bildirgec.org

deneme hakkında tüm yazılar

bölüm 3: ormanda ki ev…

uyusuk kedi | 13 January 2012 17:07

sonuda… bütün günüm neredeyse ormanda yürüyerek geçti. bu kadar uzak olduğunu bileseydim kendimi sırtında taşıtırdım.
vouvvv ev gerçekten güzelmiş. tek katlı, filmlerden forlamış gibi. kendime bir ev hayal etsem bu kadar güzel olmazdı heralde. evin kapısı evin giriş kısmının solunda. kapının yanında da kocaman 3bölmeli bir pencere var. etrafındaki ağaçlar sanki evi korumak istiyormuş gibi evin üstünü kapatmış am yinede güneş ışığını engellemiyor. tamam şimdi kapıya iyice yaklaştık. içeri girme konusunda aslında hala tereddütlerim var. kim olsa tereddüt eder aslında. ormanın ortasında tek başına bu evde yaşayan adamın arkasından bu eve girme fikri..tamam sakin olmalıyım. sonuçta bu adam benim sorunuma cevap olabilir.
kapıyı açıyor. nedense evden birşeyler fırlayacak gibi hissediyorum…kapıyı açtı açmasına da kilit yok mu bu kapıda. yani nasıl bir evin kapısında kilit olmaz ki? anahtar da kullanmadı. sadece kapıyı iktirdi. ooo içerden harika kokular geliyor. bu tam…tam da taze pişmiş etin kokusu…biraz da baharatlandırılmış… çok lezzetli kokuyor. aferin bana, etin kokusunu duyunca herşeyi unuttum. içeri girsem iyi olacak artık sanırım, adam içeri çoktan girdi bile. sakin sakin kapıdan içeri adım atıyorum.
evin içi de oldukça güzelmiş. açıkçası şaşırdım. bu kadar güzel olmasını beklemiyordum. kapıdan girdikten sonra tam karşımda yukarı çıkan bir merdiven var. merdiven mi bu ev tek katlı değil miydi?? kapının solunda, pencerenin önünde kocaman bir oturma grubu var, çok rahat görünüyor. oturma grubunun ortasında da şömine. hemde minicik. zaten bu kadar küçük bir evi de ısıtmaya yeter. sol çaprazdaki kapının arkasında banyo olmalı. merdivenin altında da açık mutfak. gerçekten harika bir ev. ama aklım merdivenlere takıldı. adam mutfak kısmına geçti bile. ben evi garip bakışlarla incelerken o elinde iki kahve fincanıyla geliyor.
ben: ” sanırım teşekkürler”
adam: ” afiyet olsun…”
kahvem sütlü ve iki şekerli… harika tam sevdiğim gibi..Evet tam sevdiğim gibi ve bu adam bunu nerden biliyor? sanırım yüzümdeki ” bu gerçekten harika ama nasıl” anlamındaki şaşkın bakışı farketmiş olacak.

