bildirgec.org

geçmiş hakkında tüm yazılar

Yalnızlığa dair…

onurtuyan | 02 September 2007 04:06

Kendi kendime olmak içimi burktu birden bire, acıttı hatta… Adının sensizlikle harmanlandığı, ürktüğüm, incindiğim, kırıldığım, korktuğum bu duygunun adı yalnızlık mıdır ey tanrım! Eğer ta kendisiyse lütfen söyle ona bir daha çalmasın benim kapımı zamansızca, acıtmasın ruhumu bir daha her istediğinde. Kendine mesken tuttuğu, canımdan çok sevdiğim evimden de taşınmam için çok zorladı beni bu aralar. Ama olmadı işte, yapamadım, yapamayacağımda. Dedim ya ben evimi çok sevmiştim. Hem bıkmamış mıdır benimle uğraşmaktan bu kadar işinin gücünün arasında?Yalnızlıkla ilk tanışmamı bir ceylan ürkekliğinde yaşadım bu evde. İçtiğimiz iki dublede yaşattığım, şişelerin dibinde aradığım bizi, çoktan kaybetmiştik değil mi… Birbirimize en masum halimizle fısıldadığımız iki çift söz, başka kulaklarda çınlayalı epey zaman olmuştu öyle mi? Unutmuşum işte… Nasıl süzülüp gizlice girdi hatıralarla yaşattığım bu eve yalnızlık… Geçmişe dair şereflice akıttığımız gözyaşlarıyla silerken başucumdaki fotoğrafımızı, korkarak akıyor şimdi gözyaşlarım…

Karanlık Odadan Mektuplar

kadirgunay | 28 August 2007 09:56

yarım kalmış bir yazının üstün körü çizilmiş küçük karakterleri arasında bir yüz belirdi. konuşmak istercesine ellerini oynatıyor, kendini parçalıyordu… yapamadıklarını anlatması için çizenden rehber olmasını istemişti, ilk cümle şöyle başlıyordu “yarım kalan her veda için bir kez daha sev…”

rehber anlayamamıştı ve birden ne olduğunu unuttu. kendini kaleminden düşen sözcüklerin ve çizgilerin içinde buldu. içine girdiği yazının akibetini anlamak istercesine her satırın üzerinde durdu, baktı ve düşündü. anlayamadı…
gördükleri onu daraltmıştı aslında ve kendine kızmaya başlamıştı, bunları yazan o olamazdı. zaten o değildi yazan içindeki kırık kalbi onu kontrol etmiş ve hiç ummadığı bir yere götürmüştü. geçmişi aslında o kadar karanlıktı ki, şaşkınlıktan ziyade yeniden yaşaması ona acı vermişti. tutunmak istedi çengeli olan harflere ama yapamadı. tuttuğu her çengelli harf geçmişin verdiği yorgunlukla eridi gitti. sebepsiz yere homurdanmaya başlamıştı, geçmişine küfrediyor bir an önce buradan çıkmak istiyordu. satırın sonuna geldiğinde az önce onunla konuşmaya çalışan o küçük karakter ona bakıyordu yaşlı gözlerle. kağıt ıslanmıştı. kalemin ucundan çıkan o sebepsiz cümleler ve çizimler nemlenmiş yok olmaya başlamıştı.
küçük bir söz ile olduğu yerden fırladı, içine düştüğü hayalden uyanmış yazmak için yeniden kalemi eline aldığında artık çok geç olduğunu biliyordu, konuşmak isteyen küçük karakter ona kendini anlatmak isterken kaybolmuştu. acıların içinde biriktirdiği sevgiyi rehbere vermek adına yok oluşunu hazırlamış ve son cümleyi kimseye bırakmadan kendisi yazmıştı; “gülümse birkez benim için eğer duyuyorsan…”

NEM YOK Kİ!

| 10 August 2007 09:34

Peygambersiz hayat ambersiz ölümdüYatırlarda saklambaç oynayan filler sökülürdü- öf bea! ne kafiye la bu!Ümit seker nemli bir duada ölümü öperkenbir süstür ustura Allahı ararkenhaymana ovasında- nası ama yani!Hatta kalın sayın ölümlüler!Hattâ hoş ve esir kalın sefil fareler!- miki mouse nerde len?cılk dilimizdenDebdebeli bir sabahı çıkartıyorum- ne diyon baba sen yaa!Közlenmiş yalnızlıkların hatırına içinÜtüsüz bir pantolon gibiyim esasen, iplemeyin!”Nen var” diye soramadığım hayata kayıyorumhafifçe…ne oldu, bi durum mu var efendi “niçe”!

