bildirgec.org

bibi andersson hakkında tüm yazılar

Tutkunun filmi; The Passion of Anna (1969)

queennothing | 26 January 2011 17:35

İsveç Sineması’nın büyük ismi Ingmar Bergman‘ın yönetmenliğini yaptığı sinema filmi “The Passion Of Anna” (orjinal adıyla; En Passion), 1969 senesinde vizyona girdi. Tokyo’da dünyaya gelen aktris Liv Ullmann ile İsveçli aktör Max von Sydow‘un başrollerini paylaştıkları yapımda İsveçli aktris Bibi Andersson, İsveçli aktör Erland Josephson, aktör Sigge Fürst ve Erik Hell rol alıyor.
Filmle ilgili ilginç bir detayı da vermeden geçmeyelim; yönetmen Bergman, filmin çekimlerini bir zamanlar birlikte olduğu ve çocuğunun annesi olan Liv Ullmann ile birlikte yaşadığı adada tamamlamış. Dört karakterin öyküsünün anlatıldığı film, esasen Andreas Winkelman’ın yaşamına odaklanıyor.

Wild Strawberries (1957)

queennothing | 22 June 2010 12:19

Senaryosu ve yönetmenliği İsveçli yönetmen Ingmar Bergman‘a ait olan etkileyici bir psikolojik drama filmi “Wild Strawberries” (Yaban Çilekleri); orjinal adıyla “Smultronstället”, 1957 senesinde vizyona girdi. İsveçli aktör Victor Sjöström, İsveçli aktris Ingrid Thulin, Bergman’ın kadrolu oyuncularından Bibi Andersson ve Max von Sydow‘un rol aldığı film, ‘En İyi Senaryo’ dalında Oscar’a aday gösterildi.
‘Fahri’ unvanını alacak olan Doktor Isak Borg, ömrünün yarısını birlikte geçirdiği emektarı, ‘eş’ gibi gördüğü yardımcısıyla birlikte yaşayan, biraz huysuz, biraz bencil; kurallarıyla kendine hükmeden yaşlı bir adamdır. Bir süredir oğlu ve geliniyle yaşayan Doktor, o akşam kendisi için düzenlenecek törene gitme planını bozar ve arabasını alıp, küçük bir gezintiye çıkmaya karar verir. Gelinini de yanına alan Doktor, yolda, yaşadığı 78 senenin hesabını, iyisiyle kötüsüyle ortaya dökecek ve tanıştığı yeni insanlar sayesinde ‘bencil’ yüzünü, ‘huysuz’ tavırlarını ve ‘müdahale eden’ halini tanıyacaktır.

Ernst Ingmar Bergman

queennothing | 16 February 2010 09:50

Ernst Ingmar Bergman, 14 Temmuz 1914 tarihinde, Protestan rahibi Erik ve hemşire Karin’in oğlu olarak İsveç, Uppsala’da dünyaya geldi. Çocukluğunu doğduğu yerde geçiren Bergman, 16 yaşındayken Almanya’ya gitti. 1937 senesinde kaydolduğu Stockholm Üniversitesi‘nde ‘Sanat ve Edebiyat’ okudu. Fotoğrafçılıktan, sinemaya atılan genç adam, 1943 senesinin 25 Mart’ında ilk evliliğini Else Fisher ile gerçekleştirdikten iki sene sonra boşanma kararı aldı. Aynı sene Ellen ile ikinci evliliğini gerçekleştirdi. Bu arada, Fisher’dan bir çocuk sahibi olan Bergman, sene 1946 olunca, ilk yönetmenlik deneyimini kazandı. Bir oyundan uyarlanan “Kris“, 90 dakikalık bir yapımdı ve tamamiyle İsveç sınırları içerisinde çekildi. Aynı sene “Det regnar på vår kärlek” adlı sinema filminin de yönetmenliğini yapan Bergman, 1947’de “Skepp till India land“i ve 1948’de “Musik i mörker“i (Music Is My Future) yönetti. Aynı sene Nine-Christine Jönsson‘un başrolünde yer aldığı “Hamnstad“ın (Liman kenti) yönetmenliğini yaptı. Bir sene sonra “Fängelse” (Prison) adlı yapımı yazıp, yöneten Bergman, bir roman uyarlaması olan “Törst” ile başarısını bir kez daha kanıtlamış, İsveç Sineması’na yepyeni bir şekil vermişti.

