bildirgec.org

başıma ne geldi hakkında tüm yazılar

arabada müzik :)

sui | 22 December 2003 00:13

Baby, baby why can’t you sit still? Who killed that bird out on your window sill? Are you the reason that he broke his back? Did I see you laugh about that? If I come on like a dream? Would you let me show you what I mean? If you let me come inside? Will you let it glide?

Can I have some remedy? Remedy for me please. Cause if I had some remedy I’d take enough to please me.

Baby, baby why did you dye your hair? Why you always keeping with your mother’s dare? Baby why’s who’s who, who knows you too? Did the other children scold on you

sesi de camlari da actim. iceri ruzgar bi baska girdi… 🙂

Hayaller

gelmeyin üstüme | 20 December 2003 08:58

Hayal kurmaya devam ettim. Gerçekler beni çok fazla düş kırıklığına uğratıyordu. Xxxxx’ten sonra gelen her kız beni bir adım aşağıya düşürüyor, boğazıma bir düğüm daha atıyordu. İyi yaşadığını iddia eden adam bile, idare ettirecek kadar doldurmuyordu hayatını. Her gün başka bir şey oluyor sanıyorsunuz ama elinizde sürekli aynı malzeme varken, nasıl yeni bir gün yaşayabilirsiniz? Bir şehir dolusu, bir ülke dolusu birbirinin aynı kadınlar. Aynı şeyleri söylüyor, aynı şeylere kanıyorlar. Sonunda elinize geçen de aynı malzemenin çeşitlemesi işte. Sonuç olarak, umudumu yitirmiştim işte. Kara gözlüklerimi taktım ve sokağa çıktım… Bir bira alıp parktaki banka oturdum. Başka hayal dünyalarında neler olduğuna bakmak için, kitabımı açıp okumaya başladım. O sırada kızın biri parkta bir uçtan bir uca sürekli gidip geliyordu. “Hey ne aranıyorsun?” diye seslendim. “Eroin!” diye yanıtladı. “Bu saatte bulamazsın” dedim. “Sen öyle san” dedi. “Peki” dedim, “bulursan bana da al bi şişe, beraber içeriz.” O sırada, seyyar eroin kamyonu geçti oradan. Kız önüne atladı ve hamile taklidi yapmaya başladı. Hayır, daha da iyisi, yolun ortasında doğuran kadın taklidi yapıyordu. Kamyonun şöförü indiğinde, kızın doğurduğu çocuk arabanın altından geçip arka taraftan eroin kasalarını arakladı. Şimdiki çocuklar gerçekten de çok çabuk büyüyorlar. O sırada, kız adama teşekkür etti ve çocuğa onun adını vereceğini söyledi. Adam tam arabaya binmek üzereydi ki, çocuğun eroinleri çaldığını farketti. Hemen bağırarak peşinden koşmaya başladı; “gel buraya piç kurusu”. Ama kendi adını kullanarak küfretmek gücüne gitti tabi. Ne de olsa çocuğun vaftiz babası sayılırdı. Durdu ve kamyonuna döndü. Ağır ağır gözden kayboldu.

