bildirgec.org

çaresizlik hakkında tüm yazılar

Hicran

HBOZTOPRAK | 20 May 2010 10:37

Cevabı sende kalmış sorular,sağanak olup yağıyor her anıma,
Kilitlediğin dudaklarından azad edeceğin,tek bir kelime bekliyorum,
Yüreğimde çakan korkular sonrasında düşüyorsun hep aklıma,
Sen olmayan saçaklardan kaçarak,iliklerime kadar ‘sen’leniyorum,

Kimin adını haykırarak çarpıyor kalbin,bir türlü soramıyorum,
Tutunduğum incecik dalı,kökünden sökersin diye ürperiyorum,
Seni alıp gidecek hazan rüzgarını ise düşünmek bile istemiyorum,
İki yanım da uçurum; hangi hicrana savrulurum, bilmiyorum,

KİMSE GÖRMESİN

mavilikler | 02 May 2010 19:00

Hepbirlikte oturuyoruz. Keyifli bir akşam sofrası… Herkes birşeyler söylüyor durmadan. Kimin kime hitap ettiği, ne dediği seçilmiyor.

Ben hiçbirşey seçemiyorum zaten. Senden başka… Sen ordasın ya!.. Önemli değil gerisi. Masadaki kalabalığın arasında bir yerde kaybolmuş… Ama yine de o kadar çok varsın ki! Kalbimin atışlarında varsın mesela.

Yüzüne bakamıyorum bile. Bilmiyorlar çünkü nasıl delice çırpındığını yüreğimin. Anlarlarsa ölürüm ben! Çünkü sen de anlarsın o zaman. Bana çevirirsin gözlerini…. Görürsün. Yüreğimin atışlarını masanın öte ucundan bile duyabilecek kadar okursun yüzümden çaresizliğimi.

ÇALINAN GÜLÜŞ

mavilikler | 16 April 2010 17:11

Çocukların gülüşlerini çaldılar! Büyüttüler onları hırpalayarak… Küçücük bedenlerine bakmadan yordular ruhlarını. Omuzları çökmüş, ölümü özleyen ihtiyarlara dönüştürdüler. Özleyecekleri başka tek birşey olmayan bir dünyaya mahkum ettiler onları.

Taşıyamayacakları yükler bindirdiler sırtlarına… “İlle de taşıyacaksın!” dediler. Çocuklar, onların kocaman bedenlerine bakıp ‘büyük’ olduklarını sandıklarından, “Bir bildikleri vardır elbet!” diyerek, vücutlarının tüm isyanına rağmen, taşıyabileceklerine inandılar o yükleri. Onların altında ezildikçe ezildiler.

DİLEMMA

il mare | 04 April 2010 14:08

Sen doldur,ben içerim boğaziçini

Bir şekilde doğmuşsun ve konmuşsun bir yere işte….
En koyu aidiyetsizliği taşıyorsun damarlarında,kan diye….
Çoktan vazgeçmişsin konuşmaktan,kendini anlatmaktan..
Ama insansın hala işte,unutabiliyor zaman zaman,çocuk olabiliyorsun,baştan silebiliyorsun.
Yani zaman zaman, kendini anlatmaya kalkışabiliyorsun,heyecanlı gözlerle, hiç sönmeyecekmiş gibi duran ferlerle…
Tam affedecekken karşındakini,her şey tekrar güzel olabilir aslında diye düşünürken,o kahrolası umudunu hala satılığa çıkarmamışken…
Bir kez daha karar veriyorsun onu satmaya…İşte bir kez daha yazıyorsun hiç dinmeyecekmiş gibi duran koca öfkenle,ruhunun tam merkezine “satılık” diye…
Ruhun umut demek, satılan umut demek…
Diyorsun ,diyorsun ya bir kez daha…
Biliyorsun ki sen istesen de o gitmeyecek bir yere…
Ait olmadığın yerlerde,bunca zaman hala anlaşılamamış olmanın verdiği acı ve zarar veren öfkenle, çaresizliğin doruklarına ulaşıyor, kendi gözyaşlarında boğuluyorsun…
Avuçlarını sıkıyorsun,kapıları çarpıyorsun,küfür ediyorsun.Günahtan korkmak ise, günah…
Hem günah da ne,sevap ne, anne ne ,baba ne? Birlikte yaşamak,birlikteyi bırak,yaşamak ne???
Cevabı bulamadığın anda daha da yaşamak istiyorsun ama, anlamsız birlikteliğe inat yapayalnız…
Sanki yapabilecekmişsin gibi oturup ciddi ciddi çareler arıyorsun.
Evden dışarı çıkıp geri gelmiyorsun,kimseye nerdesin napıyorsun haber vermiyorsun.
Zaten herkesi gittiğin anda siliyorsun.
Derdin özgür olmak değil,derdin gidip gelmemek değil….
Derdin bitmek,derdin tükenmek senin…Derdin nefret etmek, ve nefret etmeyi istememek…
Meraklısı değilsin arkanı dönmelere,alıp başını gitmelere…
Derdin anlayış,derdin anlaşılmak…Derdin bir çift göz,derdin insan! Derdin insan! Derdin insan!
Sesler yükseliyor biryerlerden,hep aynı ton,hep aynı sözler…Hep aynı nefret…
Düşünüp duruyorsun gene…Biryerler olmalı! Gidilip dönülmeyecek,bir kez olsun öfkene yenik düştürtücek,mantığını tamamen yok edecek bir yerler!
Gözünü kapıyorsun,ciddi ciddi düşünüyorsun.
Ertesi sabah uyandığında,
Yine aynı yatakta oluyorsun.
Ama işte,derdin o yatakta olman değil senin,
Derdin o yatağın olması…