1950 senesinde, dört çocuk sahibi olduğu Ellen ile boşandığını açıklayan yönetmen, “Till glädje“nin hem senaristliğini, hem yönetmenliğini yaptıktan sonra “Sånt händer inte här“ın yönetmenliğini üstlendi. 1951 senesinde, Gun Grut ile dünyaevine giren Bergman, aynı sene “Sommarlek“i yönetti.
Aradan bir sene geçmişti ki, eşi Grut’un senaryosunu yazdığı komedi filmi “Kvinnors väntan“ın yönetmenliğini yapan usta yönetmen, 1953 senesinde adını Avrupa’ya duyuracak bir yapıma imza attı; “Sommaren Med Monika” (Monika ile Bir Yaz). Filmde, sonları devamlı oyuncularından biri olacak olan Harriet Andersson rol alıyordu ve bu yapımla Bergman, kadınlara olan bakış açısını ve ‘kadın’dan yana olduğunu daha önce görülmemiş bir gözle, duyulmamış bir dille sunuyordu. Aynı sene yönetmen, yine Harriet’in de rol aldığı “Gycklarnas Afton“u (The Naked Night) çekti. Yönetmen, bu filmde gözümüze çarpan gezici sirke, göstericiye ve göstericinin kadınlara olan düşkünlüğü yüzünden sonsuz bir sevgiyle bağlı olduğu eski karısını bırakması ve geri dönmek isteyince karısının kazandığı ‘gurur’ hissi yüzünden kabul edilmemesine dikkat çekiyor. Ayrıca, bir çok filminde kullandığı ‘sorgusuz, saf erkek aşkı’ da dikkate değer bir başka durum.

Scener ur ett äktenskap (1973)

queennothing | 15 June 2009 11:49

İlişkileri güçlü bir şekilde betimleyen yönetmen Ingmar Bergman‘dan, ‘kadın – erkek ilişkileri’ üzerine bir film daha; “Scener ur ett äktenskap“. 1973 yapımı, 165 dakikalık filmde Liv Ullmann ve Erland Josephson, başrolde yer alıyor.
Marianne, boşanma avukatıdır. Uzun süredir Johan’la evli olan Marianne, arkadaşları Peter ve Katarina’yı yemeğe davet ettikleri bir akşamda, çiftin arasında gelişen ve zamanla alevlenen kavgaya şahit olur. Johan, olaya kayıtsız kalırken, Marianne, içten içe kendi evliliğinin gidişatından da şüphe etmektedir. Johan’la aşkla bağlı olan genç kadın, bir akşam kocasına, ilişkileri ve cinsel hayatları hakkında sorular sorar. Aldığı cevaplardan, ilişkilerinin ölmek üzere olduğunu anlayan Marianne, evliliğinin bitmemesi için elinden geldiğince çaba gösterir.
Johan içinse durum, farklıdır. Hem kendi, hem de Marianne’in ailesinin tüm baskısını üzerinde hisseden Johan, artık pes etmiştir. İş için şehirdışına gittiği birgün, ‘Paula’ adlı genç bir kızla gönül ilişkis yaşar. 23 yaşındaki kıza aşık olan Johan, eve döndüğünde durumu Marinne’e anlatır. Gururu incinen Marianne, Johan’ın anlattıklarını sessizlik ve anlayışla karşılar. Her şeye rağmen kontrolünü kaybetmeyen Marianne, Johan’a olan tüm sevgisiyle, O’ndan ‘genç aşkı’nı anlatmasını ister. Kendisini aldatan kocasından nefret etmek bir yana, yıllardır eksilmeden katlanan sevgisini göstermekten çekinmediği o gecenin sabahında, Johan evi terkeder. Marianne ve iki kızı, artık geçmişte kalmıştır.

