bildirgec.org

deneme hakkında tüm yazılar

aşk-aşk-aşk..

morfik | 14 December 2010 08:55

Adam uzanıyor, sere serpe-yorgun ve inatçı-huzurlu,,çok huzurlu
_rüya mı?

Kadın adamın başucunda, ayağında ve başucunda, baştan sona adamla..atmış günü sırtından, dinç ve dindar,
_inşallah-kader,
gerçek olur mu?

Gerçekleşmiş rüya-rüyalanmış gerçek..
silinmiş bulutlar, en tepeye kadar aşk..delinmiş yer-en dip aşk..
inanılası değil, inanmıyorlar..varsın inanmasınlar..

dağlar tünel tünel aşk, ovalar başak başak aşk, nehirler akar aşk, caddeler sokaklar-köşedeki ev-uzaklardaki meşe-geçip giden araba,bisiklet-bahçe kapısı.. her şey.. denizler, denizlerce aşk..

ey sevgili-ey sevgili diyerek uyanıyor-uyuyor her şey..

merhaba aşkına..

morfik | 13 December 2010 17:17

Nasıl başlar aşk?
Yüreğiniz göğsünüzü yumruklar..
İlk kez görüyormuşçasına bakarsınız her gün geçtiğiniz sokağa..sokaktaki ağaç daha bir yeşildir..
sanki güneş batmıştır gözlerinize, yanıyordur dünya kirpiklerinizde, körsünüzdür onun adının geçmediği her konuda..
! nasıl başlar aşk?
Öylesine başlar, bilirsiniz.

Bilirsiniz, eskiden zormuş tanışmalar..bir çöl hikayesi gibi anlatılanlar. Kimi deniz uğruna savrulup gitmiş, kimi denize ulaşmış eninde sonunda.
Rast gelmişti yetmişli yaşlarda bir amca, hoş muhabbet, yanında yıllara rağmen güzel bir teyze, hala el ele. Takılmadan duramam zaten.
’Kapmışsın gül gibi hatunu.’
_öyle ya, neler yaptım bir kez görmek için. Dilenci kılığında kapısına giderdim. Kapıyı açtığında anlar gülümserdi, bir iki meyve getirirdi, eli elime değerdi. Sonunda babası bana verdi.

internet-i aşk

morfik | 12 December 2010 18:12

Ben seninle evvelini yaşadım..
Asker yolu gözledim, gün saydım..mehtap yüz otuz bir..mehtap yüz otuz iki..
Akademiye gidişini unutamam. heyecan,korku,hasret,mutluluk…duygu namına ne varsa şu yerkürede hepsi benimleydi. Arkandan yağmurlar döktüm ya da yağmur oldum döküldüm mü demeliydim!
Yıl kaçtı ? seni zorla Minik Serçe’nin konserine götürmüştüm. İki saat Nirvana dinleme sözüyle.
Hep gittiğimiz kafenin yerinde bir mağaza var şimdi. Muhittin abi takılırdı senin oburluğuna.
İlkokulda yaramazlığımızın haddi hesabı yoktu. Hep boyumuzu aştık. Kovaladık ve yakaladık bizi.
Kızamık çıkardığında çok komik görünüyordun.
Ya ilk aşılarımız, hastaneyi ayağa kaldırmıştık..
Ve ben hayırsız çıktım. Unuttum, kimden doğdum ! nasıldı çocukluğum? Ne hızla gençliği ardımda bıraktım, neler başıma geldi, ne yaşadım? Geçmişim Sensizdi, sildim, oturdum yeniden yazdım. Olmasan da oldun alnımın yazısı..
Ey sevgili; ben seninle evveli yaşadım..gelecek ne ki!!

–y–

morfik | 12 December 2010 15:58

Yalpalıyor yelkovan yarından..
yedekledim yangınımı..yabancılaştım yüzüme..
yaram yediveren, yeşerdi yeryüzünde..
yarim!
Yanıt yok..
Yersiz yurtsuzum, yürüyorum yavaş yavaş..yalınayak..yapayalnız..
Yıldırımlar yıkıyor yolları
Yorgunum..
Yağmurlar yaygarada,,
Yas yapıştı yanağıma
Yontuyorum..
Ya Yaradan!!
Yeniden yoğur yazgımı..
Yarsız, yoksulum..yokum..

