bildirgec.org

duygu hakkında tüm yazılar

SEVGİLİ İSTİYORUM

yirtikcoraplar | 15 August 2007 10:55

evet ben bir sevgili istiyorum. Sevgiliden ziyade ben aşık olmak istiyorum. deli gibi köpek gibi aşık olmak.
en yakın arkadaşım 15 gün sonra evleniyor. ve ben onun nişanlısını hiç sevmiyorum. onların evlenmelerini asla istemiyorum. neden? evet kıskanıyorum çünkü. ben neden hayatımda aşklarımda hep başarısız oluyorum da o ilk sevgilisyle evlenebiliyor. ben neden bunu başaramıyorum. Allahım ben neden sevilemiyorum.
beni ne sevgililerim sevdi. ne arkadaşlarım.
bende bir sorun var kesin yani. ama bu sorunu bulamıyorum işte. o kadar aramama rağmen bulamıyorum.
kedimi seviyorum. bütün sevgimi kedime veriyorum. ama oda kaçıyor benden.
gerçekten o kadar kötü bir durumdayım ki. depresyona giden o yolda emin adımlarla ilerliyorum. sanki herşey beni delirtmek iiçin planlanmış gibi geliyor bana. tabi öbe haşa Allahın yaptıgına verdiğine laf söylenmez karışılmaz ama Allahım ben neden bu kadar mutsuzum. neden bu kadar yalnızım… önceki yazıma yorum yapan arkadaşlar neden herkes yalnızlıkla ilgili yazıyor demişler. gerçekten enden herkes yalnız? off saçmalıyorum galiba ben. o önceki yazıda beni hayırsızlıkla suçlayan arkadaşlarım benden gizli tatile gitmişler. bu kadar mı nefret ediyolar benden ki bana bi haber bile vermiyorlar. merak etmesinler zaten gitmezdim onlarla.
neden benim sevdiğim insan bana aşık olmuyor da benim istemediğim insan bana aşık oluyor?
neden arkadaşlarım birer birer beni terkediyor.
gerçekten hayat beni çok zorluyor bu aralar. Allah büyük Allah benim sabrımı deniyor galiba. gücümü deniyor. büyük Allahım benim gücümü bu şekilde sınadığı için sevinmelimiyim üzülmelimiyim onuda çözemiyorum. ama yine de şükür ki farklı dertlerle sınamıyor beni. ama Allahım nolur yeter artık dayanamıyorum.
Hayata tutunabilmem için bir dal olmalı artık, yoksa daha fazla dayanamıyorum,düşüüyorum…