bölüm 2: ve gün başlıyor…

uyusuk kedi | 13 January 2012 09:51

tamam…bütün bunları biyerlere yazdıktan sonra yazdıklarımı da biyerlere saklamam gerek. e bu eve de saklayamayacağıma göre… boşversem iyi olacak.
bugün biraz daha uzaklara gitmeye karar verdim… ne bileyim, bu mahalleden biraz daha uzaklaşıp ağaçlık bir yerlere gideyim. hatta bugün aramaktan vazgeçip biraz keyif yapayım… zaten ne aramam gerektiğinide bilmiyorum ya. geçenlerde prensin telefonda arkadaşlarına bahsettiği ormanlık bir alan vardı, buraya da yakın. oraya gitsem… ya düşünme fazla kızım, hadi çık kapıdan… üstünü değiştirmek, süslenmek gibi dertlerin yok nasılsa. yanlız anlamadığım hala nasıl karnım acıkabiliyor…???yani saçmalığın daniskası bu,seni kimse görmüyor, sen kimseye dokunmuyorsun (tamam bunu hiç denemediğim için böyle), ama uyuyorsun ve acıkıyorsun… şimdiye kadar yediğim şeyleri düşününce… kesin yediklerimin nereye gittiğini merak edenler şaşkına dönüyorlardır.
aaaaayyy… çıkmalıyım artık… sıkıldım evden…
…………………………..
evet… orman… ağaçlar, kuşlar, insanların bıraktığı çöpler (harika)… bu kadar zaman neden buraya gelmedim acaba? ahh gerçekten çok güzel. işin güzel yanı, kaybolmak gibi bir derdim de yok. yada yaralanmak gibi bir derdm.. yoksa var mı? yani şimdiye kadar yaralanmama sebep olacak birşey başıma gelmedi, benim de bunu öğrenmek için kendimi yaralamaya çalışmak gibi bir derdim yok. ozaman umuyorum ki yaralanmıyorumdur. hahah gerçekten çok kötü olmasına rağmen acaip komik bir durum bu… neredeyse 45dakikadır geziyorum.. ahh hava ne kadar harika. insanın içini rahatlatıyor. biraz oturacak bir yer bulsam…mmm… burası güzel, güneş direk olarak gelmiyor ama tamamen gölge de değil. ve en güzeli yeşil otlarla kaplı. dolaşmaktan yorulmuşum biraz. yorulmuşum… yorulmak… yorulduğuma göre hissediyorum ve hala bir vücudum var demektir. yani yaşıyor muyum? yok, yaşamıyorsam neden hissediyorum böyle şeyleri.. oofff tamam tamam şimdi bunları düşünmenin sırası değil. zaten daha önce de düşündüm de noldu, kafayı yiyordum az daha. şimdi keyif zamanı… mmm, evet hava harika. güneş dalların ve yapraklarım arasında süzülüyor. etrafta garip bir ama çok hoş bir koku var. öyle çok sıcak falan da değil. kollarımı ve bacaklarımı da uzattım. sanki bütün yorgunluk vücudumdan yavaşça emiliyor gibi. uykum da geliyor. esnemeye de başladım. haha galiba biraz uyuyacağım burda. zaten gözlerim, beni dinlemeden kapanıyor. uykulu haldeyken etraf daha farklı sanki. dalların renkleri daha açık kahve, yapraklar daha canlı yeşil ve parlak. hatta orada biri var galiba… evet, ormanda dolaşmaya çıkan tek ben değilim galiba. hava güzel olunca herkes dışarı çıkmış. yaklaşıyor bu tarafa doğru. aman boşver, zaten benim farkıma bile varmayacak… ve geliyorum uyku 8)
………….

farkındalık

tgctmz | 12 January 2012 10:33

oyuncaklarımı bırakın derken hayallerimi bana verin diye seslenir çocuk, duymazsın, anlatamaz. ‘ çocuk işte ‘ diyip geçerken bir zamanlar denilen o zaman dilimini hatırlayamazsın, sırf bu yüzden korktuğunu her şeyden kazanılmış gerçek yoktur. yaşanmamış hayatlara bulaşmanı ister senden hayat hep. vaktini harcadığın kadar daha öğrenmen gereken birçok şey.. ama mümkün değil, yelkovan veya akrep dönmeyecek bir süre sonra. dönen insanlar olacak başında ama kolundaki dönmeyecek artık. belki daha muhteşem yaşayabilirdin hayatını, birilieri BİR ZAMANLAR senin de elinden almasaydı oyuncaklarını…

