bildirgec.org

gezmek hakkında tüm yazılar

GİTMEK

admin | 27 March 2011 21:20

Gitmek, dönüşsüz yollara gitmek, bir bilet, sadece gidiş, ardımıza bakmadan el ele gitmek.

Sevdiğim, birlikte gitsek…
Yollara düşsek sevdiğim, düşmeden ülkeler geçsek… Geride bıraksak ülkeleri, insanları, yaşananları; hep geride bıraksak.

Çok güzel olur, geriye dönüşü olmayan tek gidiş biletler alsak, ülkeler geçsek sevdiğim, seninle gezsek, her, her yeri. Arkamıza bakmadan gitsek. El elele birtanem. İnsanlar tanısak, sohbet etsek ama ne insanlara ne mekana bağlanmadan yol alsak.

Çok gezen mi çok okuyan mı bilir?

Nhanay | 15 November 2010 10:20

Daha çok okuyan mı yoksa gezen mi bilir derler ya işte ben çok okuyan bilir diyenlerdenim.

Geçen ay liseden bir arkadaşımla görüştüğümde bana İspanya’da ki gezisini ballandıra ballandıra anlatmaya başladı. Konu Alhambra sarayına gelince gülümsedim. Çünkü severek okuduğum Philippa Gregory’nin ”Mahkum Prenses” kitabında geçen bu kaleyi merak edip internetten de araştırmış bütün fotoğraflarına bakmıştım, bildiğim kadarını bende ona anlatmak istedim. Benim anlattıklarım kalenin müslümanlara ait olduğu fakat Kral Ferdinand tarafından işgal edilince İspanya’ya geçmesi, bu işgalle müslüman bilim adamlarını, doktorları sınırdışı etmeleriyle ülkede salgınların kol gezmesi, kalede bulunan hamamlarla temiz kalmayı öğrendikleriydi. Oysa o bunlarla ilgilenmedi. İşte bence çok gezen değil çok okuyan bilir. Yada gezerken nerde gezdiğini bilen.

New York Üçlemesi 3-Rüya mı bu? Çantam bulundu…

hayalicindegecti | 10 November 2010 11:40

-Yupiiiiiiiiiiiiiiiii
Bu neşeli haykırış Manhattan’ın göbeğindeki tüm gökdelenlerde yankılandı… E, boru mu bu? New York’ta çanta kaybetmek ne demek? Felaket, hatta felaketin de ötesi demek. Pasaport, kimlikler, kredi kartları, biraz nakit para… Komik ama, uğur getirsin diye çantaya konulmuş bir at kestanesi ve palamut…
-Peki çanta nasıl bulundu?
-Anlatayım… Yaramaz çanta, küçük, omuza asılan uzun saplı ve gayet sıradan görünümlüydü. Mağazanın birinde bir ceket denemiş ve bırakmıştım. Ceketi denerken çantamı da askıdaki başka bir ceketin üstüne aksesuar gibi asmışım. Aynı anda da çantayı unutup çıkmışım mağazadan (dalgınlığım bilinir, ayrıca elde şemsiye, başka bir alış veriş çantası vs. var) Neyse işte Central Parktan telaş içinde ayrılıp, filmi geriye sararak daha önce uğradığımız her yere tekrar girip baktık, yok, yok, yok, evet artık çantadan ümidi kesmişken bingo… Tam karşıda bir ceket ve omzunda asılı çanta, benim çantam… Olayı duyanlar, “çanta cekete aksesuar gibi asıldığı için dikkati çekmemiş ve çalınmamış, New York’ta bu bir mucizedir” dediler…
-Eee sonra?
-Mutlu mu mutlu bir öğlen yemeği yedik önce, hatta şampanya bile içtik. Sonra planımızın diğer maddelerini uygulamaya koyduk…

New York Üçlemesi 1- Arka Sokaklar

hayalicindegecti | 31 October 2010 17:02

Kentlerde gezerken bana en cazip gelen nedir biliyor musun? Arka sokaklar. Çöpe neler atılmış? Evsizler neden o sokağı tercih eder? Pencereden gözüme ilişen gerçek miydi, yoksa hayal mi gördüm? Toptan şapka dükkanları hiç mi perakende vermez? Ahhh, ama o şapka çok güzeldi.
New York ve özellikle Manhattan bu açıdan rakipsiz. Yolu uzatmak için girdiğin sokakların birinde tam karşındaki pencerede soyunan bir kadın var örneğin:
-Aaaa gerçek mi bu?
-Yok canım, o film yahu.
-Ne filmi ya? Bal gibi gerçek, baksana soyunuyor kadın.
-Aaaa evet, bak biri daha girdi içeri.

