bildirgec.org

dertli hakkında tüm yazılar

yol takıntısı

lorienn | 28 December 2006 13:37

YOL TAKINTISI
Otobüsteki yerim cam kenarı. Dua ediyorum yanıma fazla konuşmayan ufak tefek biri düşsün diye. Ama her zamanki gibi yol arkadaşımın istediği olacak gideceğim yere kadar susmadan konuşacak. Ne olur Allahım, ne olur? Şu kuluna bir günde suratsız bir yol arkadaşı nasip eyle! Çok mu abartıyorum acaba? Dur bakayım bir düşünelim. Şimdiye kadar yanımdakiyle hiç konuşmadan yaptığım bir yolculuk var mı? Var tabii canım bir kere olmuştu. Nankörlük yapmayayım.1991 yılı Kasım ayında İstanbul yolculuğumda bir genç kız oturmuştu yanıma. O da selam verip de iki laf ederim diye korkusundan yan oturup ha bire sigara sarıp tüttürmüştü. Derdim mi ne? Efendim, ben dağları dereleri tepeleri seyrede seyrede yolculuk yapmayı sevdim hep. Yol boyunca dışarıda güzel, ilginç olan her şeyi hafızama kaydetmek, kent curcunası ıvır zıvır dertlerden tümden uzaklaşmak değil mi niyetim? Gel gör ki sohbetçi teyzelerim insana dinlenmek için fırsat vermez. Hal hatır faslından sonra merak ediyorlar yol arkadaşlarını doğal olarak. Kimim, neciyim, nereye gidiyorum? Cevap vermeyip onu nasıl üzerim? Surat yapacağım diye söz veririm her seferinde. Bende de var aksaklık, yapamam. Nasıl kırarım karşıdakini? Yolculuğunu nasıl berbat ederim? Bugün şanslı günüm olsun ne olur Allahım! Bir fırsat ver bana… Kendimle baş başa kalayım bu yolculukta ne olur. Şimdi yol arkadaşım bir açar ağzını. Konuştukça depreşir insanın sıkıntısı. Kaç kaçabilirsen…
Yerime oturdum otobüse valizlerini veren, birbiriyle vedalaşan insanlara bakıyorum, gördüğüm her kadın için tahminde bulunmaya çalışıyorum.
-Bu hanım olsa keşke yol arkadaşım. Sakin birine benziyor. Ama yok! Olmadı, bu hanım diğer otobüse yöneldi. Şu mu acaba? Yok yok bu olmasın! Bu biraz şişmanca. Yerleşemez rahat edemez. Üstüme abanır. Ayyy ne sinirim! Kendi kendime problem yaratıyorum?.. Bak! Kendime kızdım yine. Hem böyle şirin toplu insanlar çok neşeli mutlu insanlar gibi geliyor bana. Ne güzel pozitif enerji!
-Evet işte bu! Benim yol arkadaşım bu hanım olmalı. “İnsan sarrafı oldum artık” diyenler gibi, ben de yolcu sarrafı oldum. Bakın, bu teyzeyi genç bir kadın yolcu ediyor. Kızı galiba… A, hanım kızım, anneni dışarıdan yolcu edeceğine bindir otobüse oturt koltuğuna. Anneciğinin yol arkadaşına bir selam ver, anneciğini bir emanet et bari ona. Yok olmaaaazzz!.. öyle alelacele “güle güle, allahaısmarladık” deyip kaçacak. Bak bak… nasıl da bilirim ama.. Gidecek bu gidecek..
Annesi olduğunu tahmin ettiğim teyzemde dayanamıyor genç kadına “hadi evladım sen git bekleme, işe geç kalacaksın” diyor. Kızına düşkün gibi, ona üzülüyor besbelli. Göz nuru bir tanesi kızı. Bak şimdi bu kız çalışıyor üstelik. Allah bilir evlidir bu kızcağız. Çocukları da vardır. Kızcağız koştura koştura mahvoluyordur. Damat da anlayışlı değildir. Bir tanecik kızı da şöyle tüm sıkıntılardan uzaklaşsa bir yolculuğa çıksa, dinlense ne güzel olurdu aslında. Ooofff bu ne ya… hep aynı insanla yolculuk çekilmiyor haa.. Şimdiye kadar yol arkadaşlarımı ezberledim artık. Dur bakayım… Evet, yol arkadaşım olacağını tahmin ettiğim teyzem otobüse biniyor. İnşallah beni de biraz düşünür kızını düşündüğü kadar! Fazla hasar bırakmaz diyorum içimden. İşte yine yanılmadım, teyzecim benim yanımda oturacak. Tombiş, güler yüzlü, çevresine ilgili… Haydi hayırlı yolculuklar…

