seyrederdin üzerlerine tir tir titrediğim anılarımın yavaş yavaş çığlıklar içinde yanışlarını… Kendimi yeniden ve daha açık anlamamı sağladığın için , yaşadıklarımdan çok daha öğretici olan ortak günahlarımız için müteşekkirim sana…

Sana kızamıyorum… Senden nefret edemiyorum… Çünkü ruhumu ve bedenimi paramparça eden sözlerin ve hareketlerin , karanlığa gömülü ve hiçbir zaman girmeye cesaret edemediğim derinliklerimi keşfetmeme yaradı…

Rahat olun , gerilmeyin… Hepsi bu…

firatocal | 31 August 2010 14:51

Yoksunluktan boğulan hayatlarımızla böbürlenirken , yoksulluktan tiksinerek yaşıyoruz… Bayağı , sersefil sohbetleri en entellektüel ahkamlarla bir tutarken , köşebaşındaki dilencinin önünden bir cüzzamlıdan kaçar gibi geçiyoruz…

Kredi kartları altında ezilen hayatlarımızı umursamazken , herşeyin bizim için yaratılmış olduğunu düşünürcesine kazanmadan ve hakketmeden fütursuzca yaşıyoruz…

Kimiz biz??? Niçin geldik dünyaya??? Hayatta olmanın bir anlamı kalıyormu şu yaşadıklarımızla??? Bir gün gelip de bu dünyadan ellerimiz bomboş ayrılabileceğimiz gerçeğini hiç düşünüyormuyuz???

Sanmıyorum… Artık bunu umursadığımızı da düşünmüyorum … Din , mezhep değil konum … Hayat dersi vermeye kalkışmak ise hiç değil… Kimseyi imana ve teslimiyete davet etmeyeceğim… Rahat olun lütfen… Koltuklarınıza keyifle kurulmaya devam edebilirsiniz… Şuan için hiçbir tehlike yok… Söylemeye çalıştığım da o zaten…,

AYN RAND’IN BAHANESİ

il mare | 31 August 2010 09:18

Bahanelerden ibaret olduğumuzu söylüyor Ayn Rand.Kabul etmek istemediklerimizi bahaneler aracılığıyla kabul edilebilir hale getirmeye çalıştığımızı,kendimizi kandırıp kendimize göre realiteler yarattığımızı…

Haklı,fakat belirsiz,anlamsız bir dünyanın içindeyken ve asıl anlamı ortaya çıkaracak ölüm niyetine bir yaşama bahanesinin içindeyken biz, bu bahanelerin alt kümeleri diğer tüm küçük bahaneler eleştirilmek için fazla masum değil mi?

Misal;
Uzun bir süreliğine başka bir ülkeye gideceksin,istediğin zaman dokunamayacak kadar uzak olacaksın sevdiklerine.Biliyorsun ki onların yanında olmak her ölümü korkusuz kılar, fakat ellerini bıraktığın vakit, birlikte ölmekten çekinmeyeceğin insanların ölüm korkuları sarar dört bir yanını. Gidersin gene de ama,caymazsın,istiyorsundur çünkü.Ya sen yokken onlara bir şey olursa,ülkende beklenen yüksek şiddetli bir deprem mesela,ilan edilmiyor mu peşinen avaz avaz? Ama ne yapıyorsun,kulaklarını tıkama bahaneni kullanıyorsun.Sanki ölüm yokmuş,ne kadar uzağa gitsen de onlara hep yakınmışsın gibi düşünmeye odaklanıyorsun. Ölümü inkar etmek için,kendine bir realite oluşturuyorsun, İhtimallerin hepsini doğduklarına pişman ediyor,hepsini feci şekilde azarlıyorsun. Bir bilgisayar oyunundaymışsın gibi, içindeki çukurlardan çıkan biçimsiz canavarların kafalarına,daha belirmelerine izin vermeden elindeki balyozla sağlam darbeler indiriyorsun. Game,başarısızca overlandığı zaman da kadere sığınıyor,alışılır diyorsun,insanım diyorsun. İnsan olma bahanesini kalbine kan diye pompalıyorsun.

La vita è bella (Hayat Güzeldir)-1997

| 23 August 2010 13:10

Hayat Güzeldir, Roberto Benigni‘nin yazdığı, yönettiği ve başrolünde olduğu bir romantik-dram filmi. 1997 yapımlı filmin diğer rollerinde Nicoletta Braschi ve Giorgio Cantarini bulunuyor. IMDb’nin Top250‘sinde 75.sırada olan yapım, Bafta, Cannes, Ceaser, Goya, Akademi ve David di Donatello gibi bir sürü ödül töreninden ödülleri kapmayı başarmıştı. Akademi’den “Yabancı Dilde En İyi Film”, “En İyi Erkek Oyuncu” ve “En İyi Müzik” ödüllerini almıştı. American History X‘te unutulmaz bir performans sergileyen Edward Norton ve “Saving Private Ryan” filmiyle Tom Hanks; Robert Benigni, Nick Nolte ve Ian MacKellen ile beraber “erkek oyuncu” dalında aday olduklarını hatırlatmak isterim. Benigni bu kadar güçlü aday arasından ödülü alabilmişti.

Filme gelirsek… 2.Dünya Savaşı zamanları-İtalya’dayız. Guido bir resturantta garson olarak çalışan hiperaktif, eğlenceli, sevgi dolu ve komik birisidir. Bir gün şans eseri hayatının kadınıyla karşılaşır. O gün ona aşık olur ve sürekli onu tavlamaya çalışır. Nitekim de başarır. Çok geçmeden evlenip bir çocuk sahibi olurlar. Birlikte güzel bir 5-6 yıl geçiren aile, apar topar toplama kampına götürülür. Guido’nun artık yapması gereken tek bir şey vardır: Oğlu Joshua’nın bu yerin gerçek yüzünü öğrenmemesini sağlamak… Bundan sonra oğlu için komik ve zekice olduğu kadar dramatik bir oyun oluşturmaya başlar.