Bu tuhaf görüntünün hemen ardından kaybolur esrarengiz çift.

TATİLE NOKTÜRN: İŞİM GEZMEK OLSUN , BAŞKA İHSAN İSTEMEM…

firatocal | 04 August 2010 10:14

Tatilin başıboş saatleri… en dertsiz , en kaygısız hayat parçaları…Hiçbirşeyin umrumda olmadığı ,bitmeyecekmiş gibi gelen tembellik savruluşları…

şöyle bir param olsa sevgili oğlum Rüzgar , biraz büyümüş kendini kurtarmış olsa , her etkinliğe katılır , hiç gitmediğim yerleri , o gün sanki hayatımın son günüymüş gibi , dere tepe düz gider , gezer tozardım…

Nasıl konuşur gibi yazmaya çalışıyorsam , yazar gibi konuşup , toprakla , suyla , püfür püfür esen meltemler en başta her tür rüzgarla dertleşir , gamsız kaygısız halimle , bana anlattıklarını bir bir yazardım… Gittiğim şehirlerin dili olur , konuştuğum insanların rüyasını anlatırdım teker teker…

şöyle biraz param olsa , sevgili oğlum Rüzgar söylediklerimi anlasa gezmeye dünden meraklı sevgili eşimle ikisini kapar hayatın karmaşalı koşturmacasından kaçırır , nereye gitmek istiyorlarsa oraya uçururdum…

Hiç anlatılmamış yada anlatılsa da atlanmış köylerin kasabaların hikayelerini en saf , en taze ürünlerle donattıkları kahvaltı sofralarında , eteklerindeki taşları döken köşe bucak gezmiş derviş misali netbookuma bir bir dökmek isterdim… Özgürce dur duraksız uçan kuşun , tabiat anayla fıslıdaşan sazlıkların , misler gibi kokan yar misali türlü türlü çiçeklerin , sözlü çalgılı Aşık Veysel ‘ i olurdum…

Tatilin başı boş saatleri … eğer oğlumun keyfi tıkırındaysa en önemli işlerim ,gerine gerine yataktan kalkmak , kendime gelmeden önce şööööyleee bir şekerleme yapmak , sabah sporum yürümek ve koşmak , üstüne cila niyetine çarşaf misali günün ilk ışıklarıyla pırılpırıl parlayan ege ‘ ye kendimi vurup yorulucaya kadar yüzmek , ardından kahvaltı sofrasında sabah gazetesinin eşlik ettiği fırından yeni çıkmış , dumanı üstünde , gevrek ötesi , misler misi simitleri , yorgunluk unutturan dert ortağı demli çayımla aile saadeti tablosu eşliğinde yavrumla oynaya oynaya götürmek … Daha sayayım mı … Oğlum ve eşimle birlikte kesmedi diye oğlum ve eşimle birlikte ikinci parti deniz keyfi , akşamında kardeşimin ustalığı ile şenlenen mangal sefası , aralarda da oğlum Rüzgar ile oyun molaları…

Saymakla bitiremem aylaklığa övgümü , tatilime döktürdüğüm noktürünümü… Romen Diogen ‘ e selam durup , gölgeler arasından sesleniyorum..İşim gezmek olsun , başka ihsan istemem…

