bildirgec.org

film noir hakkında tüm yazılar

Sunset Blvd. (1950)

queennothing | 30 October 2010 11:00

Some Like It Hot” (Bazıları Sıcak Sever), “The Apartment” (Garsoniyer), “Double Indemnity” (Çifte Tazminat) gibi yapımlarla tanıdığımız, 2002 senesinde hayatını kaybeden Avusturyalı yönetmen Billy Wilder‘in uğruna ihanetle suçlandığı film “Sunset Blvd.” (Sunset Bulvarı), 1950 senesinde vizyona girdi. 1983 senesinde hayatını kaybeden Amerikan aktris Gloria Swanson ve Oscar Ödüllü William Holden‘in başrollerini paylaştıkları yapım, üç dalda Oscar’a aday gösterildi. Dönemin Hollywood’unu ekranlarımıza taşıyan film, Hollywood camiası tarafından topa tutulan başarılı bir film-noir örneğidir.

Gençliğinde Hollywood’un aranan ismi olan nazıyla, edasıyla gönülleri fetheden Norma Desmond, ilerleyen yaşına ve sönmüş güzelliğine rağmen hala kibirli ve çekilmez bir kadındır. Aranan aktris olduğu günlerin geride kaldığını kabullenemeyen Norma’nın yolu, yeni bir proje umuduyla, şanslı bir yazar olmaktan öteye gidemeyen Joe Gillis ile kesişecektir.

Double Indemnity (1944)

queennothing | 30 March 2010 18:06

Yazar James M. Cain’im muhteşem kurgusundan uyarlanan 1944 çıkışlı sinema filmi “Double Indemnity” (Çifte Tazminat), 6 Oscar Ödüllü sinemacı Billy Wilder tarafından yönetildi. 7 farklı dalda Oscar’a aday gösterilen yapım, bir çok anlamda Sinema Tarihi’nin ilki oldu. Dolandırıcı başkarakterin, evli bir kadınla olan ilişkisi ve ikilinin akıllara durgunluk veren cinayet planını konu alan film, başrol oyuncusu Fred MacMurray‘ın şüphelerini yersiz bırakarak (MacMurray, dolandırıcı karakterin sevilmeyeceğini düşünüyordu) seneler sonra bile başyapıt olma özelliğini koruyor. 1 Milyon Dolar’dan az bir büütçeyle tamamlanan filmde MacMurray’ın yanı sıra dört defa Oscar’a aday gösterilen aktris Barbara Stanwyck ve Romanya doğumlu aktör Edward G. Robinson da yer alıyor.

Büyük bir sigorta şirketinde çalışan Walter, sondaj işinde çalışan zengin kocası sürekli seyahat ettiği için yalnız yaşayan genç ve güzel Phyllis’in evine gider ve genç kadına kapsamlı bir sigorta paketi satmaya çalışır. Sondaj işinin tehlikelerini bilen Phyllis’in sahte korkularının altında yatan hain düşünceleri fark eden Walter, genç kadının evini terk eder.
Sigorta şirketlerinden para alabilmek için çevrilen dolapların ince noktalarını dahi bilen Walter, genç kadına olan hislerine yenik düşer ve Phyllis ile kapsamlı bir cinayet planı hazırlar.

Killer’s Kiss (1955)

