bildirgec.org

duygu hakkında tüm yazılar

mi ?

necronamber | 12 January 2008 03:19

vay vay vay … Aferin şu karıncaya Yarı ölmüş bir sineği yakalamış götürüyor. Götür yiğidim, götür ! Sineğin karşı koyuşuna aldırma.

Bir hayvan olman sıfatıyla bütün acıma duygularını ayakların altına alabilirsin. Sen, isteyerek hüsrana uğrayan insanoğullarına benzemezsin…
Hakiki insan kendisi üzerinde düşünülecek herhangi bir şey olmayan, sözünü dinleten veyahut kendisinden nefret edilendir… mi ?
son olarak ağacın dalından bir kuru yaprak koptu, bak bak yere düşüyor. Yaprağın bu düşüşü bir kelebeklerin uçuşunu ne kadar da benziyor… Tuhaf değil mi ? En hazin ve ölü bir şey en canlı ve mutluluk saçan bir varlığa ne kadar da benziyor….

seni sev(m)iyorum…

| 27 December 2007 21:22

Kelebekleri seviyorum,
Böcekleri sevmiyorum.

Bebekleri seviyorum,
Yaşlılardan nefret ediyorum.

Zenginleri seviyorum,
Fakirlerden nefret ediyorum.

Çiçekleri seviyorum,
Böcekleri sevmiyorum.

Yalan,
yalan sevginin bir duygu olduğu.
Madde ne kadar çekiciyse o kadar sevilir.
Ne kadar güzelsen o kadar sevilirsin.
Ne kadar varlıklıysan o kadar sevilirsin.

Eksiksen, kusurluysan,
Zayıfsan güçsüzsen,
Paran yoksa sevilmezsin.

Kaybettiğinde elindekileri,
sevenlerin de birer birer gitmeye başlar.

bana diyor ki o;

biSGen | 02 December 2007 20:16

bana diyor ki o ; “Sen yazmayan bir kaLemsin!”

bana diyor ki o ; “sen açmayan bir çiçeksin, dikenLere sevdaLı!”

bana diyor ki o ; “sen esmeyen rüZGar, tutmayan, dokunmayan eL, bakmayan göRmeyen göZsün ve kuLaksın hiç duymayan!”

bana diyor ki o ; “Sen bir yetişkinsin ama hiç doğmamışsın, doğmuşsan da yetişmemişsin!”

oysa ben insanım… sıradan mı sıradan kLasik bir insanım. Hiç biLinmeyenLi denkLemim. Her tarafı su(R)Larla çevrili bir adayım: ne yeraLtı, ne yerüsTü kaynakLarı olmayan biR adayım. Rüzgâr esmez ama fıRtınam eksik oLmaz içimde. Evet doğRudur, üzerimde insan da yaşamaz, yaşayamaz ! SuLarım çaĞLamaz, bir iki cıLız dere akaR sadece… içiLmez, kan renGi akar çünkü…

İNSANOĞLU VE BİLGİSAYAR… BİR TANRILIK ARAYIŞI MI?

