bildirgec.org

film eleştirisi hakkında tüm yazılar

Pina (2011)

menese | 18 May 2011 17:23

Alman Dans tiyatrosu Tanztheater‘ın anası sayılan, 2009 yılında kaybettiğimiz büyük Alman koreografı ve sanat yönetmeni Pina Bausch için Wim Wenders tarafından çekilmiş bir film Pina..

Usta dansçının belgesel görüntülerinin yanı sıra, Pina’nın eğitiminden geçmiş ve yanında çalışmış eski ya da yeni dansçıların ustalarıyla olan -ilişkileri de dahil- onun hakkındaki görüşleri ve de ‘Tanztheater Wuppertal Pina Bausch’ isimli topluluğun şimdiye kadar sahnelediği bazı eserlerin film için yapılmış yeni yorumları, çok iyi bir kurguyla bir 3D film hâline getirilmiş..

Cherrybomb / Tehlikeli Tutkular (2009)

menese | 04 May 2011 11:44

Alkol ve uyuşturucunun kollarında tam anlamıyla kendini bitirmiş bir zavallı adam olan babasıyla birlikte -paralı ağbinin yardımları sayesinde- yaşamaya çalışan Luke (Robert Sheehan), yakışıklı olduğu kadar -büyüdüğü çevrenin de etkisiyle- kabalıkta ve de asilikte sınır tanımayan genç bir oğlandır..
Bu ‘nahoş’ özellikli arkadaşına karşın Malachy (Rupert Grint), hem derslerinde başarılı olan, hem de henüz başlayan yaz tatilinde bir spor salonunda çalışmaya başlamış, ‘akıllı uslu’ kontenjanından bir diğer oğlandır..

Turkish History X: Çoğunluk (2010)

| 01 November 2010 12:39

Çoğunluk, “Yeni Sinemacılar” ekibinden olan Seren Yüce’nin ilk yönetmenliği. Başrollerindeyse Settar Tanrıöğen (ekibin önceki işleri “Takva”da da rol almıştı), Bartu Küçükçağlayan, Esme Madra mevcut. Kısacık bir rolde Erkan Can’ı görmek de mümkün (ki o da ekibin, yani “Yeni Sinemacılar”ın bir üyesi; ekibin önceki işleri Takva, D.A.Kısa Paslaşmalar ve Gemide’de başroldeydi).

Önce ekip hakkında biraz bilgi verelim. Zira Seren Yüce, bu ekipte. Yeni Sinemacılık Serdar Akar, Önder Çakar ve Sevil Demirci tarafından kurulmuş bir film yapım şirketi. Sonraları ekibe Seren Yüce gibi bağımsız sinemaya ilgi duyan yönetmen adayları katıldı. Serdar Akar ekipten ayrılalı epey oldu. Fatih Akın, Erkan Can gibi isimler kağıt üstünde olmasa da desteklerini sürdürüyorlar. Ekip, 90’larda toplandı ve “Yeni Sinemacılık” hareketini oluşturdu. Amaçları tıkanan sinemaya özgün bir şekil vermek ve bakir konuları alıp beyazperdeye yansıtmak. Temel hedefleri Türkiye’nin sosyal, ekonomik, politik, kültürel durumundan bir kesit alıp perdeye aktarmak. Ekip bu hedefle “Laleli’de Bir Azize”, “Gemide”, “Maruf”, “Takva”, “Dar Alanda Kısa Paslaşmalar” ve en son “Çoğunluk” filmlerini kotardı. “Çoğunluk” dışındaki filmler ekibin yazıp bir kişinin çektiği filmlerdi. “Çoğunluk” gene hareketin kurucularından değilse de üyelerinden olan Seren Yüce tarafından yazıldı ve yönetildi.

Çoğunluk, Türkiye’de yaşayan ort sınıf-üst sınıf arasında bir yerlerde olan bir ailenin yaşamına odaklanıyor. Filmin Venedik’te ödül alması (Seren Yüce- Geleceğin Aslanı) ve Altın Portakal’dan 3 büyük ödülü (Erkek Oyuncu, Film, Yönetmen) almasının haklı bir nedeni var: Hareketin amacına uygun olarak pek dokunulmayan (gerçi dizilerde sık sık irdelenen) ayrıntıları alıp sosyolojik gözlemle başarılı bir şekilde yansıtmasında yatıyor.

Öncelikle bir olumsuz eleştiri… Açıkçası ekibin 90’ların (aslında sinemamızın) önemli işleriyle bu filmi karşılaştırdığımızda diğerleri karşısında sönük kalıyor Çoğunluk. Gene de S.Yüce, Y.Sinemacılık hareketinin özünü kavramış ve buna paralel şekilde çekmiş filmi. Görüntü yönetmenliği, sanat yönetmenlikleri idare eder bir biçimde. Bu tür filmlerde görüntü yönetmenliği hep daha kaliteli ve başarılı olur. Bu kez tam öyle olmamış. S.Yüce’yi ise yönetmenlikten çok senaristlikte başarılı buldum. Aslından hepsinden de öte gözlemde ve sosyolojide çok başarılı. Emile Zola’nın kurucusu olduğu naturalizm akımının izlerini görmek mümkün bu filmde.