queennothing | 16 February 2010 15:22

1999 senesinde hayatını kaybeden usta yönetmen Stanley Kubrick‘in ikinci yönetmenlik deneyimi olan “Killer’s Kiss” (Katilin Busesi), 1955 senesinde çıktı. Jamie Smith‘in başrolünde yer aldığı filmde Frank Silvera, Irene Kane, Jerry Jarrett, Ralph Roberts ve Felice Orlandi rol alıyor. Ayrıca, filmde ‘balerin Irene’ karakterini canlandıran Ruth Sobotka, 1954’ten 1957’ye dek Kubrick’le evli kalmıştır.
29 yaşında, başarılı bir boksör olan Davey Gordon, bir süredir adeta eziyet gören genç bir kızı sebepsizce takip etmektedir. Kendisine takıntılı yaşlı patronu tarafından sürekli baskı gören genç Gloria, Davey ile tanışınca tüm geçmişini anlatmaya başlar ve film şekillenir.
Küçük yaşta dansçı olmaya karar veren Iris, gerçekten de dans etmeye yetenekli, güzel bir kızdır. Iris 8 yaşındayken dünyaya gelen Gloria’nın doğduğu gün annesi hayatını kaybetmiş, babası da bunalıma girmiştir. Aradan 8 sene geçtikten sonra, gerçekten iyi bir balerin olan Iris, 20 yaşına kadar dans ederek para kazanır. Bir gün, eve gelince erkek arkadaşından evlilik teklifi aldığını ve 30 yaşında olan sevgilisinin sürpriz teklifine olumlu yanıt vermek istediğini söyleyen genç kız, bir süre sonra sevgilisinin, evlenince kendisinden dans etmeyi bırakmasını istediğini, ancak bunu kabul edemeyeceğini ve bu sebeple ayrıldığını belirtir.

Scarface (1932)

queennothing | 21 January 2010 15:59

Armitage Trail’in romanından uyarlanan 1932 çıkışlı sinema filmi “Scarface“, 1977 senesinde hayatını kaybeden Amerikan sinemacı Howard Hawks tarafından çekildi. 1967 senesinde hayatını kaybeden Oscar Ödüllü aktör Paul Muni‘nin başrolünde yer aldığı yapımda 1979 senesinde hayatını kaybeden aktris Ann Dvorak, Karen Morley, Osgood Perkins, George Raft ve C. Henry Gordon da rol almakta. Film, 1983 senesinde tekrar uyarlandı. Yönetmen koltuğunda Brian De Palma, başrolde Al Pacino yer alıyordu ve sinemaseverler tarafından yoğun ilgiyle karşılanan yapım, hala Sinema Tarihi’nin en iyilerinden biri olarak görülür.

Tony Camonte, Kübalı bir potansiyel suçludur. İşlediği küçük suçlardan bir türlü sıyrılmayı başaaran Tony’nin hayattaki tek amacı ‘en büyük’ olmak, kendi Amerikan Rüyası’nı gerçekleştirmektir. Bir şekilde Amerika’ya gitmeyi başaran Tony, cesareti, sınır tanımazlığı ve cömertliğiyle dikkat çekmektedir.
Yükselme hedefi, genç adamı çok geçmeden sözü geçen, korkulan biri haline getirecektir ve hızla tırmandığı basamaklar, kendine özgü tavırlarına ve ödün vermediği ahlak anlayışına doğrudan zarar veremese de dolaylı olarak yok etmeye başlayacaktır.

The Killing (1956)

queennothing | 18 October 2009 17:02

Romanları, Jean-Luc Godard‘ın yönetmenliğini yaptığı “Pierrot Le Fou“, Glenn Ford ve Rita Hayworth‘un birlikte rol aldığı “The Money Trap“, Marlon Brando‘nun başrolünde yer aldığı drama filmi “The Night Of The Following Day” gibi başarılı yapımların senaryo kaynağı olarak kullanılan, 1985 senesinde hayatını kaybeden Amerikan yazar Lionel White‘ın “Clean Break” adlı romanını okuyan usta yönetmen Stanley Kubrick, eseri bir sinema filmi olarak düşündü ve 1955 senesinde harekete geçti. Jim Thompson‘un yazdığı diyaloglarla şekillenen filmi düzenleyen Kubrick, “The Killing” adını verdiği filmi 1956 senesinde tamamladı.
Romanı sinema filmi için uygun bir senaryo haline getirme işini üstlenen ve filmin tüm masraflarını Harris – Kubrick Productions şirketi sayesinde karşılayan Kubrick, oyuncu kadrosu için Sterling Hayden, Vince Edwards, Coleen Gray, Jay C. Flippen, Marie Windsor, Timothy Carey, Joe Sawyer, Elisha Cook JR., Ted De Corsia, Kola Kwariani gibi isimleri biraraya topladı.