Dr.beyden bir yazı daha

lorienn | 13 August 2007 14:36

Dr.beyden bir yazı daha…

BAŞLARKENUfak tefek bir çocuktu o. Kocaman, kara gözlerine, umut ışıltılarını, hep yöneleceği, hep hedeflediği “istikbal”i henüz kondurmamış, “istikbal”, eşiğinde olduğu ama bilmediği bir kavram… Siyah önlüğü, beyaz yakalığı ile eskimiş bir semtin, demode olmuş kiremit renkli “irfan” yuvasının önünde, yaşamla savaşıma başlamanın taze heyecanını yaşıyor.Dubalar gelirdi nedense sonraları aklına, anımsadıkça o esmer, çipil yüzlü, dalgalı saçlı kadını… Ufak çocuk, ne o ilk gün, ne de sonraki günler, ısınamadı ona. Çünkü yeniydi o, başka birisiydi, evden ayrılıktı ve korkulu öykülerin kahramanlarından biriydi. Biraz da abartılı o öyküleri, kendinden birkaç yaş büyük çocuklardan işittiğinden, onların gerçek olduğunu hissediyordu.Bu bakımdan belki de her çocuk, büyüklerden dinlediği masalların hayal olduğunu bilir de, gerçeküstü bir evrenin sihirli tadını bir daha yakalayamamanın bilinciyle dinler onları. Böylece çocuklar bilmeden büyüklerin gerçekle sınırlı dünyasına da farklı bir pencere açmış olurlar.Dubaları anımsatan çipil yüzlü esmer kadın, bir yılın sonlanmak üzere olduğu günlerde, üstü kapalı konuşmaya gerek duymadan, belki de öyle bir konuşmayı eğittiklerinin anlamayacağını bildiğinden, armağan istedi onlardan.Ufak çocuk telaşla koşup anasına iletti bu isteği.Evlerinde birşeyler eksikti ve aslında birçok şey eksikti.“Yok canından almak” ne demekse işte öyle yaptılar ve bir şişe kolonya ile bir çift çorap aldılar. Ucuzundan ve güzelinden.Sonuçta ortaya çıkan ucuz güzel olur mu sorusu belki de insanoğlunun yüzyıllardır yanıtlayamadığı çözümsüz ve zor sorulardandı.O küçük yüreğin tıpırtıları ne denli çokmuş. Armağanları verirken tanıştı onlarla. Sorumluluğunu yerine getirmenin verdiği huzur ve rahatlama ise ardından gelen duygulardı.Takvimler duvarlardan kaldırılıp, yenileriyle değiştirildiğinde, tahtakuruları yuva yapmıştı görünmez yerlerine.İrfan yuvasının, tahta zeminli, küçük ve her yanı yazılıp, çizilmiş sıralarının dizili olduğu bir parçasında, dubaları anımsatan kadın, sert bir biçimde adını söyledi ufak çocuğun. Ayağa kalkan çocuğa, kolonyanın sirkeye benzediğini, çorabın da kaçık olduğunu söyledi. Beklenen teşekkür, azarlanma biçiminde ortaya çıkmıştı.Pahalı ve güzel armağanlar getirenler ön sıralara oturdular. Ucuz armağanlar alıp, güzel armağanlar aldıklarını sananlar ise arka sıralara.Minnacık yüreği, bir kıskaç almış ortasına sıktıkça sıkıyordu, tepede bir kaynar su kazanı, aralıklarla başından aşağıya boşalıyordu. Omuzlarda, dünyanın sanki en büyük suçunun ağırlığı, beklenmedik, istenmeyen, tanınmayan ama yaşamın büyük bir bölümünde umursamazca oturacak yüzsüz bir konuktu.Ufak çocuk, aynı sınıfta başka bir sınıfa verilmişti.Ve tuhaf bir rastlantı, o çocuk veya onun gibileri, on-onbeş yıl sonra sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde hakimiyet kurmasına teşebbüs etmek suçundan yargılanıyor, ceza alıyor, “istikbal”leri kararıyor ya da karartılıyordu.S.Ç.KLMN

Mutluluk genetik…

makaleci | 13 August 2007 09:20

Ne zamandır içten içe böyle birşey olduğunu düşünüyordum. Düşünüyordum da, ne kendim yüksek sesle dile getirebiliyor, ne de bu tür fikrin bir ben harici bir şahıstan çıktığına rastlamıştım.

Ama şimdi oldu…

Sırrını çözmeye çalıştığımız MUTLU OLMAK fiiliyatını her şart ve coğrafyada çevresindekilere, olaylara ve edinilemeyen metalara endeksleyen ve bunların yetersizliği durumunda ‘BAK GÖRDÜN MÜ İŞTE BU YÜZDEN BEN MUTSUZUM’ otomatiğine bağlanmış bahanelerle kendilerini rahatlatan ve bu bahanelere bağımlılık duyan, her olayda benzer bahaneler araştırmak suretiyle ‘MUTSUZ OLMAK’ konusunda kendi başarısızlığını örtbas edebilen insanlara bakalım bu araştırma neler hissetirecek?

