bildirgec.org

edebiyat hakkında tüm yazılar

Dinamit’in Mucidi Alfred Nobel ve Ödülleri

Jafar | 22 March 2010 17:03

Nobel ödülleri adını Alfred Nobel’den alıyor. Peki kimdir bu, dünyanın en prestijli ödülleri olarak anılan Nobel ödüllerinin mimarı?

Kendisi İsveçli bir kimya dehası olarak adlandırılıyor. Deha demekle dinamit gibi insanlığa çok faydalı bir buluşun sahibine hakaret bile etmiş olabiliriz. Kendisini o kadar kaptırmış olsa gerek ki, bu merakı yüzünden öz kardeşinin küçük yaşta ölümüne sebebiyet vermiştir.

Hamsin 14: Sanatçı ‘Uyanışı’

admin | 15 February 2010 10:39

Uyandım. Bir döndüm yatakta şöyle; başucumdaki suyu dikip içtim. Beyaz perdemden donuk bir ışık geliyor. Yan döndüm. Büzüldüm. Sehpanın üstünde bir kitap var. Öyle, baktım uzun zaman kitaba. Ne kitabı bu yahu? Burada mıydı? Kimin kitabı. Yüzükoyun döndüm. Yatağımın solundaki kalorifer peteğinin üstünde sıra sıra dizilmiş kitaplar. Bazısı yeni, bazısı kopuk. Bunlardan bazısı epeydir burada. Bazısı arada yenileriyle yer değiştiriyor.

Bir adaya düşmüşüm mesela şimdi… Ada ıssız. Sadece bu solumdaki kitaplarla düşmüş olsam… Ne kadar zaman idare eder acaba bunlar… Dönüşümlü okusam hep. Diğerini okurken ilkini unutmaya çalışsam. Böylece tekrar okuyuşlarda hep ilk okunuştaki lezzeti bulmaya çalışsam. Neyse… Kimin bu kitap o sehpadaki…? Telefonumun yanında. Telefona hiç bakmayayım. Göbeğim açılmış uyurken. Hafiften üşüyorum. ‘Tembeller şahı’ dedim kendime.

Akşam kafadan bir tarif uydurup ‘çiiizkek’ yapmıştım. Telefona uzandım. Bir mesaj… Baktım. ‘Sevgililer gününüz kutlu olsun…’. Bu da kim. Numara hiç tanıdık değil. Bir arasam mı… Ne arayacağım yahu!

Bugün birileriyle yürümek istiyorum. Hava ılık galiba. Ilık havada yürüsem. Bir sevgiliyle olması şart değil. Keşke… Bir bakayım kimmiş bu. Numaramı gizleyip yorganın kenarından çıkardığım koluma dayandım. A… Bir erkek sesi? Kapattım hemen. Kimse kim, bana ne. Tanımadım sesi.
Telefonu sehpaya bıraktım. O kitabın yanına. kimin bu kitap yahu? Buradan bakınca sırt kısmı görünmüyor. Kapağı da yabancı gibi. Tanıyamadım. Uzanıp aldım. Edebiyat kuramları ve eleştirisi. Allah Allah… İçine baktım… 15. basım. İçindekilere gözattım. Önsözler… Birinci baskıya önsöz, onuncu baskıya önsöz… Öf…

İlk sayfaya baktım. “Sanat nedir, sorusuna ilk verilen cevap… Sokrates der ki, elinize bir ayna alın… Onaltıncı yüzyılda Van Dyck demiş ki, ‘Bunlar ayna, evet resim değil ayna bunlar’. Dr. Jonshon, Stendhal, bizde de Recaizade Mahmut Ekrem, sanatın, hikaye ve romanın ayna olduğunu… Görüngüler, yansımalar… Üç şekilde olurlar. Yüzey gerçekliğini, tümeli (özü) yahut ideal olanı yansıtır…”

Kapattım kitabı. Gözlerimi de kapattım. Sonra hafifçe araladım kirpiklerimi. Sarı yorganın kenarından peyaz perdeye doğru, kirpiklerimin arasından baktım. İşte tamam? Tıpkı Monet’nin tabloları gibi oldu ‘görüngü’. Sanat yaptım işte. Herkes kirpiklerinin arasından böyle baksa… Olur mu olur.