Farklı iş sektörlerinde çalışan, farklı aile yaşantıları olan, fakat aynı beklentiye sahip ve aynı amaç doğrultusunda, birbirleriyle yakın arkadaşlık kurmadan ortaklık yapan bir grup adam, bir kaç hafta sonra hayata geçirecekleri soygun hakkında geniş kapsamlı bir plan hazırlamışlardır.
Plan, at yarışı oynayan insanların para yatırdığı, hergün ciddi miktarda para dönen gişeleri soymaktır.

Film Noir (2007)

heavybear | 12 September 2009 12:27

Yönetmenler:
D. Jud Jones
Risto Topaloski

Yazar:
D. Jud Jones

Amatörce bir animasyon filmi olan “Film Noir”, seyircide ilk olarak animasyon filmi olduğu için hem görüntü hem de senaryo açısından büyük beklentiler yaratıyor. Ayrıca filmin gizem çözme, gerçekleri ortaya koyma, kendini arayış konularının etrafında dönmesi de olaya ayrı bir bakış açısı katmakta. Ancak şunu belirtmek gerekir ki filmin animasyonla yapılması ve bunun gerektiğinden fazla kötü bir şekilde sunulması filme bir iticilik katmakta. Bunun yanı sıra belki de filme ek olarak çekicilik katmak istenmesi amacıyla fazlaca cinsellik ön plana konulmuş. Görüntü kalitesini ve modellemeleri bir kenara bırakır ve senaryoyu ele alacak olursak, senaryonun bu animasyon filmine fazla geldiğini söyleyebiliriz. Senaryo bu durumdaki bir filme göre oldukça iyi. Bütçenin az olması belki de bu filmin animasyon olarak gösterime girmesi ile sonuçlandı.

film-noir’in Günümüz yüzü: neo-noir

kumsacli | 09 June 2009 11:00

Kara filmin doğumuna en önemli zemini hazırlayan kuşkusuz ikinci dünya savaşıdır. Savaş Amerikan toplumunun tüm yerleşik model değerlerini altüst etmiş toplumsal yapıyı derinden sarsmıştı. İyi ve kötünün iç içe geçtiği savaş sonrası döneminde Amerika’ya göç eden Billy Wilder, Robert Siodmak, Otto Preminger ve Fritz Lang gibi Alman ve Avustralyalı yönetmenler; dışavurumcu Alman sinemasının etkilerini Hollywood’da taşıdılar.
Dışavurumcu alman sinemasının en önemli ve öncü sayılabilecek filmi “Dr. Caligari’nin Muayenehanesi” bu türün çıkış noktasını oluşturur.

Savaş Beyaz Perdeye Yansıyor
Amerika’nın savaş sonrası psikolojisinin ve genel atmosferin sinemaya yansıması kaçınılmazdı. Savaş sona erdiğinde evlerine dönen erkekler pek çok şeyi bıraktıkları gibi bulamamışlardı. Kadın toplumsal hayatta etkin bir rol alıp özgürlüğünü ilan etmişti ve “mutfağa” dönmeye de pek niyetli görünmüyordu. Bunların dışında askerden dönenlerin iş bulabilme endişesi vardı. Amerika o yıllarda kanunu hiçe sayan adamların egemenliğinin sürdüğü, sokaklarda kurşun yağmurlarının esip geçtiği, çetelerin her köşe başında hesaplaştığı bir toplumsal buhran dönemi içindeydi. İşte bu ümitsiz ve karanlık ortam kara filmin doğmasında gerekli olan altyapıyı hazırladı ve tür, bu atmosfer içinde ortaya çıkıp gelişti.