silent nite deadly nite

redstar | 15 December 2003 16:57

Malumunuz askerim bi süredir.dün gece daha doğrusu bu sabahın erken saatlerinde başıma kötü bişi geldi. nöbetçi dağıtımı yapıyordum, nöbetçileri nöbet yerlerine geç götürdüm.çünkü bir tanesi acaip bi ilaç içmiş uykudan kalkmakta çok zorlandı.neyse nöbet yerine vardığımızda daha önceden 2 tane firarı bi sürüde mahkemesi bulunan H.E.K ( hurda – enkaz – köhne , askeri bi deyim işte )erlerimizden birinin nöbetçi olduğunu gördüm. elemanın yanına yaklaşınca eleman ekstradan beklediği 25 dakikanın ( hava bayaa souk) herif intikamını beni vurarak almaya çalıştı.. elindeki kaleş i bana doğrulttu emniyeti açtı tam ateşlemek üzereyken can havliyle üzerine atlayıp silahı aldık..ben ve 4 nöbetçi için silahta toplam 20 mermi bulunmakta.. adam başı 4 tane.. ne kadar yarma olursan ol 2 cm lik bi çelik parçası iç organlarının yarısını dışarı çıkartabiliyor ve bu pek eğlenceli olmuyor.. elemanı dövdüm.. silahını nöb subaya teslim ettim..şimdi hapse attılar onu .. yaa ateş edebilseydi diye düşündüm bütün gün.. ben bunu notu yazmıyor olacaktımm.. sol üst köşe de redstar ölmüş diye de bi günlük olup kalıcaktık geçmişte.. ilerde çocuklarım olursa bugünü onlara anlatıcam.. sizin olmanız o gün götü kurtarmam sayesinde oldu yoksa portakalda vitamin klamya devam edecektiniz diicemm.. iyi mi.

ne adamlar var ulan şu eskişehirde (oldu mu :))

lizardKing | 08 December 2003 15:33

bir tek burada yaşanabilir bir durum olduğunu iddia etmiyeceğim ama burada yaşamaktan eshef (kelimeyi tam olarak hatirlamiyorum; yanliş yazdıysam sinirli tavırlarla yaklaşmayın) duydugum (gerçi buralı değilim ama uzun süre burada yaşıcam) ve son derece kınadığım bir umursamazlık, kendini bilmezlik hikayesidir bu. değildir aslında çünkü yaklaşık bir saat önce başıma gelmiştir. neyse efendim eskişehiri bilenler bilir, adalar civarında yürüyorum, aslında koşuşturuyorum; bir yere yetişmem gerekiyor ama koşuştursam mı koşuşturmasam mı kararsızım saate bakmaya karar veriyorum saatimin kolumda olmadığının farkına varmadan. dolayısıyla her saati olmayan insan gibi gayet medenice, iyi giyimli birine “pardon, saatiniz var mı acaba” (saat kaç lafı kaba kaçabilir sanki; belki de saçma niye kaçsın ki) diyorum. bu iyi giyimli, gayet modern gibi görünen, tahminen 35 yaşlarında olan adam “evet var” diyor ve hızla yanımdan uzaklaşıyor. apışıp kalıyorum orada. bu hayvanlığı yapan şahsın niyeti ne ola ki diye düşünüyorum ama kanında var galiba…. öyle çok da önemli bir olay değil yani öyle mi sandın ama sinir bozucu değil mi? hı?

LES

bartman | 07 December 2003 15:42

Az önce LES sınavından çıktım. Bi sınav bu kadar kolay olur ama çok hızlı olmak gerekiyor. Hiç bi arkadaşım son soruyu görememiş. Sözel sorular sanki matematik sorusu gibiydi. Bi tanesini yazayım dicem ama çok uzun. Şu bulmacalardaki gibi. Ayşe mavi giyiyor, Belma ile Selma aynı giyiniyor bi tane siyah elbise var Figen kırmızı giymez giyse de Selma mavi giymeli. Ufff bi sürü şey işte. Öyle sozel soru mu olur? sor işte şairin ne hissttiğini felan neyse mayısta bi tane daha var onda hızlı olacam. Bu arada sınava girmeden önce 15 dakika felan yağmur altında okula girmek için sıra bekledik. Kapıda kimlik kontrolü, çanta kontrolü felan yoktu. Tek yaptıkları beline bakıp (silah var mı diye herhalde) geç demekti montumun cebine bile bakmadılar ya oraya koyduysam bi şeyler. Kontrol yapcaksan doğru yap bekletme insanları formalite yapacam diye yağmur altında

