bildirgec.org

gitmek hakkında tüm yazılar

Chocolat – Aşk çikolatayla karışırsa…

| 10 October 2007 10:28

İnsanın hayatında birkaç şarkı, birkaç şiir, birkaç film vardır…Beynine kazınan…
“Chocolat – Çikolata” filmi benim için bunlardan biri oldu izlediğim günden beri.
Hayır hayır! Johnny Depp oynuyor ve hatta muhteşem uzun kumral saçlarıyla inanılmaz yakışıklı falan diye değil:) Ya da Juliette Binoche hem kendi güzelliği hem de yaptığı çikolataların güzelliği ile büyülüyor diye de değil…Filmde bambaşka bir şeyler var beni bu dünyadan bir süreliğine de olsa alıp götüren…
Bu filmi ilk “hocam”la izledim, sinemada…Hocam derken, eski ev arkadaşım ve benim kadar ruh hali değişken bir deli kadından bahsediyorum. Biz sadece bir film izleyeceğiz sanarak gittik sinemaya, aldık biletlerimizi, yerleştik bir güzel koltuklara…Ne olduysa o 117 dakika içinde oldu…Bunca yıl sonra hala birbirimize “Ne filmdir ama ya!” dedirten filmi izleyip, arızaya bağlamış bir modda çıktık sinemadan. (hala da toparlandığımız söylenemez).
Film bir anne ile kızın öyküsü. Çikolata kaplı bir öykü bu…Anne, kendi annesiyle de aynı serüveni yaşayarak büyümüş. Kızıyla beraber bunu sürdürmek amacıyla kasaba kasaba geziyor. Kuzey rüzgarları onlara “gitme vakti” dediğinde toplayıp bavullarını başka bir yere gidiyorlar…
Filmde geldikleri kasaba tutucu denilecek kadar dindar bir kasaba…Korkunç bir belediye başkanı ve iletişim kurulması neredeyse imkansız insanlar…Juliette işi biliyor ama…Kendinden emin, sunuyor çikolatalarını…Birkaç cesur insan dışında ilk başlarda kimseyle dostluk kuramasa da yenilgiyi kabul etmiyor.
Savaşının en alevli yerinde bir tekne yanaşıyor kasabaya…Johnny Depp…Ben bu noktada objektif olamayacağım Nasıl bir sahnedir, nasıl bir adamdır, siz izleyin, siz değerlendirin diyorum.
Aralarında “dostluk” adı altında başlayan aşk filmin ikinci yarısına renk katıyor…
Filmi ve sonunu anlatmayacağım. Lütfen izleyin. Kolaylıkla bulabileceğinize eminim.
Ben bu yazıyı filmi anlatmak için yazmıyorum aslında…Bu filmi her izlediğimde bir küçük bavul toplayıp “gitmek” isteğini çok güçlü hissettiğim için yazıyorum…Kuzey rüzgarına bırakıp kendimi, gitmek…Bilmediğim bir yere yerleşip, orada tanımadığım insanların içine girmek. Her biri ayrı bir hikaye olan hayatlar görmek, yaşamak, tanımak..Ve sonra tekrar “gitmek”…
İmkansız diye bir şey yoktur…Buna inandırıyor kendimi ve bir gün belki diyorum…
Belki de hiçbir zaman…
Olsun.
Hayali benim içimi ısıtıyor işte.
Sanırım ruhumun bir şekilde asi bir yanı var. Ya da belki de bu sadece yaşadığımız ezici zorunlulukların, zoraki seçimlerin kaçınılmaz sonucu…Her neyse…
Lütfen izleyin filmi…
Yanınıza da mutlaka bir paket en sevdiğiniz çikolatadan alın:)

Yine Sen Yokken…

plakton | 01 October 2007 08:59

Beklersin... Elinde hiç birşey yoktur aslında...
Beklersin… Elinde hiç birşey yoktur aslında…

Yaşadığımdan emin değilim. Gittiğinden eminim ama… Seni özlediğimden de eminim. Otuz küsur yaşında bir hayal kırıklığı olduğumdan da hiç şüphem yok mesela.

Biliyorum işte… Beceriksizliğimden, yalnızlığımdan, bu şehri çok sevdiğimden, düzensizliğimden, yorgunluğumdan, huysuzluğumdan, kırgınlığımdan, baltalarından birine sap olmamışlığımdan hatta olamayacak olmamdan, hatta bir gün bana ayrılan sürenin sonuna geleceğimden filan eminim. Örnekleri çoğaltabilirim. Örnekleri çoğaltabileceğimden de eminim.