1 KADIN GEZGİN İSTANBUL’U BİR PARÇA ANLATIYOR

PEYZAJ212 | 09 January 2012 09:58

1kadın gezgin olarak gezmeyi,yeni kültürler ve tarihimizi öğrenmeyi, seyahat etmekten çok keyif aldığımı
belirtmek isteyerek yazıma başlamak istiyorum.İstanbul’da gezilecek,görülecek çok yerler olduğunu imkanlar doğrultusunda tarihi bir yarımadadan oluşan bu kentin gezilmesi her tarihi köşesinin havasını solunarak,adım adım arşınlayarak ve içinde yaşayarak gezmenin insana çok ama çok güzellikler ve müthiş bir enerji kattığını söylemek isterim.Bundan yaklaşık tam bir ay önce İstanbul’un Cibali-Balat ve Fener taraflarını gezdim,gördüm.Bir kültür,tarihi güzellik yatıyor.Tarihi Cibali Kapısı,Fener Bu Patrikhanesi,Balat’ta bulunan kilise ve sinagoglar ve o meşhur Rum Lisesi görmeye ,gezilmeye değer yerler.Bir hafta sonunuzu buralara ayırıp gezmenizi tavsiye ederim.Çok ama çok büyük keyif alacaksınız.Rum Lisesi kesinlikle kesinlikle içi ve dışı ile görülmeye değer bir yapı.Bir pazar günü Rum Patrikhanesine gidip ayin dinleyebilirsiniz.Hiristiyanların bu inanç kültürüne yakından tanıklık etmek güzel bir deneyim.Ermeni ve Ortodoks kiliselerini gezebilirsiniz.Bir hafta sonunU Topkapı,Ayasofya Müzesi ve Karya Müzesine ayırın, harika yerler.Çocuğunuz varsa onları da yanınıza alarak gezin onlara çok güzel bir tarihi bilgi olur.Keza Sultan Ahmet ve çevresi,soğuk su sokağı Osmanlı evlerine ait güzel eserlerle dolu.İstanbul’da nefes tüketenler nüfusu olarak bu kentin tüm güzelliklerinden faydalanmaya ve bu güzellikleri görmeye davet ediyorum sizleri.Ne dersiniz görmeye değmez mi?Hadi bakalım bir hafta sonu giyin eşofmanları,spor ayakkabılarınızı,takın sırtınıza sırt çantanızı ,elinize bir fotoğraf makinası alın ve İstanbul tarihini yaşayın.En son Piyer Loti’ye çıkın,Haliç manzarası karşısında bir fincan sıcak sahlep için hep içiniz ısınsın hem ağzınız tatlansın.Keyifle.

”pişmanlıklar” dizisi… izleyen var mı?

uyusuk kedi | 04 January 2012 12:04

yılbaşı öncesi, işyerinde masanın önünde oturuyorum… zaman geçmiyor… nette gezerken ”being erica” adlı diziyi keşfediyorum…
aslında ilk görüşte ” sıradan dizilerden ama olsun, zaman geçer” diye izlemeye başladım bu diziyi…Dizideki ana kahramanımız erica, geçmişteki pişmanlıklarını düzeltebilmek için zaman içinde yolculuk yapıyor. ama sadece sorunları hakkında konuşmak için gittiği psikoloğun kendisine verdiği not defterine yazdığı sorunlarıyla iglilenebiliyor… her bölümde hayatının pişmanlıklarını düzeltmeye çalışıyor.
bu diziyi izlemeye başladığımdan beri kendimi acaip kaptırdım. insanlar genelde dizileri çok eğlenceli, çok sürükleyici yada çok melankolik olduğu için severler. ama ben bu diziyi beni kendi geçmişime götürdüğü için seviyorum. dizinin taktiğini deneyip kendi pişmanlıklarımı dizinin karakteri gibi liste yapmayı denedim. 15 yaşımdan beri yaşadığım pişmanlıkların haddi hsabı yokmuş meğer. liste uzun mu uzun… çok geçmişe gitmeden özetle:19 yaşımda üniversiteye girmem, 20 yaşında ilk aşkım, 21-25 yaşlar arası üniversite hayatım ve arkadaşlarım, 25yaş mezun olmamla beraber eve geri dönüşüm ve sonrası anlamsız bir iş arama durumum. 27yaş babamla beraber çalışmaya başlamam…32, halen hayatımla ve kendimle ilgili karar verememem.pişman olmadığım, iyi ki yapmışım dediğim şeyler de var tabii ki. ama insan psikolojisi, genelde negatif olanı aklında tutuyor. geçmişe gidemeyeceğim yada sihirli değnekle değiştiremeyeceğim için, zamanı ve yaşananları aklımın arkasındaki ”unutma ama her an aklına getirmene de gerek yok yani” kutusuna attım. şimdiye odaklanmaya çalışıyorum. pişman olacağım şeyler yapmaya hala devam ediyorum. günlük hayatın getirdiklerinden yada çevremde olan insanların etkilerinden kurtulmak okadar kolay olmadığından ve biraz da hayatla yüzleşmeye korktuğumdan, hayalperest kişiliğimle pişmanlıklarımı ”unutma ama her an aklına getirmene de gerek yok yani” kutusuna tıkaladım 8) şimdiye nasıl mı odaklanıyorum… bunu keşfeder etmez yazarım size …

