bildirgec.org

beyin ameliyatı hakkında tüm yazılar

Güle Güle Emoş’um…

suleceizler | 02 July 2011 22:18

Bugün sabah tam televizyon izlerken evin telefonu çaldı uzun uzun, açtım; annem arıyordu. Emoş’umun dün gece öldüğünü ve bugün cenazenin kalkacağını haber verdi. Bundan bir kaç gün önce de geçirdiği beyin ameliyatından sonra beyin kanaması geçirdiğini ve bir türlü uyanamadığını zaten biliyordum ama yine de olduğum yerde kaldım, elimde telefon ahizesi …
Söylenecek hiçbir sözün kalmadığı yalnızca gözyaşlarının sessiz akışının başladığı andı o an. Yutkunamadım, sadece ağladım ağladım ve Emoş’la geçen anılarımı anımsadım. Birbirimize baktığımız kahve falları ve şen kahkaları geldi kulağıma hemen. Güzel kocaman yeşil gözleri bembeyaz teniyle dünyanın en tatlı tontonuydu Emoş’um. Her sarıldığında bana, içten sarılırdı; yumuşacıktı, içtendi benim komşu teyzemdi O.

Korkuttun Beni

MerakliKedi | 19 August 2010 15:21

Yaklaşık 25 yıl geçti birlikte. Dile kolay çeyrek yüzyıl… Hatırlıyor musun, ilk başlarda ne çok kavga ederdik. Her ders arasında mutlaka kavga edecek birşeyimiz olurdu. Ama bu kavgalar olgunlaştırdı bizi, ilişkimizi… Bu kavgalarla öğrendik kişiliklerimizi. Birbirimize sözler verdik o kavgalar sırasında. Ve sonra da tuttuk bazılarını. Sen hatırlatınca çok şaşırdım. Yıllarca, hayat düsturum dediğim şeyin aslında seninle birbirimize verdiğimiz söz olduğunu söylediğinde… “Yaptığın hiçbirşeyden pişman olma, Pişman olacağın şeyi yapma.”
Kişilikler oturduktan sonra, arkadaşlık daha bir güzel hale geldi. İkimiz de olgunlaşmış, artık kavgasız halleder olmuştuk meseleleri. İşin enteresan tarafı aramızda kavgaya dönüşme ihtimali olan hiçbir şey de olmuyordu. Niye o zamanlar kavga edermişiz ki… Hayat yerlerimizi ayırdı ama kalplerimizi değil. Başka arkadaşlıklarımız da oldu ama bizimkinden daha güçlü değil. Sevdiklerimiz oldu, ama birbirimizden çok değil….
25 yıl sonra ben bebeğimi aldım kucağıma. Ve sen iki elin kanda olsa geldin. Ne komik değil mi? İki elin kanda olsa… Nasıl bilebilirdik ki, bir ay sonra gerçekten hayatımızda kanların olacağını. Bebeğime benim kadar sevindin. Bir taraftan özlemlerin okunuyordu gözünde bir taraftan mutluluk. Ne güzel bir dostluktu bizimki… Ama ne yalan söyleyeyim, bir farklıydın. Tanımlayamadım ama sen farklıydın. Bunu konuştum insanlarla, farklı dedim. Bana öyle geldiğini, özel durumum ve özel durumun nedeniyle farklı olduğunu söylediler. Değilmiş!!!!
Bir ay sonra bir akşam bana geldin. Kapıdan girer girmez, damdan düşer gibi haberi verdin. Ama sanki farklı iki filmin görüntüsü ile repliği üstüste bindirilmişti. Sen cıvıl cıvıldın. Duyduklarım ise “beynimde 8 cm’lik bir tümör var. Pazartesi ameliyat olacağım” idi. Bu iki içerik örtüşmüyordu. Ama bu sendin işte… Benden saklamıştınız. Sütüm kesilmesin diye söylememiştiniz. Belki de senin için kan ağlarken, diğerlerinin gözlerinden yaşlar dökülürken beni düşünüp susmuştunuz. Söylediklerinin şokundan mı, senin üzmemek için mi, kucağımdaki bebek nedeniyle mi