Evlat Acısı

vatanda | 11 December 2010 11:21

Sokaklar ıssız, yağmur çiselemekte
Yüreğim yanlız,yoğun ve karmaşık
Çevremde acı, gözyaşı ve hüzünle birlikte
Yoğun karanlığın içinde ıslanıyoruz hep birlikte

Oysa mutluyduk gün doğumunda
Işıl ışıldı dünya, neşe umut bütün yüzlerde
Mutluluk, huzur ve kuş seslerinde
Merhaba diyorduk yeni güne

Acı bir frenle yankılandı çevre
Uçan kuşlar ve şaşkın bakışlar eşliğinde
Zaman sabitlendi, adımlar tek bir yöne
Acı çöktü huzur ve mutluluğun üzerine

Koştuk her yönden yerde yatan kazazedeye
Bakıyordu bize taptaze, duru bir ifadeyle
Nefes almıyordu ama bakıyordu yinede
Her zamanki gibi bütün güzelliğiyle

Asıl soru; istiyor musun ???

kelebeklerozgurdur | 28 November 2010 15:53

Hiç tanımadığı bir evde, yerde halının üzerinde bacakları birbirine dolanmış halde otururken; alışmadığı, dokunmadığı, bilmediği adamın gözünün içine uzun uzun baktı kadın. Hiç kimseye “kendi gibi gitmek” bu kadar anlamlı ve kolay gelmemişti kadına…

Elindeki şarap kadehinden büyük bir yudum alıp öne doğru eğildi ve ağzının içine hapsettiği şarabı, adamın dudaklarına bıraktı usul usul…

Adamın susuşlarını, aşktan öte dokunuşlarını, kaçışlarını gördü o an…Şarapla beraber “hayatı da” adama aktı. Çünkü adam da ona “kendisi” gibi gelmişti…

CENNETbahçesi CEHENNEMateşi…

maltoferfol | 22 November 2010 14:13

Züleyha’nın -geceye inat siyaha bürüdüm- düşlerini…Yıldızlar serpiştirdim, bir inci ekledim gökyüzünün en gözucu yüksekliğine ve bıraktım kendimi pamuksu bulutlardan yeryüzüne..Toprağın kokusunda damla damla ıslattım benliğimi ve sırılsıklam soyundum geceye…
Yusuf’un güzelliğinde -aşk kokmalı her nefes,aşka üflemeli- bir tüy bırakmalı kanadından busesine konmalı gülün kokusu,sinmeli değidiği tene gül kokan gülüşü…Zamansız olmalı ama zamana sığmalı aşkı…
Züleyha’nın -bir peri masalı gül dipinde bekleyen- masalı ya hayat çizgisi avuçlarında uzuyor ya aşkla kesişiyor yolları…Bir koku yaylıyor huzurla hüznün keskin birleşimi İğde ağaçlarının dikenlerinde kan revan içinde değil gül kurusu açıklığında ki rengi… Dokunduğunda kanatlarına sen kokuyor parmak uçları…Her öznede sen yüklemsen ben nedensiz tamlanan ve tamlayan eklerim bir cümleye nasılsız kimsesiz bir sözcükte…Bir varmış bir yokmuşla başlar bütün sevdalar ve ile karşılaşır tüm çıkışlar açıklamalar bir isimin bir seste yükselişine tanık olur semada… Bir nefes üflüyor kulağıma bir Sur çığlığında Yusuf…
Yusuf’un gözünde -bir huzur var yumuşacık bir bakış kaybolduğum bir sıcaklık bir tını ıssız ama güçlü kadife sesiyle yüreğimde- birçok ışıltı gökyüzünde karanlığın içinde… Huzurla hüzün sıvışmış ay karanlık geceye ,gecede Yusuf’la göz göze kör şeytan asasıyla itelemekte Züleyha’yı…Ateşin kuyusunu boynuzuyla kazmakta…
Züleyha’ya -saçlarını savurduğunda geceye sen kokuyor gece- Dokunuşunu düşündüğünde saçlarına, korkuyor saç tellerinin kırılmasından…
Düşününce o anı -son an olmasından- tırsıyor gecenin sessizliğinden sensizliği siniyor üzerine…
Yusuf’um -dön yüzünü yüzüme hüznüm yok ellerinde- ılık nefesini değdir tenime dokun sol yanımdaki acıya, hisset acımı, yokluğundaki yanmayı bırak avuçlarıma…
Züleyha’nın -nasıl aydınlanıyorum bakışlarında parmak uçlarımda dolaşıyorum- yüreğinde Yusufçuklar uçuşuyor mutluluktan… Dudaklarında bir nefes buse hazırlığında, hayran olduğu gökkuşağı rengine bürünüyor tutku…Kırmızı büyülüyor zifirikaranlığı… Anımsadığı pembemsi silüetin gözden uzak olan gönülden ırak oluşunu unuttuğunda süslemedim harfleri adın düştüğünde dudaklarıma allayıp pulladım Aşk’ı isminde…
Yusuf’um -yıldızlar geceye eşlik ediyorken sen neden eşitlemiyorsun günü ışığı aydınlatıyorken kararmış bakışlarımı sen neden geceye açıyorsun gözlerini…Asilliğinde birleşiyor ismim kutsal bir mabette taçlandırıyorum hissettiklerimi senle buluştuğum tahtta ayyaklarım yerçekime ters düşüyor…Terseliniyor göğün yedikat altına sesleniyor göğün yedikat üstüne…Hiç korkmadım yüksekten yükselmekten,hiç kısmadım gözlerimi rüzgara karşan alevin miline…Huzurla yükseldiğim gökyünde hüznü alçattığım yüksekliğe uçuyorm seninle..
Züleyha’nın dağınıklığında -avuç içlerimi öpsün dudakların içine çek kokumu yüzüne sür yansıyan mutluluğumu- Savrulan saçları derli toplu sana gelişimde bırak sende kalayım ruhumla…Gezdir ruhunu tüm bedenimde Huzur dudaklarının arasından sıyrılsın geceye…İz bıraksın dudaklarım bir bıçağın kesiğinde… Dudak aralığında kalsın soluğumuzun kesildiği anı seyre dalsın gözlerim gözlerimde yaktığın ateşi söndürme…
Yusuf’un utancıyla -bir kıvılcım yükseliyor cehennemin dipinde- saman alevinin keskin kokusu yayıldığında bir anlık mutluluk hatırlanıyor, cennet kapısının anahtarıyla kitleniyor teslimiyet… Yanıyor, yakıyor boğazını, boğuluyor nefsinde ama neffesiz kalmıyor kovduğunda kör nefsini…Bir huzur karanlığın içine göz gezgdiriyor ve hissediyor varoluş amacını tüm dokunuşlardan uzaklaşıyor…
Züleyha’nın kurtuluşu -kuşatılmış bir nefsin kanatlarını kırıyor,sığınıyor hasretle kuşanmış bir tapınağa- Bir el uzaklığı mesafesindeki kör kuyulara sesleniyor:Yusuf Yusuf… Dudaklarında bir ses kulağında bir fısıltı…Bir melek ismini ismime işliyor…
Yusuf’
un -dudaklarında sürgün yazgım- Alevinde ateşe verilmiş düşlerin heyecanı is kokulu külle çırpılmış bir aşk tene mahkum ediliyor… Unutulmaz ilk gününe karşı gelen gece… Sessizce sokulduğumda yanına, dudak kıvrımlarımdaki izi sürdüğümde kaburgana -varoluşumu hatırlattığında- adım adım sürünmekse sırat köprüsünden geçişim, cennetin kovulmuş meleklerini korkutacaksa düşüşüm, sesimin derinleştiği kuyuna inerim ve susarım cehennemin kapısında…
Züleyha’nın ölüm -eksikliğimi örüyorum senli gecelerde ilmek ilmek çoğalıyorsun içimde- uykusunda hayra yormalı senli düşlerini…Ben Cehehennem Ateşinin körükleyicisi sen Cennet Bahçesinin misk kokusu…
Her ikiside keskin nefesli…