hayata gülüyorum,
uyuşukkedi

BİR ALANA BİR BEDAVA

cem gurhan | 03 January 2012 09:52

Gözlerim kapanmak üzereydi ama biliyordum eğer bu saatde uyursam, sabahın çok erken bir zamanında Şam Şeytanı gibi dikilecektim ayağa.O yüzden de mümkün olduğu kadar ertelemeliydim yatma vaktini.Karşımda televizyon kendi kendine çalışıyor,benim ise kafamda o gün yaşadıklarım bir film şeridi gibi geçiyordu.Bu monotonluk içerisinde bir ara reklamların başladığını farettim,genelde kanal değiştirirdim hemencecik lakin ona bile cesaret edecek durumda değildim.Nasıl olsa anlaşmışlar ve diğer kanallarda da aynı anda reklam yayınları yürümektedir diye içimden geçirdim.Reklamların biri bitip diğeri başlıyordu ve ben bir insan nasıl olurda reklamlardan etkilenerek bir ihtiyacını satın alır diye düşünüyordum.Bu kadar aciz olabilir miydi insan ve hayatına bu derece zayıf bir karakter özelliği sergiliyerek müdahale edilmesine izin verebilir miydi?Hayır bu düpedüz ahmaklık olurdu,kişiliksizlik sayılırdı,insan ne alacağını,ne zaman alacağını hep bilir ve hayatını da bu anlayışla şekillendirirdi.İşte hepsi birer saçmalık ve densizlik.Göz kapaklarım ağırlaşıyor,yarım yamalak yarın yapacaklarımın planlarını kafamda oluşturmaya çalışırken,bir reklam spotu ile birazcık olsun dikkatim televizyona odaklandı.Reklamın başını kaçırmıştım,ürünün ne olduğunu bilemiyordum ama reklam spotunda hoş bir kadın, bir alana bir bedava diye cesaretlendirmeye çalışıyordu izleyenleri.Kırmızı bir ruj,adeta dudaklarından damlayacak derecede koyu sürülmüş ve kırmızı ojeler,kısa bir etek ve altındaki çorapsız çıplak bacaklarını hissedebiliyordum.Tabii ki yüksek topuklu bir çift lame ayakkabı ile de tamamlamıştı giyimini.Bir alana bir bedava diyordu,derken de hafifçe göğüs dekoltesi dikkatimi çekiyordu.Ne olabilirdi acaba bir alana bir bedava olan ürün.Pahalı birşey olamazdı,bu imkansızdı.Muhakkak günlük sarf malzemelerinden,hemencecik tüketilen bir ürün çıkacaktı karşıma ve ben tekrar gecenin sessizliğinde düşüncelerime geri dönecektim.Biran evvel anlasam da bu işkenceden kurtulsam diye iç geçirirken reklamın finali de ,bir alana bir bedava diyerek bitti.Evet bu merak uyandıran bir pazarlama taktiğiydi besbelli ve bir iki gün sonra da ürünü tanıtıcı bir seri reklam yayını ile satışlarını arttırmak niyetindeydi firma yetkilileri.Kendi kendime çok kızmıştım,hemencecik teslim olmuştum ben de bu cılız çabaya.Ama nereden bilebilirdim ki;bu kadar manasız bir düzmece olduğunu.Bir kez daha kızdım kendime ve uyumaya karar verdim.Deliksiz bir uyku çekecektim ve ertesi güne hazır vaziyette çıkacaktım sokağa.Telefonumun alarmı acımasızca çınlatmaya başladı, ses odanın içerisinde yankılanıyordu.Gözlerim kapalı bir vaziyette,yarı şuursuz olarak elimi uzattım komidine ve parmaklarıma temaseden ilk tuşa bastım.Ses kesilmişti ama dalmamam gerekiyordu yeniden tatlı uykuma.Bu amaçla da üzerimdeki battaniyeyi hafifçe arayıp,vücudumun ürpermesini sağlamalıydım.Böylece rahatsız olacak ve uykum dağılacaktı.Öyle de oldu ve iki üç dakika sonra kendimi banyoda buldum.Evet temizlenmiş,giyinmiş ve sokağa çıkmaya hazır vaziyete gelmiştim artık.İşyerine gitmeden yapmam gereken bir detay daha vardı ,o da mahallenin bakkalından günlük gazetemi almak ve yanında da kaçınılmaz olarak,yemekten büyük zevk aldığım çıtır simit ve peynirden oluşan kahvaltımı çantama tıkıştırmaktı.Dükkana girdiğimde karşı apartmanda yaşadığını bildiğim bir adam bakkala;ama gerçekten bir alana bir bedavaymış diyerek hayretini ifade ederken,beni görünce konuşmasını kesti.O boşluktan istifade bakkal da olur mu öyle şey,hiç duyuldumu bu zamana kadar böyle bir kampanya dedikten sonra,benim hazır ettiklerimi bir poşet içerisine koyup bana uzattı tekrar.Ben para alışverişi yaparken de,merakıma yenik düşmediğimi kanıtlarcasına hiç bir soru sormadan çıktım dükkandan ve biraz da hızlı adımlarla minibüs durağına doğru yola koyuldum.

