bildirgec.org

edebiyat hakkında tüm yazılar

Karakterinin adını alan kadın: Anna KAVAN

queennothing | 14 May 2010 11:29

Bencil, katı görünümlü; katı kalpli, tahammülsüz ve sevgisiz bir kadının ve 14 sene sonra hayata gözlerini yumacak bir adamın kızı olarak dünyaya gelen Helen Emily Woods, 10 Nisan 1901 tarihinde, Fransa’nın Güney kesiminde yer alan Cannes‘da dünyaya geldi. Aynı adı taşıdığı annesinin kendisini sevmediğini; dahası, içten içe nefret beslediğini ve kızı olarak görmediğini anlayan küçük Helen, 14 yaşına geldiğinde hayatın bambaşka bir yüzüyle tanıştı; babası Claude Charles Edward Woods ölmüştü. İlk ve tek sevdiği insan olarak gördüğü babasının ölümünün verdiği derin acıyı içinde saklayan Helen, annesinden çok amcasıyla vakit geçirmeye başladı. Bir kaç defa okul değiştirdikten sonra Avrupa’dan Amerika’ya; Kaliforniya’ya geldi. Daha sonra İngiltere’ye gidip, Oxford’a yazılan Helen, ne okuluna, ne de çok sevdiği İngiltere’ye alışabildi ve ‘genç kızlık’ bunalımına girdi.
Uyumsuz tavırları, çevresi tarafından iyi karşılanmıyordu; bu sebeple hep yalnız kaldı. Yalnızlığın üzerine, annesinin soğukluğu yüzünden olamadığı ‘rol modeli’ eksikliği çektiğinin farkında olmadan kadınlığa, büyütülmeye ve geleceğe erken den adım attı; amcasının sayesinde tanıştığı Donald Ferguson ile romantizm yaşamadan nikah masasına oturan genç Helen, Asya’nın Güneydoğusuna; Birmanya’ya taşındı. Oldukça soğuk ve Helen’e karşı kayıtsız davranan Donald ile sonu gelmeyen tartışmalar yaşayan genç Helen, hamile olduğunu öğrenince evliliğini kurtarmayı düşündü ve Donald için kendinden feragat etti.

‘Brian’ adını verdiği bir oğlan çocuğu dünyaya getiren Helen, neredeyse hiç konuşmadığı kocasından gitgide uızaklaşıyor; ilk defa kendi dünyasını yaratıyordu. Yazmaya başlayan genç kadın, ilk kitabını 1929 senesinde “A Charmed Circle” adıyla çıkardı. 1930 senesinde “Let Me Alone” (Beni Rahat Bırak) ve “The Dark Sisters“ı (Esmer Kardeşler) çıkaran Helen, başkarakterlere hep kendi adını ve soyadını veriyordu. Aralarına derin bir uçurum giren kocası Donald’a da sık sık gönderme yapan genç kadın, 1935 senesinde “A Stranger Still“i, 1936 senesinde “Goose Cross” ve 1937 senesinde de “Rich Get Rich“i (Zengin Zengini Alsın) yayımlattı. “Rich Get Rich”ten sonra hem Donald’a, hem de onun soyadına veda ederek, tekrar Helen Woods ve özgür oldu.

gereksiz önsezi

astral | 03 May 2010 09:13

Kehanet değil. Bir şehrin ızdırabı geçiyor gemilerin tasalarından daha çok.

Azizliğin ortadan kalktığı düzlemlere ‘aşk’ diyoruz şimdi.

Izdırapların iplere dizildiği selametler, dilimize pelesenk olmuş ve kalbimizde çoktan taht kurmuş; aşkı tahtından edip.

‘Edeceğim’ dediklerimiz hep oluşlarda kalmış. Issız bir anı olmaktan acı ne vardır? Acının kabulüdür elbette.

Var’ım derken ve tüm varlığını senin bulurken, bu tekinsiz dünyada oysa en tekinsiz olanlardan biri aşkmış. Bilmemişim.

Tanrının gülünçlüğünü keşfeden bir aziz tahayyül etmek ne denli zor ise, işte aşk da; zahmetlerin beyhudeliğini kanıtlayan içtepi.

Ubor Metenga

kahramancayirli | 20 April 2010 13:57

Genç edebiyat çok mühim. Çok çok önemli. Filizler oradan beliriyor, aykırı sesler, güzel cümleler. O yüzden Ubor Metenga çok mühim. Günbegün zenginleşen içeriğiyle, sürprizli güzellikleriyle, öyküleriyle, söyleşileriyle, değinileriyle edebiyatın nabızlarından biri burada atıyor.

kitlecizgisi.com adresinden alınmıştır
kitlecizgisi.com adresinden alınmıştır

Siz de takip edin, metinlerinizle siteyi zenginleştirin. Gençler olmazsa iyi edebiyat olmaz, bu unutulmamalı.