Dününde Yitik Adam…

admin | 04 February 2010 10:59

Nasıl başlar insan dünden kalan özlemini anlatmaya? Dile gem vurmaz mı yüreğin bu sessiz çığlığı? İçten içe ağlamak değil mi bu? Çaresizlik değil mi? Geleceğe doymuş ama düne aç bir velet bedenimin taşıdığı. Düşüncelerimde var olan nefret kime bilmiyorum hiç. Geri gelmek istiyor ayaklarım. Sanki bu yol değil de zaman patikası üzerinde yürüdüğüm. Küçük bir veledim işte, geleceği tümden yaşamış da dünü unutamamış. Çaresizlik değil mi bu? İçten içe ağlamak değil mi?
Ölüm yok olmak değil her zaman. Ya da yok olmak ölmek… Mutluluğum budur benim. Dünün kulağıma bıraktığı o ince ses de yitebilmek. Gözyaşım aksın gitsin ne olur? O da dün olacak nasılsa. Özlemim o olacak. Vicdanıma döndüğümde yüzümü gün be gün, her ne ziyansa yüreğimde bileceğim ki tekrar özlemim olacak. Ölmek istemez ya insan, geleceğe özleminden hep. Bense geleceğe doymuşum madem, öyleyse ölüm yok olmak değil bedenimdeki bu koca velede. Geçmişte yok olmuş silik bir gözyaşıyım ne de olsa.

Yenilmişlik sigarasını yakmak

phileosophia | 21 January 2010 18:21

Aylardır bu son sigaram deyip duruyorum.Bırakacağımdan değil ya söylenmek maksadım.Kendimin değişebileceğine inanmak.Türlü yalanlarla olmuyormuş meğer 3 gün 5 gün sonra yine ağızda yerini alıyormuş meret.Ben ona karşı dürüst olmalıyım ki galiba onu bırakamayacağım.Oda bana karşı dürüst ki herhalde kararım netleşene kadar ağzımdan düşmeyecek.Sigaranın bana tek öğrettiği elbette bu değil.Reklamlarda yapılan o sigaranın zararları adlı programlar tamamen yalan aslında, bana kalırsa sigaranın insana yaptığı en büyük kötülük esaret.Konu ölümse eğer zaten daha doğarken zehirleniyoruz yaşamla beraber,bu zehirle belki 100 yıl belki 70 yıl belkide daha az yaşayacağız.Fakat esaret bambaşka bir şey sürekli ihtiyacını duyduğun keyif olmaktan çıkıp içmeyince beynini kemiren bir esaret bu.Bırakmayı denemeden kimse bunun farkına varamaz.Deneyen de bırakma süreci içinde aslında kendisinin ne kadar zavallı olduğunun anlaması pek kolaydır. Kafanız tüm gün nikotin paketlerinde, söylenen her şey beyine uğramadan geçip gider bir halde debelenip durursunuz.Arada kendinize gülebilirsiniz bile şahsen öyle yaptım.Kendini güçlü iradeli sanan ben sürekli beynimi tırmalayan bu durumu kafamdan atamadığım için bolca güldüm kendime benim için durum sağlıklı yaşamdan çıkıp tamamen bir savaşa dönüşmüştü belkide kendi irademle olan en büyük savaşım olabilirdi bu.3 senenin paket paket sigarasını 1 anda def edecektim hayatımdan.Nikotin bantları sakızları terapiler elbette aklımdan geçmedi değil.Fakat bu tam bir zafer olmazdı benim için.O nedenle kendim savaştım ve yenildim.Başardığına inananları değil gerçekten başaranları içtenlikle tebrik ediyorum bu yazımda,fakat söylenmesi gereken bir kaç söz daha var bana kalırsa.Herhangi bir şeye boyun eğmekten nefret eden ben bile ki ne çetin dostluklar ne insanlar sildim attım etrafımdan bu kara dostu silip atamadım.Demek ki sigara kadar hiç kimseye değer verememişim onuda anladım.

SON BİR KEZ

mavilikler | 08 January 2010 12:07

‘Hiçbirşey değişmeyecek. Hala senin annen ve babanız.’… Hala mı? Nasıl yani?! Zaten annem ve babam değil misiniz siz? ‘Hala’ diye üzerine basmakla, hiç aklımda olmayan şeyleri düşünmeye zorlamış olmuyor musunuz beni? Zaten varsanız, neden varolduğunuzu vurguluyorsunuz ki?!