Tuileries Bahçıvanının Günlüğü

hayalicindegecti | 13 July 2010 17:57

Tuileries Bahçeleri
Tuileries Bahçeleri

Evet, Tuileries Bahçelerinin bahçıvanlarından biriyim. Aslen Moroccoluyum, eğitimim yok, Fransızcayı bir türlü sizlerin deyimiyle “bi hakkın” öğrenemedim. E, ne yapalım şu dünyaya gelmişiz bi kere. Biz de yaşıyacağız.
Tam 25 yıldır Paris sokaklarını caddelerini arşınlar dururum. Hafta içinde yolum hep aynıdır, Strasbourg Saint-Denis’den 9 nolu metro hattına biner, Concorde’da inerim, ver elini Tuileries. Paris yazları bile sabah hep serin olur. Üstümdekileri değiştirir bahçıvan ünformamı giyer işe koyulurum. Önceki yıllarda Tuileries bahçelerinin çöpünü toplamaktı işim. Ne ararsan vardı, yemek artıkları, sigara izmariti, pet şişe, şarap şişeleri, bardaklar, en çok da prezervatif. Hatta kadın külotu bile çok bulunanlardandı.
Neyse işte, şimdi beni bahçıvanlığa terfi ettirdiler de, ağaçları traş etme (bizim Paris‘te ağaçları öyle bildiğiniz gibi budamazlar, kübik hatta kutu gibi bir şekil verilir onlara ki caddenin bir ucundan bak, öbür ucunu gör diye. Mesela ta Concorde meydanından Etoil’e bakarsın, Arc de Triomphe karşında pırıl pırıl görünür.