Herşey Film Şeridi Gibiydi…

shaika | 04 August 2007 06:43

Şu an saatim 04:47 diyi gösteriyor. Evime yeni girdim.Hafif mayhoşluk, hafifte sarhoşluk…Bu akşam ümiterimi meze yaptım, içiyorum, içiyorum, içiyor, içiyorum. Coştum biliyorum hoşgörün. Neyse… İnsanları evlerine bıraktıktan sora arabamda yalnızlığın ve saygı değer Zeki Müren’in teslimiyeti içinde geçmişlere daldım. Acı, hüzün, mutululuk yüklüyüm arkadaşlar… Ne ararsanız var.
Herşey film şeridi gibiydi… İlk durak…Kasım Gülek köprüsü çıkışı, bir evin önünden geçtim tanıdık gibiydi:)…(buruk bir gülümseme) Ne diyordu biliyormusunuz sevgili Zeki Müren? ‘Avuçlarımda hala sıcaklığın var. İnaaaan. Unuttum dese dilim. Yalan, yalan, yalan, billahi yalan, vallahi yalan! Hasretindir içimde hep alev, hep alev, hep alev, alev yanan. Unuttum dese dilim YALAN’ koskoca bir yalan! Sonra, ‘Gözyaşımda saklısın ağlayamam ben, düşeceksin sanırım kirpiklerimden,damarımda kan olup dolaşıyorken, beni böyle bırak git, git gidebilirsen’. Hah, ağlayamamak mı?! ‘Git mutlu olacaksan beni düşünme, sen iyi bak kendine beni dert etme önce beni bir dinle, bir bak halime. Beni böye bırak git. Git, gidebilirsen. Bir kapanmaz yarayla böyle çaresiz belki yine yaşarım sevgisiz, sensiz. Git yolun gülle dolsun, güller dikensiz. Beni böyle bırak git’……Hangi ağayamamak? Kaybetmişlik ve vazgeçmişliğin gözyaşlarını dökerken böğre böğre, bağıra çağıra… Sonra, ‘Elbet birgün buluşacağız, bu böyle yarım kalmayacak. İkimizinde saçları ak, öyle durup bakışacağız dedi üstat. Benim içimde yanar ateş var, sevgilim ne zaman buluşacağız… İşte ozaman acı gerçekle yüz yüze kaldım. Belki bir başka zaman, bir başka hayat dedim yüzüme bir tebessüm kondurarak…
Sıra geldi ikinci durağıma… Polis evi kavşağı dolayları… Burada da bir tanıdıklık, bir aşinalık var sanki. Bu sefer dedi ki üstat; ‘Hani o bırakıp giderken seni, bu öksüz tavrını takmayacaktın. Alnına koyarken veda buseni, yüzüme bu türlü bakmayacaktın… Bu sefer acıtanın ben olduğumu farkettim. Şimdi doğal olarak ta acıyanın:) Buarada durak sıralamasına bakmayınız aslında kalbimin ilk durağı burada anlattığım ikinci durak. Kısacası, birinci durağa okadar yoğun duygular beslememin tek sebebi… Eeee etme bulma dünyası demişti annem bir kez.
Sıra geldi üçüncü durağa Turgut Özal bulvarı civarı yine. Aşinalık son gaz devam etmekte. Oda, rüzgar gibi geldi geçti zaten, herşeye inat gibi. Buseferde dedi ki üstat… ‘Bir kere sevdim diye bin pişman etme beni, istemiyorsan bırak perişan etme beni’… Haha, burada gözyaşlarım duruldu, inanın. Hatta kıkırdayarak gülmeye bile başadım. Sakın yanlış anlaşılmasın ‘o’na gülmedim sadece olayların film şeridi gibi gözümün önünden akmasına ve arkadaki uyumlu fon müziğine…:) ‘Bırak beni ne olur burda bitsin şarkımız, zamanla unutulur yarım kalan aşkımız. Valla bırak beni dedirtti köftehor…:) Sevgili üstat; ‘bırak boş kalsın elim, yol yakınken dönelim arkadaşım ol yeter, böylesi daha güzel’ derken ben şarkıya eşlik etmeye başladım bile:)
Bütün bu yaşananlar bir anlık kopuştu nihayetinde onu anladım. Belkide alkolün verdiği duygusallık mı? mahmurluk mu? desem emin değiim işte öye bir şey… Anladınız siz, biliyorum…
Ama durun, durun. Daha bitmedi. Bu sefer dahada bir tanıdık yere geldim sanki. Evimin sapağına öyle bir şarkı çalmaya başladı ki şarkıyı durdurup evin önüne gelmeyi ve camlarımı kapayıp keyfini çıkararak dinlemeyi tercih ettim. bu sefer ne mi diyordu üstat?
Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar, yeryüzünde sizin kadar yalnızım. Bir haykırsam belki duyulur sesim. Ben yalnızım, ben yalnızım, yalnızım. Tatmadığım zevk kalmadı dünyada, hangi kalbe girdimse kaldı izim. Taşa geçer, kendime geçmez sözüm, Ben yalnızım, ben yalnızım, yalnızım. Kaderim bu böyle yazılmış yazım, hiç kimsenin aşkında yoktur gözüm, Bir yalnızlık şarkısı çalar sazım. Ben yanızım, ben yalnızım, yanızım…