Ancak, durum hiç de böyle olmaz. Yıllarca devam eden evlilik, çift arasındaki paylaşımlar ve herşeyden önemlisi ‘bağlılık’, silip atılamayacak kadar güçlü ve sabittir. Marianne ve Johan’ın ilişkileri, tutku ve heyecanla harmanlanmış cinsellikle, dürüstlüğü katarak, yeni halini alır.

Persona (1966)

queennothing | 23 May 2009 10:44

1966, Ingmar Bergman ve Bergman yapımlarının vazgeçilmez ismi Liv Ullmann filmi “Persona“, bu sefer izleyicisinin, ‘karakterlerin kişiliği’ne değil; ‘bilinçaltının yaratıcılığı’na hayran olmasını sağlıyor.

Ünlü bir oyuncu olan Elisabeth Vogler, herkesin gıpta ile baktığı, hayranlık uyandırıcı bir yaşama sahiptir. Tiyatroda oyunun sergilendiği birgün Elisabeth, kimsenin anlmadığı bir hastalığa yakalanır. Elisabeth suskundur, hiç konuşmaz ve etrafındakilere boş gözlerle bakarak; anlatmaya çalışılanların ‘anlamsızlığı’ndan dem vurur. Ne doktorlar, ne de yakın arkadaşları, kimse güzel oyuncunun bu isimsiz hastalığına çare bulamaz.
Psikoloğu, bir kır evinde dinlenip, kendisiyle iletişim kurmasını önerir ve Elisabeth, kendisine refakatçilik edecek hemşire Alma ile bir kır evine yerleşir.

Det Sjunde Inseglet

deadcall | 29 May 2008 09:36

Det Sjunde Inseglet

Yedinci Mühür, usta yönetmen Ingmar Bergman‘nın 1957 yapımı bir klasiğidir. Başrollerini Gunnar Björnstrand (Jöns) ve Bengt Ekerot (Death) paylaşmaktadır. Filmde haçlı seferlerinden dönmekte olan Jöns’ün karşısına ölüm çıkıcaktır. Jöns hayat ve tanrı kavramını sorgulayan biri olduğundan ölmek için çok erkendir. Jöns, Ölüm’ü stranç oynamaya davet eder. Ve yolculukları boyunca yaşadıkları olaylardan, hayat ve tanrı kavramlarını sorgular. Siyah beyaz olan bu film‘de Max von Sydow‘da Antonius Block rolünde karşımıza çıkıyor.
Ölüm, sanat, hurafeler, savaş, din ve hayat kavramlarını sorgulayan bu filmde herkezin kendi görüşünü çıkarması mümkün. Eski bir film olmasına rağmen değindiği konular her zaman güncel olan konular ve çok çağdaş bakış açılarıyla irdelenmiş. İçine şeytan girdiği düşünülen kız yakılmadan önce Jöns’ün kızla olan dialogu hafızalardan silinmeyecektir.
Benim görüşüm; hiç bir teknolojiyle yakalanamıyacak atmosferi, felsefenin dibine inmiş sözlerleri ve yönetmenliğiyle tam bir şaheser. Çok ağır konulara deyinmesine rağmen film kesinlikle akıcı. Sadece bazı cümlelerden sonra düşünmeye kalkarsanız filmin birazını kaçırıyorsunuz. Ama sıkılmadan defalarca izlenebilecek bir film olduğu için bu eksiği de ortadan kalkıyor. Kesinlikle herkezin izlemesi gereken bir film. İzleyecek olanlara tavsiyem filme tam anlamıyla odaklanmaları.