Yu idiyıt satıcı seni

psycho-hafif | 05 December 2003 14:24

Öğle tatilinde çıktım, turlarken seyyar satıcının birinin tezgahına takıldım. Ivır zıvır, … püsür, seyrederken orta yaşlı bir adam geldi, lazer ışık veren el fenerlerini gösterip sordu: – Bu ne? Satıcı: – Lazar… – Ne? – Lazar, lazar! – Ne diyon ya? Müdahale etme ihtyacı duydum, adama “lazer ışıklar var ya, ondan diyo…” dedim. – Haa! Leyzır desene lan! Lazar lazar diyon… dedi. Satıcının bakışlarından aldığım tiyoyla, kalkacak yumruğu adamın gözüne doğru yol alışı sırasında atılıp havada bloke etmekle, bırak insin gözünün üstüne ikilemi arasında gidip gelirken, adam tezgahın başından uzaklaştı, ben de rahat bir nefes ve bir tane de bu günün anısına lazar -pardon leyzır- fener aldım.

İmdaaat!

makyo | 01 December 2003 13:47

Erkek arkadasım bir gay’mis sevggili günlük!!!bu iğrenc inanılmaz! düsünsene.. sevgilim kızların değil, erkeklerin kıskacında!!! imdaat! ayrıldık :'(

Dönerci

bartman | 01 December 2003 07:35

– Burda yer yok üst kata çıkalım – Biraz bekleyelim bi yer boşalır otururuz -Olm niye bekleyecez çıkalım işte yukarı. Ben çıkıyorum. – Bekle Merdivenlerdeyken… -Yukarı çıkamazsınız -Niye -Bayansız çıkılmaz – Ne diyosun sen ya bara mı giriyoruz. Burası dönerci – Kural öyle – Ne kuralı ya yemek yiyecem ben disco mu burası? Aşağıdakiler bana bakıp gülüyor neye güldüklerini anlamadım. Arkadaş bekleyelim felan diyor biraz utanmış. Neyden utandığını anlamadım. Dışarı çıktım başka yere gidecem. – Biz bi kez oturmuştuk kaldırdılar o yüzden gelmek istemedim. Öyle daha kötü oluyor. – Sen de kalk deyince kalktın demek ! Arkadaştan da soğudum Samsun’dan da. Bi daha gitmeyeyim diyorum ama her tatilde gidiyorum.