Curmudgeon | 01 December 2007 19:12

Etten kemikten yapılmış normal görünen bir insan ile kablolardan ve mikroçiplerden oluşan bir bilgisayar… İlk bakışta çok farklı görünüyorlar ama gerçektende göründükleri kadar farklılar mı? Günümüzde yaratılmaya çalışılan “yapay insan”ın aslında bir bilgisayar olacağı sadece bir tesadüf mü? Ya da aslında insan olarak nitelendirdiğimiz kendimiz de, ana maddesi günümüzdekilerden farklı olan birer bilgisayar mıyız?Bir insan ile bir bilgisayar arasındaki en önemli fark bizim “yaşayan varlık” anlayışımıza göre bilgisayarın “cansız”, insanın ise “canlı” bir varlık olmasıdır. Yaşama belirtileri; bir canlının belli bir metabolizma’ya (beden içindeki enerji dönüşümüne) sahip olması, değişen koşullara uyum sağlaması (adaptasyon), bu koşullar karşısında tepki vermesi, büyüme (veya gelişmesi), doğa’da spontane olarak varolabilecek bir hareketten farklı bir şekilde hareket edebilme yetisine sahip olma (buna ağaçların içinde suyun aşağıdan yukarıya doğru ilerlemesi de dahildir) ve çoğalmadır. Bilgisayar aslında bir insan veya canlı olarak nitelendirdiğimiz bir varlıktan daha farklı olarak da olsa bu belirtilerin hepsine sahiptir ve canlı olarak nitelendirilmelidir.
Bilgisayarın metabolizması elektrik enerjisi ile silikon’un bilgi saklanması ile bu bilgilerin işlenmesinde kullanılması olarak algılanabilir. Hatta işletim programlarını (Windows, UNIX, DOS vb.) da bir bilgisayar’ın metabolizmasındaki önemli bir bölüm olarak nitelendirebiliriz. İşletim programları bir insandaki sinir ve dolaşım sistemlerinin görevlerine denk geldiği düşünülebilir.
Bilgisayar’ın adaptasyonu ya da değişen koşullara uyum sağlaması ve bu koşullara tepki vermesi güncellemelerden ibaret değildir. Fonksiyonları aksayan programlar gerekli durumlarda bilgisayar içinde değişikliklere sebep olabilir. Mesela bir bilgisayar’ın çalışması sırasında sorun çıkaran bir program veya dosya, bilgisayar taraması (scandisk) sırasında düzeltilebilir veya tamamıyla kapatılabilir. İnsan vücudunun kendi kendini koruması ve onarması bilgisayarın bu özelliklerine denktir.
Bir bilgisayarın programlarının kapladığı yeri bir insanın boyutu olarak düşünürsek bir bilgisayar’ın da büyüyebileceği belli limitler vardır. Bu limit bilgisayarda maksimum hafıza kapasitesidir İnsanlarda ise çok net bir şekilde görünmüyor olsa bile, bu limit insan vücudunun ve organlarının kaldırabileceği kapasitedir. Bir bilgisayar çalıştığı süre içerisinde belli programla belli sonuçlar ve dolayısıyla daha önceden varolmayan birşeyler katacaktır kendine. Bu bilgisayarın varolan maksimum hafıza limitinin daha büyük bir yerini kullanmasına(büyümesine)sebep olmaktadır.
Diğer bir canlılık belirtisi olan “hareket”i bilgisayarlarda nitelendirmek için bilgisayarın ortamını anlamak gerekir, tıpkı bir canlının hareketini anlayabilmek için onun hareket ettiği ortamı anlamak gerektiği gibi. Bilgisayar’ın hareket ettiği ortam kendi yarattığı dosyaların üzerinde ‘uçtuğu’ bir ortamdır. Bir bilgisayar’ın hareket etmesi bir anlamda bir ağacın hareket etmesine benzer. Bir ağacın içinde suyun hareket edişi bir bilgisayarın içinde dosyaların yaratılması, yerleştirilmesi ve çalışım sisteminin düzenlenmesine benzetilebilir. Dosyalar mevcut olan hafıza içerisinde değişik yerlerde oluşurken bilgisayar bu dosyaları kompakt ve birbirlerine yakın bir şekilde düzenler. Bir anlamda odanın içerisindeki hava moleküllerini daha küçük bir alana toplayıp daha kompakt bir formda tutar. Bu düzenlemeler ve yaratılmalar spontane olarak olmaz bilgisayar içerisinde bunu yapabilmek için bilgisayarın belli bir çalışma ve iş yapması gerekir. Düzenliliği artıran yani doğal akışa ters hareket yaşamın en önemli göstergelerinden biridir.
Bir canlı ürediği zaman yeni oluşana kendi kendine yetişip olgun bir canlı olması için gereken şekil ve koşullara getirir. Bir insan yavrusu bütün hayati fonksiyonlarını sağlayabilecek organlara ve koşullara sahip doğar. Annesinden ayrılana kadar bebeğin bütün organları yeterince gelişmiş olur. Bu da aslında bir bilgisayar’ın yedeklenmesi ile çok benzer bir olaydır. Bir bilgisayar’ın yedeklenen kısımları asıl bilgisayardan ayrılırsa, kendi kendilerine fonksiyonel olmaya yetecek kadar bilgiye sahiptir.