MELEK!

| 18 July 2007 15:57

annem kopmuş dudağıma uhu sürüyordu alelacele.
babam yırtılmış dizkapağıma elindeki soğumuş lahmacunu
sürüyordu. içindeki macun tutar diye…
ablam rahat rahat kusabilmem için çetin altan’ın sosyalizm üzerine kaleme aldığı 25 yıllık makalesini okuyordu ağzındaki zambo’yu sündüre sündüre…
sakin bir telaş nasıl olabilirdi allahım!

thelonius monk’un parmakları derme çatma kurban olduğumuz evimizin damına dokunuyordu.
yağan yağmur muydu, kâni karaca’nın avaze saldığı bir
ilahi mi?
bilemiyordum.

elvan gazoza geçirdiğim açmayı dişlerken elimi tutmuş ve sivilceli ergen suratıma bakmıştı acıyarak.
bakmamış mıydı? yutkunmuştum. gözlerimi kaçırdım bütün gözlerden. fidye falan da istemeden. kaçırdım ruhuma.
bana bak, dedi.
bakarken düştüm dudaklarındaki uçuruma.
tutuyordu bileğimi. tutuyordu ürkekliğimi.
ürkekliğim erkekliğimi tutuyordu. ay tutuluyordu.
ayları tutuyordu o: melek.
zaman tutulmuştu. zaman tutuklanmıştı.
dudakları dudağıma ağır ağır ama o kadar da şimşek gibiydi…
ıslandı içim. dudağım saçlarına savruldu.
ediz hun bendim. hun komutanıydı ellerim.
ağladım. içimden… içimdeki keşküle akıttım tuzladığım
yalnızlığımı.
melek… içimden geçtiydin bir yaz akşamı.
yazlık sinemaların şık, alımlı mızrağı…
ergenliğimin narin kıvılcımı…

IP kontrollü anket düzenlemek ister miydiniz?

NLPMaster | 17 July 2007 08:24

Siz de sitenize IP kontrollü bir anket uygulaması eklemek istemez miydiniz?
Siz de sitenize IP kontrollü bir anket uygulaması eklemek istemez miydiniz?

Seçim döneminde daha da popüler hale gelse de internet siteleri için anketler her zaman güzel bir uygulama.

İnternetteki kolay uygulanabilirliği ile anketler her zaman işe yarayabilir.

Siz de internet sitenizde IP kontrollü bir anket yayınlamak isterseni netçi’nin sitesindeki bu yazıyabir gözatarak sitenize kolayca anket ekleyebilirsiniz.

***HİÇ***OLMAK***

egomeltem | 03 July 2007 02:14

***HİÇ***
Saat sabahın 4’ü ”hiçlik”teyim demek isterdim ama değilim işte, sadece zihnimin esaretinde benliğim. Ne yazdığımın farkındayım nede yazacaklarımın. Huysuz geceye gömülmüş bendenim; günün tekrar çıkışını bekler nöbette gözlerim . Hayatın tekrarının gölgeleri vurdu yüreğime… ey sevdam ey yaşam ey var olan değerler, esaretim artık yeter yeter… istemiyorum değerlerimin esiri, sadece olmak istiyorum …sadece olmak ; üstelik anlamını bilmeden ve tam olarak ne olduğunu da ama sadece olmak ; erdemli mi yoksa umarsız mı bilinmez olmak, yada ne der, ne verir insana var mıdır değerleri özleşmişlikleri çabalar mı denge için yada kendi dengede midir ki? Söz de değil özde midir? Asıl geçişken midir, yoksa hayat pratiğinin gölgeleri midir olmak …hangi yeti tamamlar eksik kalan duruşları. Ruhun bileğimidir bükülen yoksa kendisimi … olmamışlıkta olan var mıdır? sayılır mı hesapsızlık ta … kaç boş vermişlik kabul görür dersiniz hayatta doğru sayılan … kim bilir ? yada bilmek mi gerekir …Boş verip geçmişi, dolu alabilir miyiz geleceği?… İşte işin sırrı yapabilene; boş ver yaşanmışlıkları ve dolu al daha henüz yaşanacakları…nede olsa bilinmezlere gebeyiz, düşlerimiz duamız olmuş nasıl olsa ümit kapısında …Bazen bir eksik bazen bir fazla değilmiyiz zaten kendimize ? E o zaman bu hesaplaşma niye niye bağrımız yakar kendini biz istemiyoruz üstelik diye yırtınırken …çitilemeden depreşmeden durur mu zihnin dualitenin ortasında? Kendi kausun da kargaşa yaratırken bu çığırtkanlık niye; niye esiriyiz değerlerin onlara değer biçen bilinç kimin ? Sen sen misin yeter mi ki irdelemeye sanki benliğin . Nedir ‘’olmak’’ dediğin??? Meltemce:)

Bir Zamanlar…

juki | 02 July 2007 19:05

Bir zamanlar Turgut Özal başbakandı. Tanju Çolak gol kralı oluyordu. Sezen Aksu gencecikti. İstanbul’un nüfusu 10 milyonu geçmemişti. İstanbul’da su sıkıntısı vardı. İETT zam yapınca halk Mecidiyeköy meydanında eylem yapmış ve zam geri alınmıştı. O zamanlar arabesk müzik daha yaygındı. Şener Şen’in psikolojik filmleri oynuyordu sinemalarda. Haliç berbat haldeydi. Naim Süleymanoğlu halterde olimpiyat şampiyonu olmuştu. Hey gidi hey… İkinci Boğaz Köprüsü açılıyordu. Çavuşesku idam edilmişti. Ateri salonunda Street Fighter tutkunu olmuştu çocuklar. Berlin Duvarı’nı yıkmışlardı.