Arc de Triomphe-Zafer Takı
Arc de Triomphe-Zafer Takı

Neyse işte, şimdiki işim çimenlerin biçilmesi, yabani otların ayıklanması, havuzların temizlenmesi filan.
Okul okuyamadım dedimse de elime hiç kitap almadım değil. Bir zamanlar çocukluğum ve ilk delikanlılığımda Michel Zevaco’ya merak sarmıştım (*) romanlarını okur da okurdum, daha doğrusu yutardım. Metroda, otobüste, dinlenirken, yemeğimi yerken… Hep Pasavan (**) olma, kılıcımla, atımla Parisin altını üstüne getirme, bütün kadınları, hatta Kraliçe İzabo’yu (**) bile kendime aşık etme hayalleri kurardım. Onlarla aşk yaşayacak, yaşatacak, hepsini deli divaneye çevirecek ama sonunda asıl aşkım Berthie ile evlenecektim.
Neyse işte, o romanlar 17. Yüzyılda Paris’te geçer ya, Pasavan atıyla dörtnala Tuileries bahçelerine vurur kendini, oradan da bilmem nereye, bizim bahçeler bunca yüzyıl sonra bile aynı, o bahçeler işte.
Zevaco’ları okudum okudum sonra başka kitaplara merak sardım. Tabi bunda komşumuz yaşlı Monsieur Claude Bernard’ın katkısı büyüktü. Onun toz içindeki darmadağın kitaplığına tüneyip, Paris‘te yaşamış pek çok ünlü romancının şairin, ressamın hayatlarını yıllarca okudum da okudum. O kadar iyi öğrendim ki nerede nasıl yaşamışlar? Neler yapmışlar? Neleri sevmişler, nelerden nefret etmişler.
Ben de onlar gibi yaşamanın hayalini kurdum hep.
Mesela bir sabah kalkacağım. Bana çok yakışan o lavicert daracık blucinimi giyeceğim, üstüne beyaz gömlek ve siyah keten ceketimi çekeceğim, ceketin kolları hafiften sıvanmış olacak. Sonra ver elini Marais. Orada, La Perle’de oturup, sabah aldığım Figaro’mu açacağım önüme, Alexandre Adler’in yazısına takılacağım. Garson kız gelecek, ona :
Bir sütlü kahve, bir kruvasan
Deyip, siparişimi vereceğim. Gazetemi okur gibi yaparken (çok sevmem gazete okumayı, benim için varsa yoksa romandır) etrafı keseceğim. Uzak masadaki sarışın kız bana gülümseyecek (son yıllarda siyahiler ve melezler, Fransız kadınları arasında çok moda, çıldırıyorlar bizim için, hatta bizi yanlarında Louis Vuitton çanta taşır gibi taşımaya ve bizimle böbürlenmeye bayılıyorlar… E, bizim performansımız hiç düşmez, herhalde ondan.)
Sonra ikimiz aynı anda kalkacağız masadan, yanıma gelecek:
Salut, coment voiture?(***)
Dediğim anda elimi tutacak. Onun kırmızı Micrasına bineceğiz, müzik setinin butonuna basacak , “She said” başlayacak Plan B’den. Sonra ben yere düşmüş CD’yi , (Camelia Jordana) alıp, “Non non non”u koyacağım ve tekrar tekrar belki on, belki yüz defa onu dinleyeceğiz.
Küçük araba periferique’de (****) ilerlerken, elimle onun dizlerini okşayacağım, bir saatte Champs Elysees’ye varacağız, arabayı Concorde taraflarına, yerin altına park edecek, çıkıp yürüyeceğiz, Franklin Roosevelt metro istasyonuna varacağız, hemen karşısındaki GAP’a gireceğiz, ona sevimli bir tişört alacağım, üstünde “Non non non” yazılı olacak. Ardından Virgin’e girip üst kata koşarak çıkacağız. Ona sevdiğim bütün CD’leri dinleteceğim, o da bana kendi sevdiklerini.
Sonra Virgin’den bıkıp yine Champs Elysees’ye ineceğiz, güvercinler ayağımızın dibinde kırıntıları yiyip oynaşacaklar. Üst geçitten koşarak karşıya geçeceğiz. Chez Leon ’a girip, bahçesinde oturacağız. O midye isteyecek, ben escargot (salyangoz) yiyeceğim. Buz gibi soğutulmuş beyaz şarabımız gelecek önce, tuzlu tereyağ ve baton ekmeğimiz de… Deliler gibi gülüp atıştıracağız, onu ikide birde öpeceğim. Dudakları ve nefesi çilek, yok yok benim bahçelerdeki yabani mersinler gibi kokacak.
Oradan kalkacağız, yarı sarhoş yürüyüp Louis de Vuitton’un vitrinine bakıp alay edeceğiz, Fouqet’deki turistler o tatsız tuzsuz yemeklerini yerken bize gülümseyecekler. Sonra tekrar geri dönüp tam La Duree’nin önünden geçerken canımız macaron (*****) yemek isteyecek. Japon turistlerin ardından biz de o uzun kuyruğa gireceğiz, sıramız gelince o 10 euro verip, 10 çeşit macaron alacak. Ben ilk ısırıkta damağıma yayılan gül kokusuna bayılacağım, hele vaniyalı ve karamelli macaronlar inanılmaz bir tad bırakacak ağzımda.

Macaron
Macaron

O:
Ama bunun yanında bir kadeh şampanya olmalıydı
Deyip, kıkır kıkır gülecek. Ben kahkahalar atıp onu bir kez daha öpeceğim. O elini pantalonumda gezdirecek:
Hadi koşalım, Concorde’a gidelim, Tuileries’nin çimenlerine uzanırızdiyecek.
Yürümeye, öpüşmeye, koşmaya devam edeceğiz… Tuileries’de o dev çınarın altındaki kopkoyu gölgeye uzanacağız. O beni dokunuşlarıyla çıldırtacak, kalbim çarpacak çarpacak, nefesim tutulacak ve birden uyanacağım.
Tepemdeki masmavi gökyüzü ve bulutlar beni şaşırtacak. Ayağımın dibinde duran yemek kutusunu fark edip bir tekme savuracağım, öğlen yemeğimden arta kalan kuskus taneleri ve yarısı yenmiş tavuk budu çimenlere saçılacak…
——————————————————-
(*) Michel Zevaco: 1860 Korsika doğumlu Fransız yazar. Pardayanlar serisi ile ünlenmiştir.
(**) Pasavan ve Kraliçe İzabo: Zevaco romanlarının önemli karakterleri.
(***) N’aber? Fr.
(****) Paris çevre yolu.
(*****) Badem tozuyla yapılmış bezeler.