Manhattan Murder Mystery (1993)

queennothing | 17 July 2009 09:43

Larry Lipton ve Carol Lipton, uzun bir evliliğin, heyecansız ve can sıkıcı yanını paylaşan, birbirlerinden oldukça farklı ve orta derece uyumlu bir çifttir. Larry’nin spora ilgisi, Carol’un ilgisizliği; Carol’un opera sevdası ve Larry’nin anlayamadıklarına katlanamama huyu, birlikte geçirdikleri hayatın bir parçası haline gelmiştir. Sıradan bir akşamın sonunda evlerine dönen ikili, apartmanda, yan komşuları Paul House ve Lillian House çiftiyle karşılaşır. Carol ve Larry, davet üzerine geceye House çiftinin evinde devem eder ve çiftin misafirperver tavırlarının yanında, yıllardır birlikte olmalarına rağmen, birbirlerine aşırı ilgi göstermeleri, Lipton çiftini etkiler.
Evliliğinde heyecanın eksikliğini hisseden Carol, yaşlı çiftin sempatik tavırlarına imrenir. Larry ise, karısının tam aksi, kötümser ve umursamaz haliyle, Carol’unkilerden farklı yönde ilerleyen takıntılarıyla dolmuş, evliliğinde hçbir eksiklik hissetmez.
Karısından boşanan Ted ise, Larry ve Carol’un en yakın arkadaşıdır. Kadınlarla yolunda gitmeyen işleri, Ted’i ilk aşkı, Carol’a yöneltse de, Carol, durumu farketmemektedir.

Bir sonraki akşamda, apartmandaki hararete koşan Lipton çifti, Bayan House’un, kalp krizine yenik düşerek, hayatını kaybettiğini öğrenir. Durumun şaşkınlığını yaşayan Carol ve Larry, Bay House’a yolda rastlarlar ve taziye dileklerini bildirirler. Rahat tavırlarıyla karısının ölümüne alışmış görünen Bay House, Carol’un dikkatini çeker. Duruma anlam vremeyen Carol, Bay House’un şüphe çeken tavırlarına kayıtsız kalamaz ve işin peşine düşer. Başını belaya sokmak istemeyen Larry, monoton hayatına yeni bir heyecan istemeyecek kadar tekdüze bir adamdır ve Carol’u engellemeye çalışır.

Manhattan (1979)

queennothing | 06 July 2009 18:17

1935, New York doğumlu usta yönetmen Wood Allen‘ın, Brezilyalı senarist / yönetmen Marshall Brickman ile birlikte yazdığı, yazlnız yönettiği 1979 yapımı “Manhattan“, Allen’ın Manhattan’a olan sadakati ve sevgisinden, kadın – erkek ilişkilerine uzanan bir hayat dersi.
42 yaşında olan Isaac Davis, ünlü bir TV kanalında senaristlik yapmaktadır. İki kere evlenip, boşanan Isaac, henüz 17’sinde olan Tracy ile ilişki yaşamaktadır. Kanaldaki işinden istifa eden Isaac, uzun zamandır planladığı ‘kitap yazma’ işini gerçekleştirme zamanının geldiğini düşünür ve kitaba başlar. İkinci eşiyle ‘başka bir kadın’ yüzünden boşanan Isaac, oğlunun annesinin ‘biseksüellik’ten, ‘eşcinselliğe’ geçişini ve boşanmayla sonuçlanan evliliklerini anlatan bir kitap yazacak olmasını sindiremez ve saklayacak bir şeyi olmadığını iddia etmesine rağmen, ‘açığa çıkma fikri’, kaygıyla yaşamasına sebebiyet verir. Çok düşünen, çok konuşan, fazla olgun ve fazla çocuksu, kaygılı ve narsist, rahatsız ve kendine özgü bir adam olan Issac, arkadaşı Yale’in sevgilisi Mary ile tanışır. Evli olan Yale, karısını, fikirlerini savunan ve iddialı bir kadın olan Mary ile aldatmaktadır ve Isaac, bu kadından hiç hoşlanmaz.