Birhan Keskin Soğuk Kazı

kahramancayirli | 16 April 2010 13:18

ucankus.com adresinden alınmıştır
ucankus.com adresinden alınmıştır

Şarkı şiir kitap film önerileri. Yeşim Ustaoğlu’nun Pandora’nın Kutusu filmini izleme fırsatı yakaladım. Aldığı onca ödülü hak eden, eli yüzü düzgün, naif, sade ve etkili bir Türk filmi. Ne kadar gurur verici. 90lar Türk Sineması’nın çıkardığı iyi yeni yönetmenlerden biridir Ustaoğlu. Güneşe Yolculuk filmi de ayrıca dikkate değerdir.

Rasim Özdenören’in hikaye kitaplarını okudum. Çarpılmışlar ve Kuyu isimli kitaplarındaki üslubu takdire şayan. Yenilikçi ve dikkat çekici.
Fakir Baykurt’un Kaplumbağalar kitabı sahi on numara bir kitap. Köy romanlarını oldum olası sevmişimdir. Aramızda roman yazmaya cüret edenler varsa (mesela ben), başucu kitabı olabilir, yol gösterebilir.

Her Son Acımasızdır : Kara Kule

angelsdemos | 30 March 2010 12:14

“Siyahlı Adam çölge kaçıyordu. Silahşör de peşindeydi.” İşte böyle başlar Orta Dünya’daki son silahşör Roland Deschain’in destansı yol öyküsü ve böyle biter.Stephen King, 2000 sayfadan fazla ve toplam 7 kitaptan oluşan bu öyküyle sizi o fantastik ve inanılmaz dünyasına alıverir.

Stephen King’in kariyerinin baş yapıtı olarak gösterdiği Kara Kule serisi büyük önem taşıyan bir başyapıttır.King’in, Robert Browning’in “Childe Roland Kara Kule’ye Geldi” adlı şiirinden, J.R.R Tolkien’in ve C.S. Lewis’in epik ve fantastik hikayelerinden, Sergio Leone’nin ünlü vahşi batı filmlerinden esinlenerek yaptığı bu eseri tamamlaması yaklaşık 34 yılını aldı.Bu süreçte King, sadece hikayeyi anlatmadı Kara Kule yazarın diğer eserlerine de sıçrayarak Stephen King hikayelerinin merkezine oturdu.

İÇİMİZDEKİ AYLAK ADAM

illag | 29 March 2010 17:50

“Neden ben de sizin gibi olamıyorum? Bir ben miyim düşünen? Bir ben miyim yalnız?” İşte aylak görünen ama aslında hayatın bütün gerçekleriyle dopdolu olan bir adamın yakarışı. Herşeyin farkında olmasıdır belki de onun kendisini “aylak” olarak göstermesinin sebebi. Hayattan bir kaçış için takmıştır bu lakabı belki de kendisine. Bunu başarabilmiş midir peki? Bunu “neden” diye soran haykırışında görmek mümkün…

Yusuf Atılgan, 1959 yılında kaleme aldığı “Aylak Adam” romanında şehir insanının yalnızlık, dış dünyaya yabancılaşma gibi sorunlarını başarıyla işlemiştir… Kendisini herkesten farklı gören, bütün hayatını ‘o’ nu yani tutunacak dalını, gerçek sevgiyi bulmaya adayan C.’nin bu tekdüze, sıradan hayat yolundan saparak kendisine yepyeni, farklı bir yol çizmeye çalışmasını ele alan bu roman aslında herkesin içinde var olan ‘aylak’ı çıkarabilecek kadar güçlü, başarılı bir romandır.

Tutunamayanlar

illag | 25 March 2010 15:00

‘’Tutanamayan: Beceriksiz ve korkak bir hayvandır. İnsan boyunda olanları bile vardır. Yalnız pençeleri ve özellikle tırnakları çok zayıftır. Dik arazide, yokuş yukarı hiç tutunamaz. Yokuş aşağı, kayarak iner. (Bu arada sık sık düşer.) Tüyleri yok denecek kadar azdır. Gözleri çok büyük olmakla birlikte, görme duygusu zayıftır. Bu nedenle tehlikeyi uzaktan göremez.’’

İşte bir Oğuz Atay’ın kahramanlarıyla özdeşleştirdiği “tutunamayan” tanımı. Hayata tutunamayan insanlarının ruhlarının iç çekişmelerini anlatan, düşüncede yaratılan bir dünya kuran tek ciltlik bir ansiklopedi “Tutunamayanlar”.