“babam ve oğlum” ve yaşadıklarımdan farkındalığım.

K-a | 16 August 2006 20:24

bu gün bir arkadaşımın evine ziyarete gittim büyük anneside oradaydı ve içeri girer girmez başladı anlatmaya yok ilk kocası şöyleymiş yok bi oğlu hala ortalıkta yokmuş bir başka oğlu süper terziymiş falan ben karşısında oturduğum müddetçe anlatmayı sürdürdü arkadaşımın büyük annesi olduğundan ve benimde nennem yaşında olduğundan sabırla dinliyordum ve birden aklıma anlattıklarının “babam ve oğlum” filminde
olanlarla benzeştiği geldi. sanırım o zamanlar yani devrimlerin başkaldırmaların olduğu zamanlar herkezin hayatı kısmen aynı olaylarla doluymuş. her evde idealist bir öğrenci ve geleneklerine bağlı bir baba varmış. yaşanan bütün o acı tatlı hayatların sonunda olan yine evdeki en küçük toruna olurmuş. henüz babamı kaybetmedim. ailemin geçmişinde hiç idealist bir öğrenci yoktu. dedem çok geleneklerine bağlıydı. dedem öldü onun için herkez iyi adam der bende dahil ve vadesini doldurduğu için öldü deriz babam da ölecek onun için de iyi adamdı diyeceğiz ve yine vadesi dolduğu için öldü diyeceğiz. belkide göçmen bir aile olduğumuzdandır herhalde bizim ailede hiç idealist öğrenci olmadı ve zamanından önce ölmedi. ve sanırım türkiyede bir zamanlar zamanında idealist öğrenciler olan babalar hep zamansız öldü. aynı şekilde arkadaşımın dayısı olan bir insandan da neredeyse yirmi yıldır
haber alınamıyomuş. bu film ve bir zamanlar idealist öğrenciler olan insanların başına gelenler hakkında düşüncelerim bunlar. senaryo konusuna gelincede sanırım senarist de bir arkadaşının ninesi tarafından bir süreliğine esir alınmış çünkü insanlar kendi başlarına gelene sadece gözyaşlarını dökerler. senaristler, yazarlar, gazeteciler, muhabirler ise başkalarının hüzünlerini gözler önüne serebilecek kadar cesurdurlar. hayatta en büyük işkence bence sıradanlıktır. tekdüze hayatlar yaşayarak gerçekten yaşadığımızı idda edemeyiz sanırım.

Kaplumbağa olmak varmış

plumprune | 22 June 2006 22:18

Günlük geri gelse keşke departmanından,..

Ne kadar çok yerleşirseniz, taşınması bir o kadar zor oluyormuş. Sırtıma çantamı atıp, o kent senin, bu kent benim kaplumbağa misali gezdiğim günlere nasıl da imrenerek bakıyorum şimdi. Yaklaşık iki hafta önce, elimizin hamuruyla ev taşıdık. Elimde hamur da yoktur gerçi ama başımızdan geçenler öyle çileden çıkarıcıydı ki, elime hamur alıp, nakliyecelerin ağızlarına burunlarına tıkıştırasım geldi.