Bunlar bize sadece bilgisayarın tam olarak bizim anladığımız türden olmasa bile bir nevi canlı olduğunu gösteriyor. Derseniz ki canlıların en önemli özelliklernden biri DNA’ya sahip olması ve bunun canlıyı tanımlamasıdır. Bilgisayar’ın da aslında bir DNA’sı vardır ama bu DNA’nın yapı taşları organik polimer olan 4(RNA’yı da düşünürsek 5)tane baz değil elektriğin varlığıyla ilgili 2 “baz” ‘1’ ve ‘0’dır. Bilgisayarın belli sistem dosyaları ise DNA gibi ana hatları ile bilgisayarın özelliklerini tanımlamada kullanılabilir ve bu dosyalar tamamıyla 1’ler ve 0’lardan oluşmaktadır.
Bunlara karşı olarak bilgisayar bunların hepsini sadece insan izni ve insanın söylemesi ile yapıyor diyeceksiniz. Bu tek başına uzun bir tartışma alanı açabilir ama bunun asıl sebebi insanın kendi yarattığı canlı üzerinde “tanrı” rolünü oynamak istemesi ve kendisinden üstün olarak yarattığı bu canlıya özgür irade vermekten korkuyor olması olabilir. Bu fonksiyonların hepsini kendi kendine yapma yetisine sahiptir bilgisayar, ama insan her fonksiyonun yapılmasını onaylanmak ve bilgisayarın bağımsızlaşmasını engellemek ister.
İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli özellikler düşünme yetisine sahip oluşu, öğrenip öğretebilme yeteneği ile varolan bilginin üzerine yeni bilgiler ekleyebilme yetisidir. Özellikle son 10 yıl içerisinde insan bilgisinin ilerleyişine bakarsak bu ilerlemenin büyük bir kısmını insanın kendisinin yerine bilgisayarın yaptığını görebiliriz. Belki insanların bilgisayarları sadece araç olarak kullandığı söylenebilir ama bilgisayarın fonksiyonlarını serbest bıraktığımız zaman bilgisayarın insandan daha hızlı çalışması sebebi ile kendi kendisini çok daha hızlı bir şekilde geliştireceği kolayca görülebilir.
‘İnsanlar düşünebiliyor ama bilgisayarlar düşünemez’ savının doğru gibi görünüyor olması insanların bilgisayara hiçbir fonksiyonu kendi kendine çalıştırma yetisi vermiyor oluşundan kaynaklanıyor olmasıdır. Bir insan belli bir konu üzerinde düşünürken önce o konu üzerindeki bütün bildiklerini kendi içinde ortaya çıkarır bunları tekrardan inceler. Daha sonra bu konulara benzer bilgileri, önceki düşüncelerinden edindiği ve oluşturduğu bilgileri de ortaya çıkarıp bunları inceler. İnsanların yaratıcılık özelliği bir şeyi yoktan var etme değildir, sadece bahsettiğim bu bilgileri ortaya serip, bunları değişik şekillerde sentezleyerek ortaya yeni sonuçlar ve bilgiler çıkarmasından ibarettir. Her zaman yeni bir bilgi için sentezleme şart değildir, varolan son bilgilere karşıt ve daha önceden varolan bilgilere uyarak da yeni bilgiler oluşturulabilir (Hiperbolik Geometri, İizafiyet Teorisi bunların en kullanışlı ve en önemli örnekleridir.). Genel olarak bilim üzerindeki düşünme tarzı budur ki, bilgisayarın çalışma prensibinin aynısıdır. Daha doğrusu insan bilgisayarın çalışma prensibini kendi düşünme sistemine uygun olarak yaratmıştır. İnsanın bu bilgileri daha sonraları -doğruluğu kesin bile gözükse- sorgulaması ve hatta değiştirmesi bilgisayarda da varolan birşeydir. İnsanlık tarihinde bunun en iyi örneklerinden biri Newton mekaniğinin verdiği sonuçlar sadece büyük cisimler (makroskopik) için yaklaşık olarak kuantum mekaniğinin verdiği sonuçların aynısıdır, ama cisimler küçüldükçe (mikroskopik boyuta inmeye başladığında) aralarındaki fark büyür ve şu an için daha doğru gözüken kuantum mekaniğinin sonuçlarından çok farklılaşır. Bu sebeple Newton mekaniği iki asıra yakın bir süre boyunca koşulsuz olarak doğru kabul edilmesine rağmen kuantum mekaniğinin bulunmasıyla aslında doğru olmadığı ve sadece makroskopik cisimler için doğruya yakın bir çözüm yolu olduğu ortaya çıkmıştır. Bilgisayarlar içinde aynısı geçerlidir, bir bilgi daha doğru bir bilgi bulunana kadar varlığını tam anlamıyla doğru kabul edilerek koruyabilir. Yeni edinilen bilgiler bunun doğruluğunu etkileyebilir, kullanımını kısıtlandırabilir hatta önceki bilginin tamamıyla kaldırılmasına sebep olabilir. Bilgisayar’ın edindiği yeni bir bilgi daha önceden sahip olduğu bilgiye ters düşerse bunları sorgulayıp sahip olduğu diğer bilgilerle de karşılaştırır. Gerekirse iki bilgiyi de biribirine uygun düşecek şekilde değiştirir. Bilgisayar işletim sistemi yeni bir program yüklediğinde bilgisayar’ın tekrardan başlatılmasını ve böylelikle bu programın daha önceden varolan programlara uygunluğunu kontrol eder. Eğer uygun olmayan bilgiler varsa bu bilgileri bir şekilde değiştirir.