çarpan AŞK olsun!

deolem | 21 November 2011 14:35

Yorgun olmalısın, öfkende yorgun; bıkmış hatta kendinden, kızmayı bile unutmuşsun… Bu gece gülümseyerek dal rüyalara, inebilirsem göklerden yere, estiği kadar rüzgarların öperim alnından… Belki varlığım her şeyi silmez ama gözlerimin laciverte döndüğü kadar arş’ında lal olur yağmurlara seslenirim…
Çok ağlayan mı çok yorulan mı kendisine sarılır. Her damla yaş her damla ter olgunlaştırır mı bu yüreği, zaman nasıl geçer terli coğrafyada koşarak bilemem, belki bir bakışımız olur dünya, sana çıkarım sensizlikten uzanıp uzun yolculukta. Gizli kapaklı yerlerime saklarım yaşasam da şu anda; başını sığdırdığın şehrin havasını soluyarak yüreğini yaşatırım büyük bir tutkuyla…

Ay-na-ya bakarken…

deolem | 21 November 2011 11:51

Pembe bulutların üstüne doğmuşum. Yıllarca ağızda olmamış meyve tadı bırakmış olacağım ki beni soğuk hava depolarında tutmuşlar. Kaç mevsimi üşüyerek geçirdiğimi ben bile bilmiyorum. Derken yürüdüğüm yollarda ayaklarım bağlanmış bir süre. Her bağlanışta kendimle konuşmayı oyun bellemişim. Bu oyunu sık sık oynamaktan olacak herhalde şimdiki hallerim. Gözlerimi zeytin çekirdeği hediye etmiş, saçlarımı buğday başakları. Hamlığımı borçlu olduğum yegâne lezzetlerin şemalini değiştirip uzun süre beslendim. Ve serpildim insanların üstüne…

Hamamdaki eşsiz buhar sıcaklığını hep yüreğimde hissederek büyüdüm. Bağcıklarımı çözerken sürekli düşündüm hangi mevsimin bana daha az acı vereceğini. İnsan yığınlarının uğultusunu çok dinledim. Şundan eminim hiçbir enstürman eşlik edemez…

DERİN KARANLIK 6

nihansage | 12 September 2011 10:38

.

