bildirgec.org

asker hakkında tüm yazılar

Bu Ekmeği Yemezsen Karın Çirkin Olur !?

keremx | 15 November 2008 14:36

SEN ONU YEMEZSEN O SENİ YER

Ekmeksiz bir yemek düşünemiyorum. Bu yüzden ekmeksiz diyetlerin benim için bir önemi yok. Üniversitede yemek kutuğunda ekmeklerini bırakıp bırakıp geçen kızlara hayret ederdim. Fazla kilolarından dolayı ekmeğe savaş açmışlardı önce. Okul bitti onlar hala kilolarından şikayetçi idiler, o ayrı konu. “Kilolu değil” diyebileceğim sevgilim hiç olmadı ki… Hep ele avuca gelir cinsten idiler… Ekmeksiz salata yemeye biraz katlanabilirim. Meyve ve sebze ile durumu idare edebilirim. Ancak nereye kadar? Ben ekmeğimi yerim abicim.

Sınıf Ayrımı

Ertugrul1986 | 12 November 2008 16:02

Sınıf Ayrımı derken neyden bahsedeceğimi az çok bir kesim anlamıştır.İnsanları Din,Dil,Irk,Cinsiyet olarak sınıflandırabiliriz.Ama onları sınıflarına göre yargılayamayız.Eğer bu şekilde bir yargılama yaparsak ortaya şu an ki baş belası Terörizmiin ilk spermlerini atmış oluruz.Ülkemiz şu an öyle bir konuma geldi ki her Kürt vatandaşını ”Terörist” olarak yargılacak vatandaşlara sahip oldu.Bir insan bir konuda sizinle hemfikir ama bu düşüncesini belli etmiyorsa bu kimilerine göre tarafsız değil onu karşı taraftan yapar.İşte gerçek sınıf ayrımı burada çıkar.Peki bu,yani aslında sizin hemfikir olan kişi nasıl karşı tarafa geçer hemen bir örnekle açıklayayım.2003 Eylül ayında İstanbul Gültepe’de Stajyer olarak bir iş yerinde başlamıştım.sanırım 2004 Nisan-Mayıs-Haziran aylarından biriydi.Her zamanki gibi öğle yemeğinde diğer arkadaşlarla yemek yiyorduk.İçeri bir adam girdi hali perişan.Dilenci dedik geçtik ilk başta.Adam dilenci evet ama para dilenmiyor.Adam iş dilenmeye geldi.O an söylediği sözler herkesin kanını dondurdu ” Açım.Ama ben dilenci değilim.Ben sadece iş istiyorum.Adamın birine gittim iş istedim.Bana git sana Apo iş versin dedi.Biz hepimiz kardeş değilmiyiz.Bende bu vatanın evladıyım.Kürt’sem n olmuş ki ?Sizden para değil iş istemeye geldim’ Evet belki çoğu kişi ”Dilencinin biri sizi keklemiş ” diyebilir.Saygı duyarım.Ama önemle söylerim ki ben hangi iş yerinde çalıştıysam yolda karşıma 1000 tane dilenci çıkar.Kuruş vermem.Çünkü gözleri belli eder insanın.Bu ise gerçekten bişey istemekten utanan birisiydi.Hayatımda görmediğim bişey.İşte sevgili arkadaşlar bahsettiğim bu.Eğer biz bu insanı sınıfına göre yargılarsak.Bu kişi aç kalacak yarın bir gün bişey çalacak,birini öldürecek ya da dağa çıkacak.Bizim işimiz dağdakileri arttırmak değil azaltmak.Eğer bu şekilde bir sınıf ayrımı yaparsak ne o dağdakilerden ne de o meclisteki terörist partiden bir farkımız kalmaz.İnsanları dinine diline ırkına göre ayırmayalım.Her ne olursa olsun hepimiz insanız…Unutmayalım ki doğuda şehit verdiğimiz vatan evlatlarının çoğu Kürt….

Yüce Önder’imizi saygıyla anıyoruz..

JaAaa | 11 November 2008 03:24

Teröre Yeni Darbe Nöbetçi Robot: İMTAKS

tuncelik81 | 02 November 2008 15:05

Tamamıyla Türk tasarımı ve yapımı Olan, Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu (MKEK), Yüksel Holding ile işbirliğiyle yeni bir “robot nöbetçi” sistemi geliştirildi. İMTAKS adı verilen sistem yaklaşanı tespit ediyor, operatörü uyarıyor ve üzerindeki silah sayesinde gerekirse ateş edebiliyor.Yüksel Savunma Sistemleri A.Ş. Yönetim Kurulu üyesi Hayri Esen’ in Hürriyet Gazetesi’ne verdiği açıklamada, İMTAKS’ın bir silah olmadığını, içine silah konulan bir sistem olduğunu ve bu sistemi kullanarak Birlikleri ilk ateşlerde koruma altına alarak şehit sayısında azalma olacağını umduklarını belirtti.