Adın batsın senin günlük,

rehin | 19 November 2003 05:41

Adın batsın senin günlük,
Bu gün de yüzüm gülmedi. Sabah sabah başıma olmadık belalar geldi. Önce, işe geç kalmamak için (artık erken kalkmak gibi bi sorunum kalmadı. Çünkü işten kovuldum.) 07.30’a kurduğum polis telsizi ebatlarındaki dandik cep telefonumun saati çalmadı. Evet evet çalmadı. Bi anlam veremedim doğrusu. Oysa yatmadan önce ayarlamıştım. Daha evvel de başıma geldiğinden biliyorum, ayarlamayı unutmamak için çok dikkatli davranmıştım bu kez. Ama n’oldu? Çalmadı! Çalmasını bekliyordum. Öyle fabrikalardaki canavar düdüğünü andıran, kafa sikici bağırtısıyla beni yatağımdan hoplatan telefonum bir kez daha ibnelik yaptı bana. Her defasında arkadaşlar uyarırlar beni, oolum bi saat al evine, kur paşa paşa, sabah erken git işe… ama benim saatim var ki. Ben cep telefonumun saatiyle uyanmak istiyorum. Hem şekerleme diye bi özelliği de var. Ortadaki OK tuşuna bastığımda kısa bi süreliğine susuyo, sonra yeniden ötmeye başlıyo. Ama yanındaki C tuşuna basarsam tamamen kapanıyo. Bu duruma dikkat ediyorum ben. Daha önce bayaa bi C tuşuna bastım uyanamadım, ama artık alıştım. Artık ezbere biliyorum yerini. Otomatiğe bağladım. Uyanmadan doğru tuşa basabiliyorum. Birkaç kez beni uyandırma girişiminde bulunuyor. Alıştıra alıştıra uyandırıyorum kendimi. Yoksa şoka giriyorum, o gün moralim hep bozuk oluyor. Saat olmaz. Saati direk kapatıyorum. Ondan sonra da uyan uyanabilirsen. Yok yok en iyisi telefon. Esas sorun 1960’ların bilim-kurgu filmlerinde görülen benim boktan telefondan kaynaklanıyor. En iyisi daha arızasız bi telefon alayım ben kendime.
Neyse, telefon ötmedi diyordum. Duvardaki saate baktığımda iş işten geçmiş, ben de muhtemelen işten kovulacağımı anlamıştım. Ön sezilerimin güçlülüğünden midir nedir? O hızla yataktan fırlamak istedim… istedim çünkü istemek elde etmenin yarısıdır. Hazır geç kalmışken biraz daa yatıyım, ama uyumayayım, yatakta debelenip tam anlamıyle ayılayım dedim. Tam bu sırada çalan PTT’ye borcundan dolayı aramalara kapalı ancak dışarıdan gelen aramalara açık telefonumun sesiyle kendime geldim. Bereket tam zamanında çaldı, yoksa tekrar uyuycakmışım. Telefonun yanına gitmek için yataktan inip ayağımı yere bastığımda ölüyorum sandım. Topuğumdan direk beynime en kestirme yoldan tarifsiz bir acı sinyali gönderildi. Tanrım! Kendimi bile korkutacak yükseklikte bi çığlık attım ve neyi farkettim biliyormusunuz? (bu arada telefon yanlış kişiyeymiş) İnsan kötü bişeyle karşılaşınca tek başına da olsa çığlık atabiliyor. Ona yardım edebilecek kimsenin olmadığını bile bile. Refleksif bişey diye düşündüm o an. Her şey saniyenin binde biri kadar bi sürede gerçekleşmiş olsa da, ben o arada annemi, babamı, kardeşlerimi, son doğum günümde bana üzerinde Simson ailesi resimleri olan bir çift çorap hediye ede Nilay’ı, Kadıköy’de pilav yediğim pala bıyıklı abiyi gözümün önüne getirdim. Gözlerimi isteksiz isteksiz olayın gerçekleştiğiyöne doğru çevirdim. Aman tanrım topuğuma koca bi çatal saplanmış. (Biliyorum hemen hemen tüm çatallar standart büyüklükte olur ama o, o an gözüme olduğundan daha büyük göründü.) Kim koydu o çatalı oraya, ne işi vardı