Oktay ve ikinci kaptan Rıza Aslan, üzerlerinde uzay kıyafetleri olduğu halde büyük bir kapının önünde duruyorlardı. Kapının üzerinde büyük harflerle D KAPISI -2 yazıyordu. Bu kapı dış uzaya açılan ikinci kapıydı. Oktay ve ikinci kaptan Rıza Aslan uzaya çıkacaklardı. Kaptan Çelik, Oktay’ın yanına geldi. Pencereden dışarıyı gösterdi.
– Şu dışarıda duran kırmızı bayrağı görüyor musun?Oktay, küçük pencereden dışarıya baktı. Kapıdan on metre kadar ileride olan bir direğe, kırmızı renkte bayrak asılmıştı.
– Evet efendim. Görüyorum.
– Peki o bayrağın niçin oraya asıldığını biliyor musun?
– Hayır efendim.Oktay, kaptanın sorusuna cevap verirken, sesinin titrememesi için çok uğraşmıştı. Sırtında uzay elbiseleri, dışarıda asılı duran bir bayrak ve yanında tüm gemiye hükmeden bir komutan vardı. Duymaktan korktuğu şeyi, kendisine söyleyeceği anı korkuyla beklemeye başladı.
– O bayrak oraya, siz uzaya çıkıpta onu oradan alasınız diye asıldı öğrenci Oktay.
– ~~~~~~~~~~~~~~~~~~!!!
– Seni duyamadım? Bana söylemek istediğin bir şey mi var?
– Ha! Evet, evet efendim. O bayrak sizin elinize teslim edilecektir. Ama bunu nasıl yapacağimi bilmiyorum.Kaptan Çelik, Oktay’a bakıp gülümse mişti.
– Korkma, bu bir eğitim gemisi. Oraya yalnız gitmeyeceksin. Sana eşlik etmesi için ikinci kaptanımı yanına veriyorum. O sana yardım edecektir.İkinci kaptan Rıza Aslan’a döndü.
– Hazırsanız göreve başlayabilirsiniz.Rıza Aslan ve Oktay, komutana asker selamı verdikten sonra, kendileri için açılan ikinci kapıdan, hava boşluğu odasına girdiler. Kapı kapandıktan sonra, kaptanın sesini duydular.
– Oktay, unutma bu bir eğitim gemisi. Seni tehlikeye atacak hiç bir şey yapılmayacaktır. Eğer hazırsan dış kapıyı açmak için gerekli hava boşaltım düğmesine sen basacaksın. Bunu istemiyorsan da o zaman geri gelebilirsin. Ama unutma, bunu yapmak için başka şansın olmayacak. Ya şimdi uzaya çıkarsın ya da Derin Karanlık Dünyaya döndükten sonra, bir daha uzay gemilerinde görev alamazsın. Tercih senin. Fakat kararını verirken şunu unutma, babanı bulmayı ne kadar istiyorsun?Kaptan’ın sözleri Oktay’ı etkilemeye yetmişti. Babasını bulmayı her şeyden çok istiyordu. Ama uzay ise onu korkutuyordu. Terlemeye başlamıştı. Ağzı kuruyordu. Gözlerini kapadı ve bir süre bekledi. “Babanı bulmayı ne kadar istiyorsun?” Kaptan’ın söylediği bu sözler zihninde sürekli dönüp durmaktaydı. Şimdi bir karar vermesi gerekiyordu. Kaptan’ın sorusunun cevabını, sadece kendisinin duyabileceği kadar kısık bir sesle cevap vermişti. “Her şeyden çok”. Kesin bir kararlılıkla kapının yanında bulunan düğme basmıştı sonunda. Artık geri dönüşü yoktu. Dışarıya çıkacak ve o kırmızı bayrağı alıp kaptana teslim edecekti.Düğmeye basılınca, odada bulunan hava boşalmaya başlamıştı. Tüm hava boşalınca ise basınç dengelenmiş ve Oktay ile Rıza Aslan geminin yer çekimi alanından çıkıp uzay boşluğundaymış gibi havada asılı kalmışlardı.