Empresyonist Bir Ressam ve Empresyonizm ile Realizm Arasında Bir Oğul…

| 10 February 2009 13:50

Self-Potrait; www.clarkart.edu
Self-Potrait; www.clarkart.edu

Empresyonist ressam Pierre Auguste RENOIR (1841-1919), terzi bir ailenin çocuğu olarak, Limoges’de dünyaya geldi. Ailesi, Renoir daha çok küçük iken Paris’e taşındı. Renoir, ondört yaşından onyedi yaşına kadar, bir porselen atölyesinde; bir porselen ressamın çırağı olarak çalıştı. Çalıştığı dönemlerde, ışık ve renk konusunda epeyce tecrübe edindi. 1862 yılında, Charles Gleyre’nin stüdyosuna girerek, Monet, Sisley ve Bazzile gibi önemli ressamlarla, sıkı dostluklar kurdu. Dostlarıyla, Seine ırmağı kıyısında; ressam sehpalarını kurarak çalışırlardı. Renoir, Monet gibi sadece doğa resimlerinden ziyade, insan figürleri üzerinde duruyordu.


“La loge”; satatic.howstuffworks.com

Renoir’in tarzı; Monet gibi, resimde izlenimcilik veya empresyonizm, yani 19.yüzyılda Fransa’da ortaya çıkan ve bütün sanat dallarını etkisi altına almış bir akım. Resimde izlenimcilik (empresyonizm), ışık ve renkten oluşan gerçek görsel izlenimleri; ressamların kişisel yorumları ile duygularını da katarak yansıtmasıdır. O dönem itibari ile sanatçıların, kendi duygu ve düşüncelerine göre, var olan nesneleri veya figürleri yansıtmaları; sanatta bir devrim niteliği taşımıştır. Bu akımın öncüleri, Claude Monet ve Camille Pissaro olup, Renoir’i de katabiliriz…

David Lynch Sineması

david lynch | 11 May 2008 11:18

Sinema denilen olay sırf David Lynch için icat edilmiştir diyen fanatik bir izleyen gurubuna sahip olmakla birlikte David Lynch’in kişisel bir sinema diline sahip olduğunu sanat budalalığı sosuyla harmanlanmış kendini tatmin etmekten öte gidemeyen bir mastürbatör sinema yaptıgını ileri süren Anti-David lynch taraftarı sinema seyircisi de bulunmaktadır.İlk cümlemin sınırları zorladığının farkında olmakla birlikte David Lynch ağabeyimize sevgimizin bir göstergesi olarak algılanmasını rica eder affınıza sığınırız.David lynch sinemasını anlamak için öncelikle konvansiyonel sinema kalıplarından uzaklaşmak gerektigini düşünüyorum. Çünkü David Lynch en kaba anlatımıyla konvansiyonel sinemanın bize sunduğu hiyerarşik hikaye anlatımını paramparça ediyor ve de hikaye üzerine yoğunlaşmıyor. Resim sanatıyla olan ilgisindendir ki Lynch için önemli olan görüntüdür. Son filmi Inland Empire‘de çekimler esnasında senaryoyu oluşturdugunu düşünürsek ne anlatmak istedigim daha net anlaşılır.
Günümüzde her istegine her an ulaşabilen insana eleştiri sunar Lynch… Filmlerini anlamak ya da anlamamak için çaba sarfetmeniz gerekir. Düz (aşagılama kesinlikle yoktur) Hollywood sinemasın hikaye kalıplarını reddeder. Beyin Mikseri lakabını sırf bu nedenden ötürü almış olduğu aşikardır…Çagdaş dünyanın zalimligi altında ezilen insan ruhlarının karanlık öykülerini anlatır en genel tanımıyla lakin hangi hikayeyi anlattığı değil nasıl anlattığı önemlidir. Her ne kadar hikayede bir devamlılık, zaman mekan sorunsalı ve de anlam karmaşası içinde bir bataklığa sürünsekte filmin büyüsüne kendimizi kaptırırız…