Yoğun bir koşuşturmaca içinde olan bendeniz ve sevgili culkardeş, taşınma işinin detaylarını annemize pasladık. Pas çok güzeldi ancak annem topu yanlışlıkla bizim kaleye atmış bulundu. Ne anlarız biz elimizin zeytinyağı ile futboldan, ev taşımaktan. Neyse, gazete ilanlarından bulunan bir iki şirketle yapılan görüşmeden sonra, “vallahi de en iyi olan, sigortalı eşya taşıyan, işinin ehli(!)” bir şirketle sözleşildi. Biz iğneye dokunmayalımmış hem, onlar taşır ve hatta taşımakla kalmaz yeni eve de yerleştirirmiş. Dedik ayıp olur, don mon, topladık tabii tüm taka tukayı. Eşyamız çok, önemli bir eksikle -maalesef- yeniden bir araya gelen aile görüntüsü çizmekteyiz. Evde maaşallah iki aileye yetecek beyaz eşya mevcut. Sehpalar, yemek masası filan da cam. Bunlar nakliye şirketindeki profesyonel sekreter hanıma bildirildi elbet. Beş taşıyıcı yollamaya karar verdi hanımefendi, tır filosu yollayacakmış gibi kendinden de eminmişti.

bir tuhaflık

suphi | 23 April 2006 17:42

Hani bazen öyle yorgun hissedersiniz ya kendinizi, işte öyle bir hal var üzerimde.Yanmış bir geceden arda kalan külleri savurmak gibi ortalığa. Gündelik sıkıntıları; geçim sıkıntısını, terörü, ab’yi, şarkıları vs.leri kaldırdım şimdilik bir köşeye.”bireyim” gazlamalarını da köpük yaptım üfleyebildiğim kadar üflüyorum.

Geriye bir ben kaldı.Bana yetmeyen, yetmeyecek kadar bir ben.
ucuzdur insanın hayatı; ekmek kadar, su kadar.ucuzdur hayallerim ucuz olduğum kadar.

Sanırım bunlar, önüne set çekilmiş bir takım düşüncelerin aralarından akla galabe çalan abuk sabuk kelimeleri.

Tipsizim ama en azından hede hödö(şikayetim var yaradana!)

ultramega supersonic | 19 April 2006 00:48

Abi çok tipsizim yaa!

Valla diyom!

Geçen aynaya baktım,allah seni kahretsin dedim kendime!Diyorumki aygır olsaydım böyle göbeğinde yoğun kıvırçık kıllarım olsaydı sırtım ile kafam arasında boyun denilen birşey olmasaydı.Boş bakışlarım olsaydı.Öyle bile bir tipim olurdu.Kıro derlerdi ama tipim kıro olurdu…bi tipim olurdu!Hani o bile tip işte! Çirkin olurum ne ala…güzelleştirirsin çirkini bir şekilde…Ama ulan tipsizim ben,tipsiz ulan tipsiz! Tip mi taktıracam kendime?

Yaa ama öyle böyle değil yani hakkaten çirkinim kardeşim! Geçen gün uzaktan “aa çocuğa bak” dedi bi kız yanındaki arkadaşına! Sevindim bana dediler zannettim bi baktım arkamdaki adama demişler! A aa bi baktım arkamdaki eli yüzü düzgün bir çocuk.Sonra kızlar yanımızdan geçerken “ayy çirkinmiş bee” dediler…Durdum çocuğa baktım…Yok valla eli yüzü düzgün çocuk!Ulan buna bile tipsiz diyorlarsa dedim…Cümlenin gerisi yok.Çünkü lan ben çocuğun önündeydim görmemişlerdi bile beni! Yani ben o kadar tipsizim…