– Her şay hazır kaptan. Dışarı çıkmak için emirlerinizi bekliyoruz.Rıza Aslan, emri beklerken, kaptan yanında bulunan Doktorla Tülay ile konuşuyordu.
– Durumu nasıl?Elindeki monitörden Oktay’ın sağlık durumunu takip eden Doktor Tülay, Kaptan’ın sorusuna cevap vermişti.
– Çok heyecanlı ama bunu başaracağına eminim.
– Nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz?
– Kalp atışları yine çok hızlı, tansiyonu iki derece kadar yükseldi ve vücudu ise çok terliyor. Eminim ki gözleri de kararıyordur. Ama daha önce ki ataklarından farklı olarak şu anda çok kararlı. Yapmak istediği işe tamamiyle odaklanmış durumda. Her ne olursa olsun o bayrağı size getirecektir. Bundan adım kadar eminim.
– Çok kesin konuştunuz.
– Oktay’ı yıllardır tanırım. Onun bir işe odaklandıktan sonra vazgeçtiğini asla görmedim. Korku onu yolundan alıkoyamayacaktır. Göreceksiniz. Bunu başaracak…Kaptan, İkinci kaptan Rıza Aslan’a gerekli emri vermek için mikrofon’un yanına gitti. Düğmeye bastı.
– Kapıyı açabilirsiniz.Rıza Aslan, kaptan’ın emrine sadece ” Anlaşıldı komutanım,” diye karşılık vermişti. Ve hiç beklemeden kapının açılması için gerekli düğmeye basmıştı. Kendisi hiç teredddüt etmeden uzay boşluğuna çıkmıştı bile. Arkasına dönüp baktı. Oktay henüz kapının ağzında duruyordu. Eliyla ona gel işareti yaptı. Oktay dışarı çıkmak istiyordu ama bir türlü elini, geminin açık olan kapısından alamıyordu. Sanki görünmez bir kuvvet onun kapıyı bırakmasına engel oluyordu. Rıza Aslan, Oktay’a cesaret vermek için onunla konuşmaya başladı.
– Korkma gel. Bu geminin manyetik bir alanı bulunmaktadır. Seni kendisinden asla uzaklaştırmaz. Hatta gitmek istesen bile en fazla bir buçuk metre uzaklaşabilirsin. Daha fazla değil…Biraz cesaretlenen Oktay, kendisini uzay boşluğuna doğru bırakmıştı. Gerçektende ikinci kaptan’ın dediği gibi gemiden uzaklaşmıyordu. Onun manyatik alanı içerisinde hareket ediyorlardı. Etrafına bakındı. Dünyadayken görmüş olduğu uzay ve yıldızlar, şimdi kendisine ne kadarda yakındılar. “Harika bir şey,” diye düşündü. O bunları düşünürken, ikinci kaptan’ın sesiyle kendine geldi.
– Çok hoşuna gitti bakıyorum. Önce şu görevi tamamlayalım da sonra keyfine bakarız.
– Tamam, özür dilerim. Daha önce böyle bir şey yaşamamıştım.
– Çoğu kişide yaşamayacak. Uzaya çıkan insanlar şanslı azınlıktır. Herkes bu deneyimi yaşayamaz.Oktay, geminin kenarlarına tutunarak, bayrağın olduğu direğe doğru yaklaşmıştı. İkinci kaptan onu hiç yalnız bırakmıyordu.
– Bayrağı al hadi. Bu senin görevin.Rıza Aslan’ın, Oktay’a verdiği cesaret, onu yüreklendiriyordu. Elini uzatıp, bayrağı yerinden aldı. Geri dönmek için hamle yapmışlardı ki, tam üzerlerinden gök taşlarının hızlı bir şekilde geçtiklerini farkettiler. Başını kaldırıp, göktaşlarına baktı. Korkuya kapılmıştı. Ama Rıza Aslan inanılmaz şekilde sakin duruyordu.
– Göktaşlarını görmüyor musun? Ya bize veya gemiye çarparlarsa.Rıza Aslan, sanki hiç bir şey olmamış gibi, Oktay’a cevap verdi.