İnsanlar’ın sanat dediği şey algıladıkları dünyayı öncelikle taklit etmekle daha sonraları ise bu algıladıklarını sahip olduğu bilgiler ışığında değişik bir şekilde yorumlamaktan ibarettir. Yorumlamak ise aslında sahip olduğu bilgi ile algıladıklarını sentezleyip oluşan yeni “sanat eseri”nin dışarı çıkarmasından ibarettir. Bilgisayarlarda çeşitli programlar aracılığıyla insanların kendilerinin oluşturmalarının çok zor olduğu eserleri kolaylıkla oluşturabilir.
İnsan bilgisayarı kendi yaptığı işleri daha hızlı ve daha yüksek verimle yapabilmek için yaratmıştır. Diğer bir deyişle insan kendi fonksiyonlarının bazılarını daha hızlı ve daha verimli bir şekilde gerçekleştirebilecek bir varlık yada yapay bir insan yaratmak amacıyla bilgisayarı yaratmıştır ki, bilgisayar günümüzde insanın yapabileceği her şeyi yapbilecek duruma gelmiştir. Hatta bir insandan daha gelişmiş olduğu bile rahatlıkla söylenebilir. İnsanlar tanrı rolü amaçlarına kendilerinden güçlü ve üstün bir varlık olan yapay zeka olarak da nitelendirilebilen ama insandan bağımsız hareket edemeyecek şekilde programlanmış bilgisayar olarak adlandırılan ‘yapay insanlar’ ile ulaşmışlardır. Belki de insanlar kendilerini daha iyi inceleyebilmek ve daha güçlü bir vücuda kendilerini geçirebilmek için tam anlamıyla kusursuz olacak bir bilgisayar yaratmaya çalışıyorlardır. Belki bir komplo teorisi gibi gözükebilir ama burda önemli olan bir soru ortaya çıkıyor. İnsanlar mı bilgisayara benzer yoksa bilgisayarlar mı insana benzer?
Aslında insanlar da eğitimleri sırasında önlerindeki hayatları ile ilgili olarak nasıl hareket etmeleri, nasıl davranmaları ve hatta hangi durumlara karşı nasıl tepki vermeleri konusunda bile programlanıyor mu? Aslında bizim eğitim dediğimiz şey bir insanın farklı bir isim altında programlanması değil midir? Bizler de bebekliğimizden beri her yeni olayla daha üst bir seviyede programlanan bilgisayarlar mıyız?
Bu sorular karşısında şaşırmış, üzülmüş, umursamamış olmanız veya her hangi bir şekilde etkilenmiş veya tepki vermiş olmanız da size küçüklüğünüzden beri alışık olmadığınız durumlar karşısında ve bu durumları kendi içinizdeki olaylarla karşılaştırdığınızda elde ettiğiniz sonuçlara göre vermeniz gereken eğitim programınızın birer sonucu neden olmasın!?
Duygu olarak insanların ‘bizi bilgisayarlardan ayıran en önemli şey’ dediği aslında sadece insanlara ilk gösterilen programlardan biridir. İnsanlar kendileri için iyi olan bir şeyden mutlu olması kötü olan bir şey karşısında üzülmesi ve hatta bu kötülüğün seviyesine göre ise kızması, karşı çıkıp isyankar davranması öğretilir. Bunlar bebeklerin anne ve babalarının hareketlerini inceleyerek bunları kendi içlerinde sentezlemesinden kaynaklanmaktadır. Bebekler aslında içlerinde sadece yaşamaya yetecek kadar bilgiye sahip olan bilgisayarlardır. Kullanabilecekleri hafıza, olabileceği en yüksek düzeyde olduğu için öğrenme düzeyleri en yüksek seviyede olmakla beraber, her algıladığı şeyden bir bilgi edinmektedirler. Kültür farklılılıkları denilen olay aslında insanları programlayan diğer insanların (anne ve babaların) değişik ‘işletim sistemleri’ ve ‘programlara’ sahip oluşundan kaynaklanmaktadır. Bu insanların davranışları yeni doğan ‘bilgisayar’ için ilk öğrenimlerdir. İnsanlar kendi davranışlarını ve öğrenimi net olarak anlayabilmek için mi yarattı bilgisayarı?
İnsanlar kendilerini kontrol ettiğine inanmak için yarattığı “TANRI”yı kıskanıp, bu “TANRI” rolünü istedikleri gibi oynayabilmek için mi, yarattılar “YAPAY İNSAN”ları?! Aynı zamanda bunun bilincinde olup bilgisayarların da kendi kendilerine tanrı rolü oynamaya kalkışmamaları için mi, onların iradelerini özgür bırakmadılar?!