Bu Monet’nin ayçiçekleri resmi vardı. Van Gogh’un da vardı. Benim de en sevdiğim çiçek ayçiçektir. Kocaman kafalarıyla neşeli ve azman görüntüleri vardır. Monet’nin ayçiçekleri, sakin bir ikindi vakti derli toplu, temiz bir evde masanın üstünde duran, zamanın akışını umursamayan huzur dolu çiçekler. Sanırım bu evde parkeler cilalı. Sigara da içirtmiyor sahibesi. Oysa Van Gogh’un ayçiçekleri akla ölümü getiriyor. Sanki evde ağır hasta, ama hastalığı uzun zamandır devam ettiği için artık yakınları tarafından kanıksanmış biri varmış gibi. Hastanın kocası manyak bir ihtiyar olmalı. Hava sıcak, içerisi de havasız ve loş olduğu için torunlar içeriye girmiyorlar pek. Gelinler de komşularla ‘laklak’a dalmış. Oğullar zaten ilgilenmez. Atmışlar hasta analarının bakımını karılarının üstüne… Aylardan Ağustos…

ERNST BARLACH: Bir dışavurumcu

admin | 10 February 2010 16:16

ERNST BARLACH (1870-1938)
ERNST BARLACH (1870-1938) “Modern Çağın Heykeltıraşı”

19. yüzyılın sonunda, dünyanın ve özellikle Avrupa’nın ekonomi, politik ve sosyal boyuttaki hızlı temposuna ayak uydurmaya çalışan insanlar yeni yaşam koşullarını yaratmaya çabalarken dünyaya geldi Ernst Barlach. Devrimler yaratan bilimsel buluşlar, savaşları ve daha fazla hırsı doğurdu bünyesinde.

Barlach tüm bunlara uyum sağlayamadı. Bu büyük değişim yaşanırken, l. Dünya Savaşı‘nın gölgesinde, yaşamak dışında hiçbir kaygısı bulunmayan yalın ve doğal insanlarla buluştu. Onları anlamaya çalışırken, daha iyi bir dünyanın mümkün olabileceğine inandı, onun hayalini taşıdı ve eserlerine inancını taşıdı.

ll. Dünya Savaşı arifesinde ve sırasında bu düşünceleri sansürlendi. 1933 yılından itibaren eserleri arasında yer alan büyük anıtlar ya kaldırıldı ya da yıkıldı, müze ve galerilerdeki yüzlerce eserine el kondu, sanatçının kendisine de “yozlaşmış” damgası vuruldu ve dışlandı.

Ernst Barlach, hayatı boyunca basit ve gündelik yaşamdan dem vurdu. İçki içen, dua eden insanları, peygamberleri, konuşmayan hep suskun kalan insanları, arayış içindeki figürleri, her daim endişelileri, tembelleri, çalışkanları, dans edenleri kısaca tüm insanları anlattı eserlerinde. Alman ekspresyonizminin en tanınmış sanatçısıydı Ernst Barlach.

Açık havada sosyal psikoloji dersi

admin | 09 February 2010 12:31

Açık havada sosyal psikoloji dersi
Kahraman Çayırlı

Haberler malumunuz. Kadınlar güçbela, arada derede doğurdukları bebeklerini bir şekilde yok etmeye, yok kılmaya çalışıyorlar. Özgeçmişler, hikayeler biraz değişiklik gösterse de öz bu. Erkek egemen haber dilleri, medyalamaları hazırola geçti hemen, etiket hazır: Vicdansız anne(ler). Metinler, yazılar tek taraflı, kadınlar ve bebekleri var ortada, ya babaları? Niye kimse babalardan söz etmiyor.Vicdansız olan anneler değil bir kere. Özellikle aileleri olmak üzere tüm toplum olarak biz (vicdansızız) suçluyuz. Anneyi değil, hepimizi tutuklamalılar. Hepimiz, her birimiz suçluyuz. Açık havada sosyal psikoloji dersi. Toplum, kurallı kollarıyla öyle sıkboğaz ediyor ki bireyi, düşünün bebeğini tuvalette doğurup çöp sepetine atabiliyor, birey. Ailenin, toplumun “sosyal etki”si diye buna denir işte. İşaret parmaklarımız hazır: Anne suçlu, kadın suçlu. Tecavüze uğrayan masum kız çocuğunu hangi mantıkla suçlayabiliyoruz, sizin aklınız alıyor mu? Klişe ama mantığınıza sığıyor mu?Topu birbirimize paslamaktan hiç yorulmuyoruz. O suçlu, bu suçlu herkes bir başkasına atıyor suçu, tamam. Kimsenin olayların derinine bakası yok. Üstünkörü, hadi bir suçlu bulalım hemen, naylon poşeti geçirelim kafasına, tamam artık tanrılara kurban olarak onu sunarız. O üniversite öğrencisinin bebeğini çöpe atmasında senin, benim hepimizin suçu var. Düşünün bu kadar uç bir noktaya varabiliyor sosyal etki dediğimiz olgu. Koca bir topluma karşı kendini savunmaya çalışan birey.