Isaac’e göre fazla genç olan Tracy, Londra’dan sinema üzerine 6 aylık bir eğitim paketi kazanır, fakat Isaac’i sevdiği için gitmek istemez. Aradaki yaş farkını ve Tracy’nin hayatına girecek olan erkekleri düşünen Isaac, genç kıza soğuk davranır ve başka bir kadınla ilişkisi olduğunu söyler. Tracy’nin saflığının etkisinden kurtulamayan Isaac, Yale’den ayrılan Mary’ye aşık olmuştur ve ikili, ciddi bir ilişki yaşamaya başlar. Olayların tersine dönmesi, bir süre sonra ne Yale’i, ne de Mary’yi rahatsız eder.

Echelon Conspiracy (2009)

queennothing | 22 June 2009 10:57

11:14“ün Amerikalı yönetmeni Greg Marcks‘ın yönetmenliğini üstlendiği, 2009 yapımı “Echelon Conspiracy“, Michael Nitsberg ve Kevin Elders tarafından yazıldı.
Tahmin edilebiliriği yüksek bir film olan ve konu itibariyle, 2008 çıkışlı “Eagle Eye” adlı yapıma benzeyen “Echelon Conspiracy“, aksiyon sahneleriyle, izleyicisinin dikkatini açık tutmaya çalışıyor.
1978, Amerika doğumlu aktör Shane West‘in başrolünde yer aldığı filmde, Edward Burns, Ving Rhames, Steven Elder, Sergey Gubanov ve Tamara Feldman gibi isimler de yer alıyor.
İsimsiz bir kutuyla, kendisine hediye edilen cep telefonunu kurcalayan Max Peterson, telefondan gelen komuta kulak verir. Alet, Max’ın kaldığı oteldeki bir indirimden bahsetmektedir ve genç adam, duruma bir anlam vermeye çalışarak, lobiyi arar. Lobi, bu indirimin henüz yapıldığını ve kimsenin haberdar olmadığını söyler. Duruma anlam veremeyen, yine de cep telefonunu bırakmayan genç adam, telefona gelen mesajları okuaya başlar. Zamanla, ‘birisi’nin kendisine şaka yaptığını düşünür ve sinirlenir; fakat, bir süre sonra, gelen mesajların, hayatını kolaylaştıracak fikirler ve onun adına kararlar verdiğini farkeder. Durum, kumar masası için de geçerlidir. Oturduğu kumar masasından, yüklü miktarda parayla ayrılan genç adam, tanıştığı genç Kamila’ya aşık olur.

Babel (2006)

queennothing | 19 June 2009 18:00

Amores Perros” ve “21 Grams” gibi başarılı yapımların Meksika asıllı yönetmeni Alejandro González Iñárritu‘nun 2006 yapımı filmi “Babel“, tıpkı diğer filmleri gibi, hikaye içinde hikaye barındıran etkileyici bir drama.
Richard ve Susan, iki çocuklu bir çifttir. Diğer çocukları olan Sammy, hayatını kaybettikten sonra bunalıma giren Susan, Richard’la katıldıkları bir tur sırasında, vurulur. Amerika’dan, Fas’a uzanan turda, otobüsün cam tarafında oturan Susan, nerden geldiği belli olmayan bir kurşunla, omzundan yaralanır. Otobüs durdurulur, en yakın köye gidilir. Kan kaybeden Susan’ın yarası, ilkel yöntemlerle dikilse de, genç kadının kanaması ölümcüldür. Elçiliği arayan Richard, acil ambulans gönderilmesini talep eder. Karısını kaybetme ihtimali, genç adamın daha da gerilmesine neden olurken, otobüsten inen turistler, aracın daha fazla bekletilemeyeceğini söyleyerek, genç adamın baskı içinde, iki arada kalmasına neden olur. Babil’deki sınırlı imkanlarla Richard, karısını kurtarmak için elinden geleni yapacaktır.

Ahmed ile kardeşi Yussef, babasıonın fazla fazla para dökerek satın aldığı tüfekle tepelere çıkarak, çakal avına gider. İyi bir nişancı olduğunu iddia eden küçük Yussef, bunu abisine kanıtlamak için metrelerce öteden gelen otobüse ateş eder. Amerikalı turistleri taşıyan otobüste, cam kenarında oturan genç bir kadın vurulur. İki kardeş, artık resmen ‘suçlu’dur.

Barry Lyndon (1975)