sıkıcı bir günden

absence of mind | 22 September 2007 21:31

Sıkıcı bir gün.oylanmak için yaptığım bisküvilerden kule yıkılıyor.4.kattan yukarı çıkamıyorum.yükseldikçe ayakta durmanın zorluğunu anlatıyor gibi.yinede yükseklerde gözüm var inadına.başımı göğe kaldırıyorum,inceden bir yağmur dokunuyor yüzüme.yağmur nizamlı bir biçimde yağıyor.taneciklerin birbirine değmeden düşüşleri hayranlık uyandırıyor.onlar gerçekten özgür diye düşünüyorum.bizler,yanımıza birilerini çekmekte ustayız,özellikle düşüyorsak.
sözler can sıkıcı olmaya başladı şimdiden.boşluk,ağız boşluğu da değil ki,lafla dolsun.bu cümle mi sevdim.
bir sinek hırsla kanat çırpıyor etrafımda.rüzgarı üşütüyor.bazen herşeyi abartığımı düşünüyorum.boyum kısa bundan olabilir.bu ikisinin hiç bir ilişiğide olmayabilir.
dağılıyor yazı,dağılan bisküviler gibi.dağılan çoçukluk arkadaşları gibi.dağılan iğde yaprakları gibi.
iğde yapraklarından kırbaç yapmayı keşfedince mi dağılmaya başladık biz?
televizyonun sesi kulağıma kadar geliyor.ruslar yeni bir bomba yapmış ey dünya!…rusların iğde ağacı bitmiş olmalı diye düşünüyorum çocuk aklımla..ruslar yapmasa babam yapardı bu bombayı..ölüm haberleri geliyor televizyondan.ölü bulundu,ölümden döndü,ölüme susadı,ölümle burun buruna geldi,ölümü göze aldı…haberleri..ölüme alıştırılmış tüm dünya.
amerika’da,fırtınalardan şikayetçi bir adamın Tanrı’ya dava açtığı haberi duyuluyor şimdide..tanrıyı insan adaletine teslim etmişler.mutsuz bir günde ilk kez gülümsüyorum.
televizyonun sesini kısmalı.tamamen kapamak herzaman mümkün olmuyor.
evin içinde yine senkimsinki?-savaşı hakim.insanın en sağlam sözsel siperi bu olmalı…’24 yıldır tanıyamadığın biriyim ‘demek yerine ‘ben senin kızınım baba’ cevabını seciyorum.
yağmur artarak devam ediyor.bana iyi geliyor yağmur,mutsuz bir günü bütünleyen bir harmoni.
kimseyle kavga edecek halim yok.
‘mutlluğun önündeki tek engel kendinsin’ anlasana diyor sevgili.’düşünsene sen mutlu olmak istedikten sonra’..umut verici bir cümle.
iğde ağacı güzel kokardı.
engeli kaldırmalıyım,engelli uzuvlarımı durdurmalıyım.yazmasın ellerim benim.işlemesin aklım.atmasın kalbim.sızlamasın vicdanım.yürüsün ayaklarım benim,aksın kanım.engelli uzuvlarımı durdurmalıyım,kurusun dilim,sokmasın,aksın kanım,yürüsün ayaklarım benim.
iğde kokusunun peşine düşsün.

Bakma ne olur öyle

plakton | 03 September 2007 15:56

alt=”” border=”0″ />

Küçüğüm;
Gönlüm katlanmıyor, bu oyunda daha çok yenisin. Tek yapabildiğim yazmak olduğundan, yine yazıyorum işte. Neler yazmak istiyorum sana bir bilsen. Mesela o kara gözlerinden akmak için tutunmuştum. Oysa o kocaman kara gözlerinin hatırına.

Bilmezler benim seni ne kadar sevdiğimi. Bilmesinler de zaten, boş ver. Eğer bilirlerse onu da tüketirler. Sana da, bana da hiç bir şey kalmaz. Çünkü bizler her şeyi tüketerek gösteririz. Sevgilerimizi bile, kendimizi bitirerek.

Yoksa dayanamıyor bu yürek seni bırakıp gitmeye, gönlüm katlanmıyor ki. Ne olur bakma bana öyle. Bak dönüşümde gözlerinden o sonbahar hüznünü alıp, yerine ilkbaharı müjdeleyeceğim sana. Ama ne olur akmasın gözünden o sinsi yağmurlar. Islatmasın yüreğimi. Yoksa nasıl bırakıp giderim ki seni. Sana söz veriyorum. Gidişimle bütün güz yağmurlarını götüreceğim yanımda. Aslında sensiz gidemiyorum ki hiçbir yere. Bakma, bakma ne olur öyle…

Gitmeyi Bilmek

Siradanbiri | 03 September 2007 14:01

Dönüş Olmasa Güzel Olur muydu Gitmek?
Dönüş Olmasa Güzel Olur muydu Gitmek?

Benerci Kendini Niçin Öldürdü şiirinde Nazım Hikmet’in
nokta son diyerek ruh verdiği bir veda vardır.