– Geminin manyetik alanından bahsetmiştim ya sana, işte o manyetik alan bizi nasıl gemiden uzaklaştırmıyorsa, yabancı cisimleri de yaklaştırmıyor. Onun için korkma, gemiye veya bize en fazla bir buçuk metre yaklaşabilirler. Daha fazla değil…Oktay’ın kendisine bir şey söylemesini beklemeden, kapıya yönelmişti bile. Arkasına dönüp Oktay’a baktı.
– Hadi sen gelmiyor musun? Seni bilmem ama ben çok acıktım. Akşam yemeğine anca yetişiriz.Oktay, ikinci kaptan’ın rahat tavırlarından etkilenmişti. O da kapıya doğru gitmeye başladı. Kapıdan içeriye girince, ikinci kaptan’ın onu beklediğini gördü.
– Hadi çabuk ol. İçeriye gir ki kapıyı kapatayım.Oktay içeriye girince kapının kapanması için gerekli olan düğmeye basmıştı. Daha sonra otomatik olarak içeride ki basınç ayarlanmış ve tekrardan yer çekimi sağlanıp, gerekli olan hava verilmişti. İkinci kaptan hemen başlığını çıkarmıştı bile.
– Ohhh… Dünya varmış. Bu meretleri ne kadar geliştirirlerse geliştirsinler, yine de normal şekilde hava almanın yerini tutmuyor.Geminin ikinci kapısı açılıp içeriye Kaptan Çelik girmişti. Her ikiside kaptan’ı karşılarında görünce hazır ol duruşuna geçtiler.
– Tebrik ederim sizi. Öğrenci Oktay. Bana vermek istediğin bir şey var mı?Oktay hemen elinde tutmuş olduğu kırmızı bayrağı, kaptana doğru uzattı.
– Buyrun efendim. Almamı istediğiniz kırmızı bayrağınız. Artık sizindir.Kaptan Çelik, Oktay’ın uzatmış olduğu bayrağı büyük bir gururla almıştı.
– Beni yanıltmadın Oktay, aferin. Babana layık bir evlat olduğunu ıspatladın.Kaptan Çelik, dış uzaya açılan kapının yanına gelmişti. Oktay’a doğru baktı.
– Sana bunun bir eğitim gemisi olduğunu daha önce de söyledim, şimdi de söylüyorum.Kaptan yüksek sesle emir verdi ve ” Işıkları yakın,” dedi. Verilen emirle birlikte her taraf aydınlanmıştı. Pencereden görülen uzay artık yerinde değildi. Kaptan dış uzayın kapısını açan düğmeye basmış ve açılan kapının dışında Oktay’ı hayrete düşüren bir oda belirmişti. Odanın bir tarafında Derin Karanlık’ın dış kısmının maketi yapılmıştı. Oktay’ın bayrağı almaya gittiği bayrak direği ise orada öylece duruyordu. Oktay hayretler içersinde kalmıştı. Şaşkınlık içinde uzay giysisinin başlığını çıkardı ve bayrak direğinin yanına bu sefer yürüyerek gitti. Onu eliyle tuttu.
– Peki ama, ya göktaşları. Onları gördüm. Tam üstümüzden geçiyorlardı.
– Holoğram görüntüler. Başlığında bulunan, üç boyutlu görüntüleri algılamanız için bir sistem var. Onun sayesinde istediğimiz görüntüleri sanki gerçekmiş gibi canlandırabiliyoruz. Bu arada İkinci kaptan Rıza’nın sana söylediği gemi ile ilgili bilgiler gerçek. Gerçekten bu geminin manyetik bir alanı var ve elbiselerimizde bulunan sistem ayesinde bizi uzayda olduğumuz zaman yanından ayırmıyor. Bana öyle şaşkın gözlerle bakma. Senin gibi yüksek risk taşıyan tecrübesiz bir öğrenciyi dış uzaya çıkartacak değildim ya. Sana daha önce de söylediğim gibi, bu bir eğitim gemisi. Sizleri asıl görevlerinize hazırlayan önemli bir gemi.