bilmiyorum, çok tepkisizdim. Hatta çok soğukkanlı karşıladığımı konuşmuşsunuz sonra… Ah ama sen bilirsin beni. Yüzüm soğukkanlıdır. Gecem değildi. Ruhum hiç değildi. O gün geldi. Pazartesi… Erkenden hastanedeydik hepimiz. Bebeğimi ilk defa bırakmıştım. Haberi aldığım günden beri süt biriktiriyordum. Ameliyat uzun süreceğinden ben yokken bebeğin beslenmesini temin etmiştim. Bir yandan aklım onda, bedenim senin yanında, ruhum ise bambaşka yerlerdeydi. Eminim yüzüme bakan kimse, ama kimse benim üzgün olduğumu söyleyemezdi. Belki bu yüzden şaşıran, alınan, darılan bile olmuştur bana. İçim kan ağlarken yüzümün bunu söylememesi nedeniyle… Ameliyatın çok geç başladı. Hatta o yüzden seni ameliyathaneye uğurlayamadım. Yeniden süt sağmam gerekiyordu, eve uğrayıp gelecektim. Ben çıktıktan yarım saat sonra seni almışlardı ameliyata. Sonraki yedi saat mi? Ne sen sor ne ben söyleyeyim. Dışarıdaydık, haber bekliyorduk. Elimizde kitaplar, dergiler, Sudoku’lar ile vakit geçirmeye çalışıyorduk. Geçmeyen zamanı geçirmeye çalıştık. İki bebeğim birden aklımı dolduruyordu. Biri sen, biri evdeki… Evdeki çaresiz, evdeki dilsiz, evdeki bilinçsiz…. Sen mi? Sen de bilinçsiz, dilsiz ve çaresiz uyuyordun içeride. Ne kadar birbirinize benziyordunuz o anda. Ne kadar başkalarının yardımına ihtiyacınız vardı. Ve bu ne kadar kahrediyordu beni…
Yedi saat sonra güzel haber geldi. Ayılmıştın bile. Hatta konuşuldu bile seninle. Çok rahatladık. Doktor “bu gece çok kritik, dualarınıza ihtiyacımız var” dediğinde bir kere daha yıkıldım. Bu sözleri kimse duymamıştı. Herkes öncesindeki ameliyat çok iyi geçti kısmını duyup rahatlamıştı. Ben ise doktorun bu çaresizliği karşısında iyice üzülmüştüm. Ama annen ve eşin girebiliyordu yalnızca yoğun bakıma. O zaman bize gitmek düştü. Çıktık hastaneden, ciddi bir hafiflemişlik duygusuyla. Eve geldik. Diğer bebeğimi emanet ettiğim kişiler heyecanla haber bekliyorlardı. Güzel haberi onlarla da paylaştık. Çok mutluyduk, neredeyse kutlama yapacaktık. Bir daha arayıp durumu soruşturmak istediğimde aldığım haber herşeyi altüst etti. Hayatımız bir kere daha kesişmişti. 9 yıl önce benim başıma gelen, bu kez sana olmuştu. Doktorların da beklemediği birşeydi. Kelimenin tam anlamıyla yıkıldık o anda. Gecemiz geçmek bilmedi. Hem kendi durumumu hatırladım, hem seni o halde gören annen ve eşine üzüldüm hem de bu kadar uzun sürmesinin sende bırakacağı olası hasarı…. Çok zor bir geceydi. Çoook uzun.
Sabah ilk iş telefona sarıldığımda, gelen haber çok rahatlattı. Gecen çok iyi geçmişti. Gece seni uyutup ertesi gün akşama kadar uyanmayacağını söyleyen doktorlara rağmen uyanmıştın bile… Çok sevindim, çok. Sonra sıkça haber almaya, görmeye çalıştık seni. Rahatsız etmemeli, yormamalıydık ama gönül dinlemiyor tabii ki -meli -malı’ları. Neyse ama içimiz rahattı.
Çok korkuttun bizi. Ama hayat sana ikinci, hatta üçüncü bir şans verdi. Bunu çok daha iyi değerlendir bir tanem. Hayata her zaman gülerek bakan gözlerin hiç hüzünlenmesin. Hep gül, hep mutlu ol bir tanem…