BİR GAZETE, ÜÇ SİGARA, SONRA…

admin | 21 March 2006 23:19

Nefessiz kalıyorum. Fena halde politik, etrafında dönen fırıldamalara duyarlı, her olayın ince ayrıntılarının idrakinde ve tarihin sebep sonuç ilişkisinin açılmış aynı zamanda karışmış bağcıklarına basmadan yürümeyi becerebilen bir “adam” olmak istiyorum ama daha basit bir düşüncenin kurduğu ilk slaptik bağda tökezleyip düşüyorum. Sonra da nefessiz kalıyorum.
Aslında biliyorum ki bu yaptığım gayet gereksiz. Amaca ulaşmayı sağlayacak yegane yol olayların değil de olguların peşinden gitmek. Bu bilginin elimde olması bana daha geniş bir görüş kazandırıyor. Bunun da farkındayım ama görülmesi gereken alan öylesine geniş ki ne bizim vizörümüzün çapı ne de benim nefesimin genişliği gerçeği tüm çıplaklığıyla görmeye yetmez.
Ancak, bazı saptamalar burada yararlı olabilir. Her ne kadar ben, bir seksenler çocuğu olsam da (yani darbe sonrası doğmuş, darbe öncesini ancak okumuş, görmemiş, yaşamamış ve olağanca etkiyle uyuşturulmuş ve apolitize edilmiş) bizim şimdi yalnızca “karanlık güçler” diyebildiğimiz o devasa etkiyi daha küçükken yaptığım anlık incelemelerde hissettiğimi söylersem yalan olmaz. Örneğin “medyanın bu uyuşturulma oyununda önemli bir yeri var” düşüncesi. İnsanların, hipnotize edilmiş gibi televizyon seyrederken yada magazin dergisi okur edasıyla gazetelerini okurken, gerçek tehlikelerle, kurgu olanı bir şekilde beyinlerinin aynı yerinde algılanması sağlanıyor. Hatırlıyorum da tek kanal zamanında, birkaç kişinin öldüğü bir trafik kazasının anonsunda spikerin yüzü asılıyor, sesinde kesif bir keder beliriyordu. Bu olmasa da adam dümdüz okuyordu haberini ve etkilere açık bırakıyordu ucunu. Halk, devletin içinde bulunduğu durumu televizyondan tüm duygularıyla beraber, hissederek, içi acıyarak öğrenebiliyordu. Şimdi ise ana haber bültenlerindeki ankor adamlar ve kadınlar gözlerinde parıldayan reyting akkorlarıyla, eğlence hayatını, dizileri, dizilerdeki oyuncuları, onların hayatlarını, diğer magazinsel hafif haberleri velhasıl ülkede ışıldayan ve mutlu ne varsa, aynı ülkede olan bütün karanlıkların içine serpiştirerek, bir anlamsız bulamaç halinde veriyorlar izleyenlere. Bunun iki etkisi oluyor. Birincisi ciddiyet isteyen olaylar arada kaynıyor ikincisi insanlar ülkenin önemli meselelerine sinemada elinde patlamış mısırı perdeye anlamsız gözlerle bakan küçük bir çocuğun gözleriyle bakıyorlar. Anlasalar da tepki göstermek isteseler de bir sonraki hafif haberde tüm kızgınlıkları uçuveriyor. Ayrıca bu haber kargaşasında, ülkenin aleyhine olabilecek hususlarda yanlış yönlendirilebiliyorlar. Bir de politik yada sosyal konulardaki açık oturum türlü programlarda, herkesin bildiğiyle kalması haricinde, altyapısı olmayan insanların izlediği düşünülmeyip, onca katılımcının birbirleriyle kişisel fikir ayrılıklarının havalarda uçuştuğu bir durum yaratılıyor. Bu da bir sade fikre muhtaç yığınların kafalarını daha da karıştırmaktan başka bir işe yaramıyor. Zaten bu bilindiği için onun da magazin