Arkadaşı Selim Işık’in intiharıyla sarsılan Turgut Özben arkadaşının intihar sebebini bulmak için başladığı araştırmalar sonucunda kendi kimliğini bulur ve bir ‘Tutunamayan’ olduğunu anlar ve Selim’in yazdığı “Tutunamayanlar Ansiklopedisi”nde ‘Turgut Özben’ maddesinin de bulunması gerektiğinin farkına varır. “Her zaman böyle değiliz. İlerisi için planlar kuruyoruz. Tutunamayanlar ansiklopedisine yeni bölümler yazmayı düşünüyoruz. Benim de girmem ihtimali kuvvetle belirdi. Olric öyle söylüyor.” Olric Turgut Özben’in iç benliğini temsil eder. Giderek bu dünyadan kopan ve kendi iç benliğine yaklaşan Turgut’un en yakın arkadaşı Olric’tir artık. Anlayamadığı ve anlaşılamadığı bu dünyada en yakını olmuştur Olric. “Sonra Olric’le beraber istediğimizi yapacağız. Romanlar yazacağız: Bitip tükenmeyen romanlar. “Tutunamayanların Sonu”, “Tutunamayanların Dönüşü” gibi. Tutunamayanların romanı biter mi?” Tutunamayanların romanı bitmez. Çünkü her insanın içinde bir ‘tutunamayan’ vardır. İnsanlık var olduğu sürece de tutunamayanların romanı bitmez. İnsanlar, hayata sımsıkı sarılmak için elinden geleni yaparlar, sabah kalkıp işine veya okuluna gider, akşam evine döner yemek yiyip yatar, hayat yolunu bu rutin çizgi üzerisinde yürür ve tamamlarlar. Böyle görünse de her insan zaman zaman durup hayata şöyle bir bakma ihtiyacı hisseder. Bütün yaşadıklarının ne anlamı olduğunu, diğer insanların ne yapmaya çalıştıklarını sorgular durur. Bir cevap bulamayınca da hayata aynı şekilde kaldığı yerden devam eder. Daha fazla sorgulamak, üzerinde düşünmek istemez. İşte bu sorulara cevap aramaktan bıkmayan, yorulmayan, hayatı anlamaya çalışmaktaki mücadelesini sonuna kadar sürdüren insana kendisi dışında her şey garip, anlaşılmaz ve sahte gelir. Böylece diğer insanlardan ve dünyadan ister istemez yabancılaşır. Bu da onu bir “tutunamayan” yapar. İçindeki tutunamayan taraf büyür büyür ve o kişinin ta kendisi olur.

TÜRK ROMANCILIĞINDA POSTMODERNİZM

kahvekokusu | 23 March 2010 15:01

: paintingsbybrims.com
: paintingsbybrims.com

Son zamanlarda yaşamımızdaki tüm kargaşayı yüklediğimiz Postmodern sözcüğü, hayatın hemen her alanında karşımıza çıkmakta. Bir çeşit anlamsızlık, kaos, reddetme biçimi olarak giyim kuşamımızdan, konuşmamıza kadar yansıyan bu sözcük sokakta takım elbise altına giyilen spor ayakkabı ya da türban-kot pantolon eşliğinde farklı tarz yaratma peşinde olan insanların tercihi iken, konuşma dilinde ise internet dili diye tabir edilen yanıyla kendini gösteriyor. Yarım kesik cümleler, Chat tarzı mesajlaşmalar, konuşma dilinin aynı şekilde yazıya yansıtılması Postmodern kabul edilen jargonun bir parçası.

Bu yazının amacı; tüm bunların dışında son dönem Türk romanında oldukça geniş bir etkiye sahip olan, okurun çoğu zaman şaşırdığı ya da anlamlandıramadığı postmodern roman tarzını sizlere tanıtmak ve daha keyifli, tatminkâr okumalar elde etmenizi sağlamak.

POSTMODERN SÖZCÜĞÜNÜN TANIMI VE KÖKENİ:

sebahattincucu.com
sebahattincucu.com

Esasında postmodernizim sözcüğü edebiyattan mimariye, siyasetten felsefeye kadar geniş bir alanı kaplamakla beraber en çok edebi metinlerde kafa karıştırıcı bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Postmodern sözcüğünün romanda; modernden sonra, eklektizm, öncü, absürt, tözsüzlük, gruplaşma/bireyselleşme gibi kavramları karşıladığı söylenebilir.

20.yy ile birlikte kullanılmaya başlayan sözcük ilk olarak mimaride ve ardından edebiyatta yerini bulur. Teknolojiyle birlikte değişen toplum yapısının ortaya çıkardığı bir sürece bağlı olarak önce dünya edebiyatında ardından Türk edebiyatında kullanılmaya başlanmıştır.

Postmodern romanın kökleri Postmodern durumun ya da düşüncenin ortaya çıkmasından ya da bu şekilde adlandırılmasından çok daha eskiye dayanır. Hatta klasik roman içinde dahi Postmodern öğeler taşıyan eserler yazıldığı bilinmektedir. Jale Parla, Cervantes’in meşhur eseri Don Kişot’un roman türünün öncüsü olduğu kadar içerdiği parodi, ironi, üst-kurmaca gibi özellikler bakımından Postmodern romanın temelinde bir eser olarak kabul edilmesi gerektiğini savunur.