MAKSİM GORKİ; Gerçek bir idealist

admin | 02 February 2010 12:07

Maksim Gorki, gerçek adıyla Aleksey Maksimoviç Peşkov 28 Mart 1868’de Rusya Novgorad’ da doğdu. Yoksul bir hayat geçiren Gorki, 5 yaşında babasını kaybetti, bunun üzerine annesi ikinci evliliğini yaptı. Küçük yaşta yetim kalınca anneannesi ve büyük babası tarafından büyütüldü. Hemen hemen hiç okula gidemedi, belki bir iki hafta öğrenim görebildi. 8 yaşında iş hayatına atıldı. Bir gemiye bulaşıkçı olarak girmişti ama içten içe bir okuma isteği vardı içinde, ne yapsa bastıramadığı içindekileri dışa vurma, insanlarla paylaşma isteği günden güne bir çığ gibi büyüyordu beyninde. Hayatı fakirlik ve acı içinde geçiyordu. Bu sebeple Rusçada acı anlamına gelen ‘Gorki’ adını aldı. Gençlik yıllarını bir serseri gibi geçiriyordu, intihara bile kalkıştı, ordan oraya bütün Rusya’yı gezmişti. Bu sırada öykü yazmaya da başlamıştı. Yazdığı öyküler özgürlük için mücadele eden, halkı ve vatanı için başkaldıran insanları anlatıyordu. Öyküleri dergilerde yayınlanıyordu. Fırtına Kuşunun Türküsü adlı kısa bir şiiri yüzünden Çar’la arasında anlaşmazlıklar çıktı ve kısa bir süreliğine tutuklandı.

1895 yılında Petersburg‘da bir dergide yayına çıkan ‘Çelkaş’ adlı öyküsüyle ünlendi. Hemen arkasından da ‘yirmialtı erkek ve bir kız’ adlı öyküsü yayınlandı. Artık herkesin tanıdığı bir yazardı. Hapisten çıktıktan sonra 1906 yılında yazdığı ve Rus devrimine adadığı ‘ANA’ adlı ünlü romanını çıkardı.
Maksim Gorki, Rusya için çok mücadele verdi. Herzaman barıştan, doğruluktan yanaydı. Rusya’nın 1. dünya savaşına girmesine karşı çıktı, Bolşeviklerin iktidara geçmesini eleştirdi. Demokratlar bile çekinirdi ondan, kalemi kılıç kadar keskindi.
Artık Rusya’ yı bıkaran Gorki İtalya’nın Sorrento kentinde yaşamını sürdürme kararı aldı. (1921-1928) Fakat ısrarla çağırmaları üzerine 1929 yılında tekrar Rusya’ ya döndü. Stalin‘ i destekledi. Sovyet yazarlar birliği başkanı oldu ve ölene dek orada yaşadı. 1936 yılında hayatını kaybeden ünlü yazarın ölümü şüpheli bulundu. Bir suikaste kurban gittiği de düşünülen Maksim Gorki’ nin adı doğduğu kente verildi.
MAKSİM GORKİ’ NİN TÜRKÇE’ YE ÇEVRİLEN ESERLERİ
Roman
Foma (1899, 1983)
Ana (1906, 1979)
Halk Düşmanı (1907, Türkçe’ye “Yararsız Bir Adam” adıyla (1979)
Matveya Kojemyakin (1910, 1984)
Klim Samgin’in Hayatı (1936, 1975)
Artamonovlar (1977)
Küçük Burjuvalar (1901, 1967)
Arkadaş
Fırtınanın Habercisi
Çocukluğum
Üçler , (1900)
Soytarı
Ekmek İşçileri
İki Kafadar

Öykü
Yirmi Altı Erkek ve Bir Kız (1939)
İtalya Hikayeleri (1911, 1970)