22.11.2010

sessiz huzur

astral | 21 November 2010 14:16

Gözlerimin içine bakıyordu ama belli ki yerinde duramayan bir ruh halinin tapusunu cebinde taşıyordu şu sıralarda.

Tutamadım kendimi. Sordum, ‘Ne bu hal?’

– Ne hali?

– Hadi yapma anlat.

‘Neyi?’ dedi, yüzünde tatlı bir gülümseme. Alttan bir bakış, niye ya da neyi dediğimi benden daha iyi bilerek.

Belli oyun oynuyordu benimle. Varsın oynasındı. Nasıl olsa anlatırdı. Anlatandı. Hep böyleydi. Dinlerdim, sanki yüzyıllardır yanı başındaymışım gibi.

Oyunun kurallarına saygı duyarak tekrar sordum. ‘Hadi anlat bana. Anlatmamak senin için zor, banaysa bu haldeyken anlatmaman… Dinliyorum. Hem bana değil de kime anlatacaksın?

Sırlı Kentler Tanrıçası

astral | 10 November 2010 09:59

Sırlı kentler tanrıçası. Çalıların altından sular akıyor şimdi. Beklenilen umulanın derinliğinde olmadığında, sisler değişiyor karanlık aydınlanmadan.

Sırlı kentler tanrıçası bir melodi duyuyorum, atmosferi değiştiren ve hatta yeniden yaratan/ tanımlayan. Bazen ilişkiler de böyledir, yeniden tanımlar, resimler çizer…

Sırlar vardır, içten öte… Tenden derine, ‘üç kapı vuruşu bir okyanusta’ takılıp kalmışken, zamansız bir aralıkta; o aralık ki, aralık mı yoksa anın kendisi mianlayamadığın zamanlardandır.

‘I feel you’

astral | 18 October 2010 15:39

Ta ki, aşk onu buluncaya kadar. Aşk onu buldu ve yok etti. Kendi girdabına alıp yok ettiği ruhların yanına birini daha kattı böylece, aşk…

Eskilerden kalma bir zaman. Fakat o an ki, eski olduğu hissedilmiyor. Bir melodi. Derinden ve her şeyi etkileyen. ‘I fell you.’

Bu şarkı ne zaman çalsa kadının gözüne o geliyordu ve daha da ötesi şarkıyı o söylüyor gibi geliyordu.

An değişti ama bir yandan da hiç değişmedi. Gecenin karanlığında anılar geldi kadının önüne.