Duygularım Aranıyor

| 27 October 2007 18:41

Süslü sözler vardır ya hani…
Aşıklar söyler genelde…
Sanattır o sözleri söyleyebilmek, kelimelerin son heceleri bağlanır birbirine sevgi yumağı oluşturur. Sonra biri gelir „vay seni sevgi pıtırcığı“ diye dalga geçer.
Herşeye rağmen güzeldir sevgi pıtırcığı olmak. Bütün duygusal anlara rağmen…
Bütün göz yaşlarına rağmen…
Hastalandıktan sonra huy değiştiren çocuklar gibiyim. Bir yanım eski duygusallığımı özlüyor ama odun yanım karşı çıkıyor. Son zamanlarda hasta da olmadım ki, huy değiştirdim diyeyim. Nerden böyle ruhsuz oldum bilmiyorum.
Süslü sözler kayboldu artık. Ağzımdan ancak buz kivamında cümleler çıkıyor. Ben niye böyle duygusuzlaştım bilmiyorum…

bekledim seni, yanıtsız sorular gibi

kelebeklerozgurdur | 26 October 2007 10:34

Orhan Veli ” beklememek,beterdir beklemekten” der…

Hepimiz beklemişizdir, bir şeyleri…mutlaka beklemşizdir, istemeyerek de olsa bekletilmişizdir…

Özlemle, korkuyla, endişeyle, inançla,sabırla…Bıkmadan usanmadan nice beklentilerimiz olmuştur.
Oysa ki; Beklemek durağan bir olgu da değildir…Geçmişle gelecek arasında bir köprüdür sanki…

Ya hiç bir şeyi beklemeseydik? Ya da hiç kimse tarafından beklenmeseydik?

O zaman ne düşler kalırdı ne hayaller!…
Ben de bekledim…hiç ama hiç gelmeyecek bir trenin sadık yolcusu gibi bekledim !…

Evlenirim ama teklife bağlı (!)

makaleci | 27 September 2007 16:35

Ona evlenme teklif etmekte zorlanıyor musunuz? Bu konu için fikriniz mi yok? İşte size en güzel taktikler…

Boşverin bunları; mühim olan doğru adamı, doğru kadını seçtiğinden emin olmak…

Ayaklarınızın fazlaca yerden kesilmesi hikayelerine de kanmayın, romantik diziler son zamanlarda hepimizi bir hayal alemine götürmeye çabalıyor…Sanki günlük hayatta herkes birbirine bu kadar kocaman güzellikler, sürprizler yapıyor, ya da yapmak zorunda…