queennothing | 18 June 2009 15:46

Usta yönetmen Stanley Kubrick‘in, “A Clockwork Orange“den sonra, 1975 yılında, William Makepeace Thackeray‘ın romanından uyarlayarak sinemaya aktardığı “Barry Lyndon“, dönem filmlerine, ‘Kubrick tarzı’ bir bakış kazandırdı. 1941, Kaliforniya doğumlu aktör Ryan O’Neal‘ın başrolünde yer aldığı film, 4 Oscar Ödülü kazanırken, Kubrick’e 3 dalda Oscar adaylığı getirdi.
Redmond Barry, babası bir düelloya kurban gitmiş, annesiyle yaşayan, kuzeni Nora’ya aşık, pasif görünümlü bir gençtir. İngiliz asilzadelerine gıptayla geçen zamanı ve Nora’ya olan aşkı, genç kadının, Yüzbaşı Quin’le olan yakınlaşmasını kıskanmasına sebep olacaktır. Çiftin evlenme kararı, Redmond’un dengesini bozar ve Quin’i, herkesin ortasında aşağılayarak, düelloya davet eder. Zor durumlarda, ‘aptal cesareti’ne güverek ani kararlar veren ve dolayısıyla sürekli hata yapan Red, Yüzbaşı Quin’in acemi ve korkak tavırlarıyla daha da cesaretlenir. Tek atışta yere yığılan Yüzbaşı Quin, ‘bir Yüzbaşı’nı öldürdüğü için’ hayatı tehdit altına giren Red’in, şehirden ayrılmak zorunda kalmasına sebep olur. Yanına, annesinin birikimlerini alan Red, yolda iki kişi tarafından soyulur.

Saraband (2003)

queennothing | 17 June 2009 11:40

1973 yapımı “Scener ur ett äktenskap“ın devamı olan, 2003 yapımı “Saraband“, 2007 yılında hayatını kaybeden değerli yönetmen Ingmar Bergman‘ın son TV filmi.
Boşanmalarının üzerinden yıllar geçmesine rağmen görüşmeye devam eden Marianne ve Johan, genç sevgilisi Paulina ile evlenen Johan’ın, ‘Henrik’ adında bir oğlu olmasından sonra bir daha görüşmemeişlerdir. Şehirdışında, orman içinde, tek katlı bir evde yalnız başına yaşayan Johan, kendisini ziyarete gelen Marianne’yi görünce mutlu olur.
Marianne, Johan’la olan kızlarından birinin yurdışında, birinin de akıl hastanesinde olduğunu, yalnız yaşadığını ve hala avukatlı yaptığını anlatır. Johan ise, biraz ilerde, oğlu Henrik’le, torunu Karin’in yaşadığını ve torunu Karin’le araları iyiyken, Henrik’e karşı nefret ettiğini; Henrik’in karısı ölünce, kızı Karin’e duygu sömürüsü yaparak, terkedilmekle yüzleşmek istemediğini ve onun, kaba ve tamemen amaçsız bir adam olduğunu anlatır.

Scener ur ett äktenskap (1973)

queennothing | 15 June 2009 11:49

İlişkileri güçlü bir şekilde betimleyen yönetmen Ingmar Bergman‘dan, ‘kadın – erkek ilişkileri’ üzerine bir film daha; “Scener ur ett äktenskap“. 1973 yapımı, 165 dakikalık filmde Liv Ullmann ve Erland Josephson, başrolde yer alıyor.
Marianne, boşanma avukatıdır. Uzun süredir Johan’la evli olan Marianne, arkadaşları Peter ve Katarina’yı yemeğe davet ettikleri bir akşamda, çiftin arasında gelişen ve zamanla alevlenen kavgaya şahit olur. Johan, olaya kayıtsız kalırken, Marianne, içten içe kendi evliliğinin gidişatından da şüphe etmektedir. Johan’la aşkla bağlı olan genç kadın, bir akşam kocasına, ilişkileri ve cinsel hayatları hakkında sorular sorar. Aldığı cevaplardan, ilişkilerinin ölmek üzere olduğunu anlayan Marianne, evliliğinin bitmemesi için elinden geldiğince çaba gösterir.
Johan içinse durum, farklıdır. Hem kendi, hem de Marianne’in ailesinin tüm baskısını üzerinde hisseden Johan, artık pes etmiştir. İş için şehirdışına gittiği birgün, ‘Paula’ adlı genç bir kızla gönül ilişkis yaşar. 23 yaşındaki kıza aşık olan Johan, eve döndüğünde durumu Marinne’e anlatır. Gururu incinen Marianne, Johan’ın anlattıklarını sessizlik ve anlayışla karşılar. Her şeye rağmen kontrolünü kaybetmeyen Marianne, Johan’a olan tüm sevgisiyle, O’ndan ‘genç aşkı’nı anlatmasını ister. Kendisini aldatan kocasından nefret etmek bir yana, yıllardır eksilmeden katlanan sevgisini göstermekten çekinmediği o gecenin sabahında, Johan evi terkeder. Marianne ve iki kızı, artık geçmişte kalmıştır.

Ancak, durum hiç de böyle olmaz. Yıllarca devam eden evlilik, çift arasındaki paylaşımlar ve herşeyden önemlisi ‘bağlılık’, silip atılamayacak kadar güçlü ve sabittir. Marianne ve Johan’ın ilişkileri, tutku ve heyecanla harmanlanmış cinsellikle, dürüstlüğü katarak, yeni halini alır.