*LEZZETLİ SEVGİLER*

egomeltem | 02 August 2007 10:23

Bir yağmur tanesi düştü yanaklarıma,Ve onu tattım dudaklarımda. İstemeden oldu aniden inan bana… Sızdı masum bir sinsilikle çatlak dudaklarımın arasına.Tadı hoş biraz buruk sanki ama nedendir bilinmez güzel bir sızı bıraktı akıllarda…Düşünmeden oldu işte öylesine ,bilirim düşünmek yersizdir çoğu zaman gecede… ama bir düşünsene! çarpıntı yaptı ya yürekte… Hani yerli yersiz kontrole geçti sonra sessizce,belki de o bir sesti sessizliğin içinde…haklısın konuşmakta yersiz sence, ya beynim …durmaz işler gene de sonra vurur çeneme … ne yapayım ben böyleyim işte, istesem de istemesem de. Susmak yerine düşünmeyi seçtim yine… bilirim hayat acımasız bende hayata acımıyorum işte, öylesine yaşıyorum bazen çığlın bazen delice… Bazen duyarlı ve sinsi, çoğu zaman da bastırılmış duyguların esiri. Kim ne derse desin bana çelişkilerimle ben ; benim işte … Bir dahaki sefere kaçırılmış fırsatların eşiğinde ; tüm mutluluklar benim olmalı sorgusuz sualsiz ellerimin içinde…Hissedip karanlıktaki buruk gülüşü susmalıyım geceye… Sonu her neyse çıkarıp üstümdeki endişeyi koşmak çıplaklığın sesine… dizginlemeden yarı uysal dürtülerimi… şahlandırmalıyım gizemli düş bahçemde romantik düşlerimi. Ben bensem eğer ve kalmışsam kendimle, bir başka yalancı bahar yaşamak istemiyorum, koklamak istemiyorum sahteliği yapay çiçeklerde*** Sevginin nefesi vardır bilir misiniz? soluğunu keser pervansızca hani hani sadece yutkunu verirsin istemsizce ve midende uçuşan bir dolu kelebekler vardır çarpar yarı sarhoş yarı umarsız durdurumazsın , onlar kanat çırptıkça suratında ki güzel tebesüssüm baş köşeye kuluçlanır ve sen hiçbişey yapmazsın, ki zaten elinde de bir şey gelmez. Sahipsiz bir mutluluk sarar içini, niçin geldiğini asla sormazsın, gereksiz mi bilinmez ama huzurda yoldaş olur arsızca sokulu verir dokunulmaz yumuşaklığıyla… sonra zaman aşımından mı nedendir bilinmez yerini sahiplenme alır ve acı tebessümler başlar. Kelebekler her nasılsa yok olmuştur, artık karın boşluğunu sancılı öfke sarar, anlamsızlıkla beraber yayılır vücuduna, sarar sarmalar düğümlenir sayğısızca… Kişilik değişim sürecine girmeye başlamıştır salınımında…
Öfkeye karşı kazandığınız tek şey kişiliğimiz oluyor ne yazık ki bir müddet sonra. Sanki insanlar sevmeyi bilmiyor öfkeye ve şüpheye yenik düşüyor vee daha sonra sevilmek istiyor yani yanlışı bile yanlış yapıyor . Nedendir bilinmez ama yenik düşmeyi kâr sayıyor … Sevmek var olanı kabullenmek demektir olduğu gibi. Koşulsuzdur aslında ama etiketlenmiştir ne yazık ki … Sevinç giyinir, acı bürünür, karşılık bekler, yargılar, sorgular, değer biçer ve derken sevmek rafa kalkar ortada var olan etiketler dolaşır ve üstünde sevgi yazar… bu mu dur ? Ne yazık ki artık nerdeyse budur. Her şeye rağmen koşulsuz sevmek nerede ? kimin yüreğine kim dokunabilmiş incitmeden; hissetmek, düşünmek, özlemek hücrelerinde titremek umarsızca ve sadece var olduğunu bilmek, nerede? Soyutu somutlaştırmak için tezahür ettirirsin dokunursun okşarsın öpersin görürsün soyut somut ikilisini kardeş yaparsın koklarsın, bakarsın, duyarsın kısacası sadece var ettiğini seversin ama var olanı değil…işte bu yüzden beklentilerin başlar çoğalır çoğaldıkça hüsranında aynı paralelde artar kısır döngü döner durur. Beklemeden seversen sevmenin tadına varırsın, özümsersin, kalbinde beyninde yok olmayan tad olursa lezzetine varamazsın … Nice lezzeti sevgiler dilerim herkese…
—————————–

Web Sitenize Kuşak şeklinde BAYRAK ekleyin

NLPMaster | 12 July 2007 18:02

Sitenize Bayrak ya da bir resimekleyebilir; duygu düşünce ya da değerlerinizi yansıtabilirsiniz.
Sitenize Bayrak ya da bir resimekleyebilir; duygu düşünce ya da değerlerinizi yansıtabilirsiniz.