Gezerek Para Kazanmak Artık Hayal Değil !!!

firatocal | 13 July 2010 14:50

para para para
para para para

İngilizce veya yoga öğretmenliği , hemşirelik , bakıcılık , cruse gemi direktörlüğü , seyahat bloggerlığı … Zaman zaman farklı şekillerde karşımıza çıkan bu mesleklerin bu güne kadar hiç bilmediğinizi düşündüğüm bir ortak yanları var.. Hem gezmemizi hem de bundan para kazanmamızı sağlayan meslekler olmaları… Hayal gibi görünen bu fırsatı bize sunan mesleklere hiç de bu gözle bakmadığınızı düşünüyorum…

gezerek para kazanmak hayal değil
gezerek para kazanmak hayal değil

İngilizce öğretmenliği özellikle Japonya ve Güney Kore gibi Uzakdoğu ülkelerinde çok talep görüyor.. Tabiki TOFEL benzeri özel bir sertifikanız olması koşuluyla…

yoga öğretmenliği
yoga öğretmenliği

Yoga öğretmenliği ve özel masörlük ise , İsveç , Tayland , Endonezya gibi ülkelerden alınan özel eğitimlerle bir çok Avrupa ülkesinde iş imkanı yaratıyor…
Bakıcılık öğrencilik yıllarının popüler mesleği olsa da , profesyonelce ve tam gün olarak ilgilenildiğinde , hem iyi bir gelir imkanı sunuyor , hem de çok sayıda ülkeyi gezme fırsatı yaratıyor…

cruise gemisi
cruise gemisi

Ama herhalde en keyifli iş fırsatlarını cruse gemi direktörlüğü ve blogger yazarlığı sunsa gerek… Çünkü , sırf eğlenmek için tasarlanmış , rüyalarda görülebilecek bir cruse gemisi içinde , insan hayallerinde karşılaşamayacağı imkanlarla buluşabilir…
Blogger olarak gezdiği yerleri de yazarak dişe dokunur bir gelir kapısı yaratan gezginler de son derece şanslı insanlardan sayılabilir kanımca…

tatil yazısı

nazokiraze | 11 July 2009 16:27

Yazı ortalamak üzereyiz , herkeslerde bir haller tatile gidenler, tatilden dönenler, hazırlananlar, yer bulamayanlar ,tatile çıkamayan benim gibi acınası İstanbul bekçileri. Ben tatile tatil mi derim, ben çıkmadıkça.

Evet tatil zamanı tatilden konuşalım ben çıkamayacak gibiyim tatile, ablamız gitti geldi, kızım bile gitti yarın dönecek ama ben hala kukumca kuşu gibi duruyorum ve duracağım. Tatile çıkmama sebeplerim arasında pek çok şey var mesela evde birkaçyüz litrelik akvaryum ve melum balıkları bunlardan biri , onları kime emanet ederiz, konu komşuyla henüz çok fazla tanışılması zaten apartman dolmadı bile tek tük taşınanlar yeni yeni. Bende tatil yazıları yazarak tatmin olayım diye düşündüm.

yıllık izin yazıları part 2

admin | 07 July 2009 10:32

Gölyazı köyünün muhteşem etkilerinden sonra kendimi sahillere vurmak istedim ille kafamı müzik sesleriyle ağrıtmam, plajda deniz ve kum tadını çıkarmam lazımdı, akşamları da içki ile midemi ve karaciğerimi muhakkak yormak gerekiyordu yoksa tatilin tadı çıkarmıydı, bunların plajda üstsüz turistlere bakmak, kız tavlamak, akşam barda yeni birileriyle tanışmak gibi şeylerle hiç ilgisi yok inanın, tamamen dinlenme isteği:)

Tek başıma ilk tatilimdi bu sohbet edecek bir arkadaşsız, memnun etmeye çalışılacak bir sevgili yoktu bu sefer tek tabanca vurmuştum kendimi yollara, tatilim geçen seneki gibi aşk dolu olmayacagı gibi kavga dolu da olmayacaktı, yiyip içip yan gelip yatacaktım.