Alk. %90 Hacmen
Alk. %90 Hacmen

Etrafını saran ağır, karanlık bir sis tabakası. Seni çepeçevre sarmış uğursuz, lanet bir bulut. Nereye gidersen git seninle beraber gelen sadık bir köpek gibi. Gözlerinden içeri girdiğinde gözlerin yanar, bütün sinir uçlarını acıdan kör eder ama. Bakarken göremezsin, bakar körsündür. Kulaklarının içini öyle bir bir doldurur ki hiçbir şey duyamazsın. Sessizliğin gürültüsü kulaklarını sağır eder. Uğultudan beynin zonklar.
Almaya çalıştığın her solukta ciğerlerine dolan o soğuk şey yüzünden nefesin kesilir, boğulacak gibi olursun. Ciğerlerinden kanına karışır, en ince damarlarına kadar işler. Parmak uçlarına kadar hissedersin onun soğukluğunu. Yakıcı bir soğuk. İçin ürperir, terletir.
Bütün beyin hücrelerin onunla meşgul(dolu) olduğu için düşünebileceğin fazla bir şey yoktur. Sürdürmeye çalıştığın yapmacık yaşantında, rol icabı katıldığın hayatta hep kurtulmaya çalışırsın ondan. Ama hep aklındadır o. Su içerken, toplantı için sunum hazırlarken, kahveni fincana koyarken, elinde kalem çevirirken, televizyon izlerken… Tam o anlarda, tam zihninin boş olduğunu sandığın o anlarda aniden çıkar ortaya. Bir an durusun. Yüzlerce şey, binlerce soru gelir birden aklına. Gözlerin dalar. Binlerce yıl gibi geçen bir an. Her yıl ayrı bir soru sorarsın kendine, hiçbirinin cevabını bulamazsın. Her defasında bulamamışsındır, bundan sonra da bulamayacaksın. Sonra, o an geçer birden. Ama gün içerisinde defalarca tekrarlanır. Hayatın akışı ile üstü ötülür. Başkalarının hayatları, dertleri ile ninniler, masallar anlatılarak uyutulur. Susturulur. Daha doğrusu öyle olduğunu sanırsın. Ta ki hava kararıncaya kadar…
Akşam evin kapısına geldiğinde içeride seni beklediğini bilirsin. Acaba dersin, acaba arkadaşıma mı gitseydim? Kapıyı tırmalaması, kesik kesik senin adını fısıldaması dikkatini dağıtır bir an için. Derin bir nefes alıp kapıyı açarsın. Ve işte o, tam karşında. Yılların eskitemediği dostunuz, daha bir özlemiş şekilde kucaklar seni, sarıp sarmalar. “Nerede kaldın?”
Yemek yemek istemezsin, çünkü onunla beraberken yediğiniz yemek midenize oturur. Çoğunlukla iştahınızı kaçırır. Film izleyeyim bari dersin. Komik bir sahnede beraber gülmek için başını yan tarafa çevirirsin istem dışı olarak, onu görürsün. O an atacağın kahkaha boğazında düğümlenir, büyür. Müzik dinleyeyim bari dersin. Ama her dinlediğin parçanın onun için olduğunu bilir, sen de bilirsin. Tam karşında, suratında sinsi bir gülümseme ile şarkılara eşlik eder. O sevinir, sen üzülürsün.
Bitmek bilmez o geceler. Öyle zamanlar olur ki konuşmamaktan sesin kısılır. Konuşamamaktan daha doğrusu. Kendi kendine konuşursun bazen geçsin diye. Çatallaşmış sesler çıkar dudaklarının arasından henüz kelime olmamış. Onunla geçirdiğiniz her saniye acı verir. Onu besleyen şeyde budur zaten, bilirsin. Ama sistem oturmuştur. Sen acıyı çekersin, o büyür. Büyür, seni çeker. Canı, sen çeker. Senin canını çeker. Ruhunu soğutur. Yavaş yavaş yaşama sevincini alır içinden. Ama yaşamak dediğin şey nedir ki zaten? Sabah kalk, işe git, öğle yemeği, tekrar iş, akşam işten çık, eve git. Msn, mailler, film (dipteeyiiim, sondaayıım, depresyondayıııım..) olmadı kitap oku, uykun gelsin, uyu, uyuma. Sabah kalk, baştan başla. Bunu mu alacak benden. Al, senin olsun. Gereksiz bir hayat gibi. Sistem böyle ama sanırım. Olmadı, beceremedim. Sisteme uyamadım. Keşke mavi hapı seçseydim diyorum bazen kendi kendime. Hiçbir derdim olmazdı. Allahın belası masallara inandım yine. Nefret ediyorum masallardan.