SEVGİLİ HAYAT

oyuncuhandan | 20 August 2010 20:17

Sevgili Hayat;
Bazen içimin çürüdüğünü hissediyorum. Eskimişim, küflenmişimde kimse tenezzül edipte çöpe atmamış gibi geliyor. O kadar değersizim. Sanki içimden çıkacak korkunç bir yaratık herşeyi parçalayacakmış gibi geliyor.

Duruyorum. Öylece bekliyorum. Kalbimi dinliyorum, burdayım. Elimi, kolumu, bacağımı hissetmeye başlıyorum. Kaybettiğim herşeyi geri kazanıyorum o an. Onurumu, gururumu, sevgimi.

Sevdiğim çiçeği düşünüyorum. O güzel gözlerini bu çiçeğin tam ortasına yerleştiriyorum. İçi dışı hainlik olan biri bu kadar güzel olabilr mi? Oluyor. Düşündükçe, olduğundan daha güzel oluyor. Yeşil gözleri çakmak çakmak çiçeği alevlendiriyor. Bir renk cümbüşü ki sorma gitsin. Hayatımın en büyük boşluğuna sebep olan adam en dolu yanım oluyor. Yapılacak hiçbir şey yok, kalbim hala seviyor. Benim değilmiş gibi, benden değilmiş gibi, çarpışma halinde, taaruzda; seviyor.

MAWİŞ’E

il mare | 17 August 2010 13:03

Bir arkadaşım var;
Kulakları duymaz dili lal.
Gözleri okyanus mavisi,hep diri .
Doğduğunda kulağına Gül diye fısıldamışlar, o gün bugündür hep gülüyor.
Ben hiç o kadar gülmedim.
Üç senedir yazdan yaza görüşmelerimizle sıkı bir bağ kurduk kendisiyle.

Ailesi de kendisi gibi, nasıl sıcaklar.Her sohbete giriştiğimde onlarla, çıplak ayaklarımı değdiremediğim uzak toprakları önüme seriyor gibiler,arınıyorum ruhumun gürültüsünden,yapaylıklarla boyanmış hücrelerinden.Kutsanıyorum.
Çizgilerine her daldığımda, bana umut vaad ediyorlar;sınırlarımı epeyce aşan,yıldızların çok ötesinde bir yerlerde.Rahatlıyorum.
İç dünyam basitleşiyor çok zor anladığım şiveleriyle; suratlarına doğru eğiliyorum biraz,sözcüklerin fışkırılışına yakından tanık oluyorum,nefeslerinin toprak kokusuna,en çok da sevgi dolu gözlerine.Anlamasam bile anlıyorum sonra.Birini anlamak için dilin en gereksiz kavram olduğunu anlıyorum,gerçek bir anlamanın bugüne kadar hiç anlamadığım bir şeylerden ibaret olduğuna kanaat getiriyorum.

haftalık 2

nazokiraze | 17 August 2010 08:11

Her pazartesi yazmayı bundan kelli kendime görev bildigim haftalık yazılarımdan biriyle daha karşınızdayım sayın okuyucu .

14 Ağustos’da kızımın doğumgününü kutladık, Ramazan sebebiyle sadece aile arasında iftar sonra dondurmalı pasta ve kızımın yaptığı ikinci kek olan kakaolu kek ile kutladık.15 Ağustos’ta farklı değildi, bugün de benim doğumgünüm olsun diyen arsız oğlum için de aynı pastadan alıp yollara düştük.

Küçükçekmece Belediyesi tarafından Cennet Kültür ve Sanat Merkezi’nde açılışı yapılan sergi 15 Eylüle kadar açık olacak.Sergide ebru, hat ve tezkip sanatı çalışmaları yer alıyor.

Kader , Check up ve Fasulyeden Hayatlarımız… ( 2 )

firatocal | 10 August 2010 12:42

uzun lafın kısası… chek up mühim konu bence… ablama katılmıyorum… ocağın altını kısmak , yada düdük öttüğünde ocağın altını kapatmak benim yaptığım… dedim ya garanticiyim biraz… elimden gelen ancak bunlar… bu arada zeytin yağlı bol domatesli sulu sulu ekmek bana bana yenecek fasulye ne giderdi şimdi… bir de yanında kuru soğan…

yaşamlarımızda böyle birşey… yaptıklarımız onları lezzetli kılmak için çırpınışların ötesine geçmiyor… daha doğru bir ifadeyle ne kadar yırtınsak da geç(e)miyor… kader denilen şeyde sonuçta bir şekilde bir şeylere yeniden ve yeniden acıkacak olmamız…

son noktayı yaşadığımız her anı sanki son dakikalarımızmışçasına yaşarak geçirmemiz gerektiği düşüncesinde koyarak bitiriyorum egeye karşı akşam sahil sefamda… son bir kere daha denize girerek sahip olduğum tüm güzellikler adına Tanrı ‘ ma şükrederek gidiyorum kaderim olan beni mutlu mesut ve bahtiyar eden ailemin yanına…

yürüken Peygamber efendimizin ” sanki yarın ölecekmiş gibi öbür dünya ve sonsuza dek yaşayacakmış gibi bu dünya için yaşa ” sözünü hatırlayarak iç geçiriyorum… ilk kısmını pek takmadan ne de güzel beceriyoruz ikinci kısmı…