yatağımın yanında… Biraz tentürdiyot basıp delikleri bantla tıkadım. Artık kan akmıyordu ama, sızısı kıçımdaki basurun acısını bile unutturuyordu. Ayağım acıya alışsın diye topuğumu bastıra bastıra odanın içinde birkaç tur attım ve guruldayan mideme birşeyler göndermek için mutfak gibi duran bölüme yöneldim. Hay lanet olsun! Ekmek yok .mına koyiim. Dolabın kapısını açarken kapak öbür ayağımı yaraladı bu kez. Üzerine düştü pezevenk! Bu kaçıncı düşüşü be kardeşim, ayağım kangren olma tehlikesiyle yüz yüze kaldı. Kesçekler ayaamı. Bu dolabı kerhane gibi bi yerden 20 milyona satın almıştım. Ordan buraya getirebilmek için ise 35 milyon ateşlemiştim pezevenk arabacıya. Sivaslıydı zaten. Hiç unutmam iki kişilik kamyonete 4 kişi binmiştik de, ben sıkış tepiş vites kolunun üstüne oturmuştum yanlışlıkla. Ukala herif sözümona gerginliğimi üzerimden atmam için, ‘ne o, akraba olmuşsunuz benim düldülle’ babında iğrençötesi bi “espri” sıçmıştı. İşte o siktiğimin dolabı ayağımın pestilini çıkardı. Dolabın içine bir göz attım. Bişey göremeyince iyice içine abanıp yiyecek aramaya başladıysam da bi sonuç alamadım. Yılbaşından kalma turşular ve artık toz şeker haline gelmiş ayva reçeli vardı. Ekmeksiz de yenmez ki bunlar dedim kendi kendime. Sigara içmeden önce bişeyler yemem lazımdı. Zira canım feci şekilde sigara içmek istiyordu. Turşuların hepsini yedim. Sonra da reçelin dibini kazıyıp gövdeye indirdim. Sonra da geğirdim. Bunca acıdan sonra pek bi mutlu oldum. Üstüne de bi keyif sigarası tellendirdim. Eskiden Tekel 2000 içerdim. Çok pahalandı. Şimdi Viceroy (burası çok önemli: Vayzıroy diye okunuyor.) marka cigara içiyorum. 1 milyon 800 bin lira. İlk çıktığında almakta zorlanıyordum, çünkü ismini telafuz edemiyordum. Bakkala girince ecel terleri döküyordum rezil olcam diye. “şey” diyordum, “şey… sigara alacaktım da. Şey sigarası… yeni çıktı da… böyle kırmızı gibi kapağı vardı. Viktorya diyesim geliyo ama diil. Viceroy yazıyo üstünde.” Adam aval aval bakıyor, kimbilir ne düşünüyordur. Panik krizleri cabası. Bazan sormaya cesaret edemediğim yerlerden başka sigara alıp çıkıyordum. Sonra nasıl olduysa okunuşunu öğrendim bi yerden. Vayzıroy… sigaranın okunuşunu öğrenmem pek bişey değiştirmedi. Çünki bu sefer de ismi bi garip geliyordu söylerken. Ne biçim sigara ismi bu yahu, Hollywood filmi ismi gibi. Bakkala “bi vayzıroy alabilirmiyim diyince” hö! oluyordu. “Buyır???” “haa viktorya sigarası istiyon seeen” Şansımı sikiim ya. Nerden beni bulur bu acaiplikler. Yoksa ben mi acayipim. İçtiğim sigara mı acayip. Sigaramın son dumanını da üfledim. Bu arada kültablasını almaya üşendiğimden külleri avucumun içinde ufalayıp havaya doğru üflediğimde onlardan kurtuluyordum. Ama izmaritler büyük sorun. Onlar için bi çare üretemedim şimdilik, ama ona da bişey bulurum evelalla, düşünüyorum. İşe gitmek için evden tam çıkıcam, çoraplarımın fena halde koktuğunu farkettim. Olur a, biyere misafirliğe felan giderim, rezil olurum valla. Daha önce oldum. Ev sahibinin kokudan geberdiğine tanık oldum. Soluk alışlarının bir hayvanın, mesela mandanınki gibi değişmesi, buzz gibi havada “içerisi çok sıcak oldu” denilerek pencerelerin açılması, benden hep