sıvalı versiyonlarını buldular ve izlettirdiler. Tabi duyguların sömürülmesi esasına dayanan onca sosyal yara plasterlerini de buraya yazmak gerekir. Yok o annesini yirmi yıl sonra bulmuş yok şu kayıpmış. Madem bu kayıplar ve sosyal destek meselsi bu kadar önemli , sırf bu işi üstlenen sosyal kurumların olması gerekir. Ki zaten bu yönde sivil toplum örgütleri de vardır. Sabah kahvaltısında masada , işe gittiğinde işte, yolda toplu taşıma araçlarında ezilmek suretiyle ve eve geldiğinde tv’nin kumandasını eline almasıyla sömürülen bu toplumdan siyasi bir irade kullanmasını ve ülkeyi (yani kendilerini) kalkındırmasını nasıl bekleyebiliriz. Toparlarsak: Medya Türkiye’de çok güçlü bir konumdadır ve bu gücü aslında ondan daha güçlü olmayan yanlış ve eksik seçilmiş iktidarlar(burada sözüm çok geniş anlamda alınmalı. Keza anlatmaya çalıştığım güç toplumdan daha büyük olmayan ancak ironik bir yönüyle de dünyayı yöneten güçtür.) kullanmaktadır. İnsanlara olanın yanında olması gerekeni de verebilen, onları harekete geçirebilen yegane güçtür.(günümüz koşullarında tabi : çünkü ortalıkta cephe ardında bekleyen fiziki bir düşman yoktur artık. Aslında karanlık taraftan gelen her haber bir düşmanın iş üstünde olduğunun habercisidir.)
İşte sabah gazetemi okurken ( milliyeti, tırajsız, ciddi, cumhuriyet’le gırgal diğer gazetelerin ortasında ve tutarlı bir gazete olarak görenlerdenim) içtiğim üçüncü sigaranın etkisiyle nefessiz bir halde öksürürken bunların kızgınlığını hissettim. Elimdeki sigara, verdiği dinginlik, ancak içindeki binlerce zehir, karşımda, sayfada ülkenin silahlı kuvvetlerine karşı yürütülen zedeleme kampanyaları, ancak kontrgerilla varlığı derin devlet ve darbeler; bir sonraki sayfada peçeli popçu bir kadın, ancak için için islami devlet kurma çabaları, türban, azınlık ve azgın imam hatip liseleri, çoğunluk ve mağdur meslek liselileri; bir diğer tarafta, ekonomik rahatlama, enflasyonun zayıflaması, borsanın yükselişi, ancak kaçak villacısı, kaçamak uykucusu, oradan vuranı buradan bakanı… bitmez bu. İşte bir nefessiz kalınca bunlar gelebiliyor insanın aklına. Bunu okuyan ve öncesinde bütün bu devran içinde nefesini bir kere bile tutmayı düşünmemiş kişilerin, bundan sonra arada bir nefeslerini tutup çevrelerine, olup “biten”lere bakabilmeleri dileğiyle.

istanbul’da küflü bir parkın notları

admin | 18 March 2006 22:11

“HAFİF BİR SANCIYLA GEÇMEYECEKTİ BU
EYLEMSİZLİK/AŞKIN DÜNYADAKİ AĞIRLIĞI
Kelimeler yüklemsizken ne kadar hafif. İki nokta arası yeşiller, sivilceli ve sevimsiz olmuşluk. Hep bir olmuş bitmişlik. En çok sızlayan yer yüreğimin beyaz saatleri ne zaman vurulduğunun farkında olmayan hayatlar gibi toprak ve yaprak içinde. Birkaç konu girmeli sohbetlere; gözlerimiz iki imkansız aşk, iki yolsuz köy gibi kimsesiz. Deniz bakışlarla üredikçe yosunlaştıkça içimizden içlerimize akan pınarlar kelimeler coşkulu yağmurun durgun birikintilerine bölünüyor ve sadeleştikçe sonsuza doğru eylemsizlik çorak ve eğimsiz bir yalnızlık sarıyor her şeyi.