Hani önceden defalarca seyrettiğimiz izlenimi uyandıran filmler vardır. Evet… Film yenidir. Yapım tarihi çok yakındır. Ama diğer pekçok filmdeki aynı şeyi anlatıyordur. Aslında hiçbirşey anlatmıyordur ya… Zaten onu aynı yapan da bu anlamsızlığıdır.

İşte şu an tıpkı böyle filmlerden birini izler gibiydi. Boşanmak üzere olan ebeveynlerin, çocuğun darmadağın etmek üzere oldukları hayatını, ellerinden geldiğince toparlamaya çalışacaklarını söyledikleri o filmlerden…

‘Hiç dağıtmasanız, olmaz mı?’ deme gibi bir hakkı bulunmadığını da belirtmiş oluyorlardı böylece. Kendi hayatının merkezine O’nu değil kendilerini oturtuyorlardı. ‘Bu bizim hayatımız… Senin özerk bir hayatın olduğunu mu sanmıştın yoksa?!’ diyorlardı yani.

GÖZYAŞLARIMIN TANIĞI

mavilikler | 04 January 2010 13:36

Benim hiç ablam olmadı. Bu yüzden ablası olanları hep kıskandım.
Odama çekilip çaresizce ağlarken, kapımı aralayıp usulca içeri süzülen, neden ağladığımı soran bir ablam olsaydı…
O zaman gözyaşlarıma tanıklık eden biri olduğunu bilir ve odamdan çıktığımda, o ağlayan ben değilmişim gibi davranmazdım. Gözyaşlarının yerini çaresizliğin verdiği öfke doldurmazdı.
Ablam yanıma oturur ve elimi tutardı. Titreyen, tüm işlevini kaybetmiş elimi… Ona yeniden hayat verir, bir el olduğunu hatırlatırdı. Sonra da bana yapardı aynı şeyi. Sorular sorar, hıçkırıklarımın arasında ağzımdan dökülen bölükpörçük cümleleri dinler ve onlardan anlamlı, eksiksiz bir bütün yaratırdı. Sonra bu bütünü gözlerimin önüne sererdi.
Bense, onun bana gösterdiği şeyle anlattıklarım arasında bir bağlantı kuramazdım önce. Ablamın sevecen yüzüne bakar, bana olan sevgisinden, gerçeği göremediğini düşünürdüm. Ama o, konuşmasını sürdürüp ayrıntılara indikçe, canımı yakan şeyler artık acıtmaz olurdu. Çünkü resmi görmeye başlardım artık… Ve onun içinde de kendimi görürdüm. Ne olduğumu, kim olduğumu hatırlardım yeniden.

Merhaba Hüzün…

arseli33 | 03 February 2009 10:05

Çalınmış hayallerimin orta yerindeyiz ikimiz de…Ne kaldı ki mutluluğa dair avuçlarımda.Bir tutam tebessüme değişmek istedim gözyaşlarımı. Arkanı dönüp gitmen için defalarca yalvardım. Seninde benden başka gidecek yerin yoktu bilirim. İçimin derinlerindeydin uzun zamandır.Kalbimde, beynimde, gözlerimde seni görürlerdi hep… Bedenimdeydin, benimleydin oradan hiç gitmedin. Bu gece sana yazmak istedim.Kalemimin değdiği kağıda işleyip, buruşturup atacaktım seni.Ruhumu senden arındıracaktım sana inat.Üzerine kenetlendiğin anılarımı, aşkımı, içinde senin olduğun bütün yaşanmışlıkları akıtacaktım içimden. Ellerimi titreten sendin biliyorum.Gitmek istemiyordun yine.Yüzümdeki bu anlamsız ifade, ağlamamak için kendini zor tutan gözlerim senin eserindi bilirim.Çaresizliğime bakıp bakıp gülüyormuydun, yoksa sızlayan vicdanının sesimiydi bu haykırışlar… Karanlığı senin kadar sevmem bilirsin.Hadi yak umudunun mumlarını ! yerine dön…Bu gecede benimlesin..

Travma mı?

| 15 January 2009 13:54

Geç kalmıştım. Akşamdan kalma gözler ve dönmeyen bir dil. Benim yüzümden geç kalmadım sanki. Orta parmağımı avucuma doğru kıvırıp, kapıyı tıkladıktan sonra özür dileyerek bir yer buldum kendime, yuvarlak masanın etrafında.

Bana bakan tanıdık gözlerden kendimi kurtardıktan sonra, konunun travma olduğunu anlıyorum. Biraz dinledikten sonra, ilk arada, kendime bir mekan bulmalıyım diye düşünürken, tanıdık bir ses tarafından kurulan cümle, tam ortasına atıveriyor beni bu küçuk çaplı seminerin.