uzakta oturulması vs. vs… Ama yapçak bişey yoktu. Ayağın kokuyo senin bilader diye yüzüme vuramazdı ya. Ama vuranlar oluyordu. Amına koduklarımın! Ben rezaletin son perdesini oynarken aklıma hep Can babanın “ne kadar kötü kokarsak, ne kadar rezil olursak o kadar iyi” mısraları geliyodu ve beni bi nebze de olsa rahatlatıyordu. Yine benzer tripleri yaşamamak için çoraplarımı yıkamaya karar verdim. Tuvalete girdim. (çünkü banyoyla tuvalet aynı yerdeydi. Sıçmak için bi delik vardı. Ve o deliğin olduğu yerde yıkanılıyordu. Rezalet diymi?) Banyoda tek terlik vardı. Kim bilir diğeri hangi cehennemdeydi! Üç gündür tek terliğin üstüne basarak sıçıyor ve işiyordum. Yine tek terliğin (soldu galiba) üstüne iki ayağımla basarak çeşmeyi açtım. Toz deterjan biteli aylar olmuştu, ama yakında alacaktım. Geçenlerde migrostan çaldığım (hep derler, büyük hipermarketlerde çalınan şeyin barkodu dışarı çıkarken ötüyo diye… Yalan! Ötmedi. Hırsızlık yapılmasın diye kandırıyolar bizi) şampuanla yıkadım çoraplarımı. Yüzümü de onunla yıkıyordum zati. Yumuşacık yapıyor. Bi keresinde de şampuan bitmişti bu kez traş kremiyle saçlarımı yıkamıştım da keçe gibi olmuştu saçlarım. Her neyse, çorapları yıkadım ama ıslak ıslak nassı giyecektim. Saç kurutma makinesi var ya. Bildiğimiz saç kurutma makinesi canım. Çorabı ağzına geçiriyon onun, sonra en yüksek ısıya alıp çalıştırıyosun. Çorap balon gibi şişiyo bööle. 30 saniye bile sürmüyo kuruması. Boşuna demiyorlar tembel adam yaratıcı olur diye. Bazen kot pantolonumu da kurutuyom onunla. O biraz daa uzun sürebiliyor. Ama ben çarpılmaktan korktuğum için önce çorabı makineye geçirip fişi takmadan düğmesini açıyorum, sonra fişi takıyorum uzaktan. Her ihtimale karşı tedbir alıyorum. Giydim çorapları. Biraz da parfüm sıktım. Fahrenayt… Oh be mis gibi. Bu sayede ayaklarımdan kötü kokular yükselmeyecek. Bazen ayakkabılarım giyinikken bile koku sarıyor ortalığı. Dikiş yerlerinden mi çıkıyor nedir anlamadım gitti. Bi gün ofisteyim. Daha yeniyim. Bilmiyorlar tabii benim ayaklarımın feci halde koktuğunu. Önce ben alıyom kokuyu, bildiğim için. Daha sonra orada bulunanların tepkilerini izlemeye başlıyorum. Kızın biri sağına soluna, aşağıya filan bakınmaya başladı. Kokuyu aldı tabii orospu. “Ayy!” dedi. “Bişey kokuyo…” Hiç istifimi bozmadım, bilgisayarın mausunu ileri geri oynatıp çalışıyo gibi yaptım. “Ayy! Bozuk peynir kokuyooo!”. O an gülmek geldi içimden, ama tuttum kendimi. Birisi ilk kez ayak kokumu bozuk peynir kokusuna benzetmişti. Oysa ben hep fare ölüsü kokusuna benzetmişimdir. Şahsen beni pek rahatsız etmiyor. Bi de osuruk kokum hoşuma gidiyor. Kanımca her insanın osuruğu kendisinin de hoşuna gidiyordur. Yani bu piskolojik bi rahatsızlık değil. Ama başkasının osuruğuna katlanamam. Bazan çok kişilik bir ortamda birden fazla kişi osurduğunda kendi osuruk kokumla yabancı osuruğu birbirinden rahatlıkla ayırabiliyorum. Ba zen de, kendi osuruğum bile bana yabancı geliyor. Herhalde o dönemki psikolojik durumumdan kaynaklanıyor olsa gerek.