Şiirde, polis baskınından kendi bilgisi dışında ‘ingiliz miss’ sayesinde sağ kurtulan devrimcinin dostlarından kafasına yediği taşların en çok yüreğini kanatması üzerine aldığı karar şudur;
‘madem suçsuzluğumu kendime bile kanıtlayamıyorum, madem davaya bir katkım olmayacak bu durumda nefes almanın anlamı yok’

Ağlarım ben..

darjeeling | 13 August 2007 14:59

Yine dalıp gitmişim gecenin siyahına.Gözümden yaş akmış bir anda. Sebepsiz yere demeyeceğim, sebepli gerçekten. Ama sen anlamamazlıktan gelmişsin. ‘Neden?’ diye sormuşsun. ‘Neden ağlıyorsun bu kadar çok?’ Ağlarım ben. Doğduğu günden beri ağlar insan. Ama ben senin gidecek olmana ağlıyorum. Ayrılık vaktinin yaklaşmasına, sana istediğim gibi, istediğim anda ulaşamayacağım anların gerçekliğine ağlıyorum. Sen yüzümü okşuyorsun. Yanaklarıma ve saçlarıma dokunuyorsun. Ellerin o kadar güzel ki. Çok uzun zamandır yapmamıştın bunu. Hala yanımdasın ve hala sıcaklığını hissediyorum. O an anlıyorum beni hala çok sevdiğini ve söylemesende aslında gideceğin için üzüldüğünü…

Pillicadi’dan Hepinize Sevgiler

| 01 August 2007 09:26

Ani bir karar oldu. Hafif’ten gideyim artik dedim… Bircok kisi gitti. Moda mi oldu be diyorum kendi kendime. Belki de ben de bu akima uymak istedim. Off gider ayak böyle sacmalaniyormus demek ki. Neyse… Güzel site hafif. Son zamanlarda bircok seye sinirlensem de bu sitede… Son olaylardan sonraki gitme karari degil bu. Alakasi yok yani. Kafama esti iste öyle… Bol yazili günler sevgili hafifciler. Hepinize saglikli günler. Winmaker’a mesaj attim hesabimla ilgili geri dönerse cevap hesabimi kapatacagim. Bu yaziyi da böyle erkenden yazdim ama ancak yayinlanir düsüncesiyle. Gitmeden size bir de Türkan Soray edasinda duygusal bir resim yapayim…

Tamam tamam gevezeligi kesip daha uzatmadan gittimmmm

Ballı Krokanım

| 30 July 2007 11:38

Sana uzaktan bakıyor artık gözlerim
Gönlüm senden geçmez
Bana döndü hep sözlerim

Sıcak bir yaz gününde tanımıştım onu. Uykusuzdum. Kaçmak istiyordum ama bir türlü izin vermiyordu. İsmimi sordu. Söyledim. Uykusuz olduğumu, işim olduğunu anlattım. “Gitmem lazım” dedim. “Hayır gitme” dedi. Nedenini kavrayamadım. Tanımıyordu ki beni gitmememi istesin. Sürekli sorular soruyordu. Hiç hoşuma gitmemişti bu iş. Kötü kokular sezdiğimi sanıyordum. “Neden sürekli sorular soruyorsun” diye tersleyince çok hırçın olduğumu söyledi.

Böyle oldu hayatıma girişi. “Ballı krokanım” diye isim taktım bir de. Arkadaşlığımız gibi orijinal olsun istedim. Çok tatlıydı. O da bana “minik kelebeğim” diyordu.

Dağılmış saçlarım gönlünün yatağına
Uyandırma
Sabah olsun ben giderim
Sen kal rüyamda

CinneT….

| 21 July 2007 15:42

Yaşamı ve içindekileri sorgulamadan, kendime ufaltılmış bir hayat kurup, öz dünyanın dışında olup bitenleri siktiretmeyi öğrenemeden, huzuru bulup onu içime sabitlemeyi öğrenemeyeceğim. Keşke bu çağda gelmeseydim dünyaya. İnsanların bu denli kendilerinden uzak bir yaşam sürdükleri, gökyüzünden, bilinmeyen yıldızlar ülkesinden bi haber yaşadıkları bir zaman diliminde, bu anası kahpe insan topluluğunda yaşamak bana hiçbir zaman yetmeyecek. Düşünsene ne „akşam-gece“ olduğunda bulunduğumuz toprak parçasının güneşle arasına dünyanın diğer yarısının girmiş olduğunu anlayamadan, onu hissedemeden yaşıyoruz. Bir yıldızın kaymasındaki o muhteşem anı en son ne zaman görebildik? Toplasan toplasan bir insanın ömründe kaç tane yıldız kayar? Dolunayın aydınlattığı büyülü bir ormanda sırlı bir aynanın telaşsız hüznüne dolan denizin kıyısında ateş yakıp etrafımızı ateşin rengiyle boyamayalı kimbilir ne kadar oldu?… ya da gecenin ortasında şaşkın bir yengecin çakmak çakmak gözlerine denk gelmeyeli?…

Koca bir meşe ağacının gövdesine sarılmayalı?…