Web sitenize bağrak ya de bunun yerine bir logo, yazı kuşak eklemek ister miydiniz?
Hem istenizi daha çık kılabilecek hemde tavrınızı, duygu ve düşüncelerinizi, ideolojinizi, sevginizi iletebilecek bu şık ekleme için yapmanız gerekenler adımadım bu bağlantıd anlatılmış.

Her sabah aynaya baktığınız da süpermeni görmek nasil bir duygudur biliyor musunuz ?

necronamber | 27 June 2007 10:58

Her sabah aynaya baktığınız da Süpermen’i görmek nasıl bir duygudur biliyor musunuz ? Durun size anlatayım. Demir kadar sert kasları vardır. Yakışıklıdır ve karizmatik de aynı zamanda. Bir uçakla aynı hız da hatta ondan çok daha hızlı uçabilir.
Başınız dertte ise hemen bulur kurtarır sizi, düşmanları vardır ve kriptonite dayanamaz ama bir şekil de hepsini alt eder Süpermen, gerekirse kiptoniti de yer ve hepsinin üstüne tükürüverir.
Her sabah aynaya baktığımız da küçük bir çocukla karşılaşmak nasıl bir duygudur biliyor mu su nuz ? Yalnız küçük bir çocuk yarın daha büyüyecek olduğunu bilen kararlar arasında yalnız yürüyen ama hiç üşümeyen yorulmamış ve yorulmayacak olan her sabah aynaya baktığınız da ne oyu görmek nasıl bir duygudur biliyor mu sunuz ? Matrix den arkadaşın neo yüzünü yıkayıp güne başladığın da her şeyi çözecek. Az sonra hayatla ve gerçekle ilgili her şeyi o seçmiş olan the one her sabah aynaya baktığımız da gözlerimizin şişmiş olduğunu yada sakallarımızın uzamış olduğunu veya ayna da kini hiç ama hiç bu kadar bile görmeyip günle ilgili bir önceki gece ile yada ayna da görünmeden başka biri ile ilgili başka şeyler düşünmekten başka bir şeydir.
Her sabah aynaya baktığınız da yukarı da saydıklarımı görmek ve her sabah aynaya baktığım da Süpermen’i küçük bir çocuğu neo yu vs vs. görenler her sabah aynaya bakıp da başka şeyler düşünenlere kadar başarılı görünemezler. Yaşadıkları zaman ve çevre için de onlara her sabah aynaya bakıp sakallarım uzamış ya da gözlerim şişmiş, gözleri ile bakan gözler arasın da başka şeyler düşünmeye itilmiş, başka şeyler zincirlenmiş, kendi kendinin tutsağı insan yığını arasın da neyse ki kendi kanatları ile uçacak önce bunu hak edip sonra gerçekten başarılı olacak yaşayacak. İçine çekti oksijeni hakkını verecek, tüm insanlar sanatçılar üretecek olanlar aynaya başka gözle bakanlar geriye kalacak ve geri de kalmış planların asla yakalayamayacak oldukları nereye baktıklarını bile görmeyecek oldukları hayatın kenarına geçip gitmeleri gibi.
Hiçbir zaman güçlü, yakışıklı, karizmatik bir uçakla aynı hız da ve hatta ondan çok daha hızlı uçamayacakları gibi her sabah aynaya bakıp bugün de yaşıyorum ve yeni bir hayata başlıyorum. Önüm de her şey ve herkese rağmen deyip kanatlarını düzeltenlerinindir. Bu hayat sürünenlerin yada kendi kovuğun da ağlayanların başını dertte sanıp yardım bekleyenlerin sürekli ve süreli başkalarına ihtiyacı olanların yine de dostsuz kaldım ne yazık ki diyenlerin değil, dost olabilenlerindir. Yaşıyorum ve yeni bir hayat başlıyor önüm de annem anlamsızca kollarımı ovuşturduğumu yüzümü yıkadığımı ve niye kollarıma kendime hayran hayran baktığımı sorgular gibi bakıyor yüzeme aynadan.
Kanatlarımı düzeltiyorum
Kanatlarımı düzeltiyorum anne
Kendimi bildim bileli
Her sabah yaparım bunu