Her neyse nihayet evden çıktım. Ne akbil, ne de bilet var. Mecburen minibüse bincem. Nefret ediyorum böyle yolculuklardan. İki adım yol bana şehirlerarası yolculuk gibi geliyor. Minibüse bindim. Parayı elden ele yollamayı sevmediğim gibi, kendi paramı da yollatırmam. Kendim veririm. İşte bu yüzden de hep ayakta kalırım. Parayı şoföre kendim vermek için öne doğru gittiğimde, diğer uyanık puştlar yanımdan geçerek boş koltuklara kurulular. Bi de üstelik ben ayaktayım diye paralarını bana uzattırtmazlarmı, sinir olurum. Şoför de bi türlü almaz parayı be kardeşim. Bozuk para ayıklayacağı tutar. “bi koşu yolu alırmısınız lütfen”… “bi koşu yolu lütfen”… “bi koşu yolu”… “koşu yoluuu”… Gidiyo herifler otumaya yaaa! Alsana be kardeşim. Oturdu işte amına koyiim. Veeee gene ayaktayız. Bazen acayip tipler olur minibüste. Gitçeği yeri bilmeyen avanaklar. “Abi be ben üniversite kampüsünün karşısındaki bi yere gitçem de… yolu bilmiyom… bilmem ne durağında haber verirmisiniz.” Cümle kafadan allahlık zaten. Durakta ne haberi alcan öküüüz. Kafa atasım gelir böylelerine. Ezikler vardır bi de. Çocukluklarında başlarından kötü bişey geçmiştir ya da çok dayak yemiştirler. Utana sıkıla sorarlar. Şoföre “müsayit bi yerde” derken kendi seslerini bile duyamazlar ki şoför duysun. Zaten müzik son sestir. En iyi ihtimalle bir sonraki durakta inerler. Çoğunlukla Kral FM açıktır, kanalda İbrahim tatlıses’in ‘tek tek’i vardır. Metalica’nın ‘mama said’i olcak değil ya. Bir de “müsayit bi yerde” lafına uyuz olurum. Bi gün andavalın birinin aazından “münasip bi yer” lafı kaçtı. Kopardı bizi. Yarıldım gülmekten. Haa bir de habire sana bakarlar ya, garip garip seni süzerler. Al odunu eline…
Neyseki İşyerine geldim. Geldim de suratlar altı okka. Patron yanına çağıtmış beni. Ba ba ba … Kendisi söylemiyo da, bi tane koca götlü şırfıntıyı araya sokuyo… Gittim yanına. Gözlüklerinin altından, gözlerini kısarak beni süzdü. Sinir olurun bu harekete. ‘Şimdi siktim belanı’ der gibi… “Bak Hakan” dedi. Neee! Hakan ha!. “Hani bunun ‘bey’ takısı ulan” de… de-yecek oldum birden. “Bu kaçıncı geç kalış… ulan!” dedi. Ulandım ben. Evet evet hep ulandım. Hep bir ulama eki gibi ‘talihsizlik’ kavramıyla arada hiç boşluk olmadan yanyana oldum. Şanssızım olm ben, şanssız… Hiç güzel bi evim olmadı benim, hiç güzel bi yaşamım olmadı. Bol paralı iyi bir işim de. Hiç çok güzel bi sevgilim olmadı, televizyona çıkanlar gibi… Hep boktan kızlarla çıktım. Kulakları büyük, götü büyük, koca memeli… güzel bi sevgili istiyooooooooom! Güzel bi iş istiyoooooom! Hava yastıklı spor ayakkabı istiyom, karda yürüyüp iz bırakmamak, kanyaklı çay içmek, zeytinyağlı kaz fileto yemek, Chomsky’le 45’likte bira içmek, yerebatan sarnıcında sevişmek…
Hayatta hiçbir isteğim gerçek olmadı. Orhan babayla son vermek istiyorum lanet olası günlüğüme.
Batsın bu dünya! Bitsin bu rüya! (şu anki duygularımı ifade eden başka bi şarkı sözü bulamadım, n!aapıyım? bugün kovulduğum işe giderken minibüste bu şarkı çalıyodu. Aklımda kaldı.)

belki ii olurum…

refuj | 17 November 2003 01:42

depresyondayım.şu an.ulan yanımda biri var özel bişey yazacam diye kovdum adamı.herneyse geçen doktora gittim.sen hastasın dedi depresyondasın.2 kutu ilaç verdi bilmiyom belki gerçeken pskolojik bi rahatsızlığım var.ama ilaçları kulanmamdan beri bi fiziksel rahatlama var.her neyse …..