Bu haber ile ilgili daha detaylı bilgi almak istiyorsanız burayıtıklayınız.

Askerlik anılarım 3

321ksd | 29 October 2008 11:15

Az önce kantinde 5 dk. sıra bekledikten sonra çay alabildim. Çay 10 kuruş, yani ekmek parasına 4 çay alabilirsiniz. bu ucuzluk güzel aslında ama sıra çok. Burada 3 bin asker var ve bir çay satılan yer var ve birde çay satan usta asker.

Usta asker deyince, askerlerin de bazı diğer askerlerden üstünlüğü var. Bu askerde bulunma süresiyle ilgili. Daha önce gelenler daha sonra gelenlerden üstün. Bu üstünlük sade askerin kendi içerisindeki bir uygulama değil, sistemin de verdiği bir hiyerarşik imtiyaz.

işte ben sıradayken birkaç usta asker geldi ve sırayı beklemeden çay istedi. herkesin duyacağı bir şekilde “burada sıra yok mu kardeşim” dedim. Ama usta asker duymamazlıktan geldi. bu sözüme binaen bazı acemiler homurdanmaya, daha cesurları da usta askerlik kavramına küfretmeye başladı. önümdeki asker “5 tane çay” dedi ve demir 1 ytl yi gözden içeri uzatıp demir levhanın üzerine bıraktı. çaycıyı göremiyorduk, çaycı da bizi göremiyordu. çünkü göz küçük ve aşağı bir seviyede, dışıda yine metal ve demir ile kaplıydı. Ben de elimdeki 10 ykr yi levhaya koydum. Çaycı “sen çek parayı” gibi bir ses çıkardı. Parayı yavaş bir hareketle çektim. hızlı değil yavaştım. bu yavaşlık gururumun kabarıklığına mı işaretti yoksa korkusuzluğa mı? onu düşünemeden ağır bir hareketle parayı elime geri aldım. O an eğilip yüzümü çaycı askere göstermek istedim. Beni tanıyordu, konumumu biliyordu. Ben ve benim gibiler diğer askerlerden farklıydık. çünkü biz kısa dönem askerdik. bu nedenle hem bize misafir muamelesi yapıyorlardı hem de biraz tırsıyorlardı.

Askerlik Anılarım 2

321ksd | 13 October 2008 09:18

18.04.2008Bir de eski çekingenliğimin gittiğini hissettim. Fakat bu süreçle ilgili bir durum değildi. Buraya geldiğim gün bunu hissetmiştim zaten. Çekingenliiğimin gittiğini hissettim derken yine bu soyunma hikayesinden bahsediyorum. 48 kişilik yatakhanede çok rahat giyinip soyunabiliyorum artık. İşte çekingenliğim gitti derken bunu kastettim. Bunu aidiyet duygusuyla da ifade edebiliriz…

19.04.2008“tabi o gün olanlar bunla da sınırlı değil.” Bu satırları yazarken birilerinin “hey”, “şişt” diye bağırdığını duydum. Basket sahasında minyatür kale top oynayan genç askerlerin bana ihtiyacı vardı. Çünkü 7 kişiydiler ve etrafda oynayacak başka birileri de yoktu. Yardım ettim gençlere, en zor işi yaparak, kaleci-oyuncu olarak.Bugün askerliğe geldiğim gün yani cumartesi, yani bir hafta oldu. Peki “bir hafta nasıl geçti“ derseniz; “Çabuk geçti.” Aslında şu an çabuk geçmiyor. Çünkü öğle yemeğine kadar serbestiz. Ama nasıl serbest? Adı serbestlik. Yatakhaneye çıkış yok! Yeşillik alana giriş yok. Sadece ön bahçe, arka bahçe ve bir de kantin. Neyse…Pazartesi kıyafetleri almıştık ve giymiştik. Ama ondan sonra ne yaptığımızı hatırlamıyorum. Artık bir şey hatırlamıyorum. Unuttum. Aslında hergün bir hikayeydi ama yazılmayan herşey gibi unutuldu. Ama kabaca hatırlıyorum bazı şeyleri. Eğitim yaptığımızı yürüyüp “selam” verdiğimizi. “Esas duruş”, “rahatta bekle” gibi komutları öğrendiğimizi. “Marş marş” yürüdüğümüzü. “sol!, sol!” diye bağıran komutannın her bağırışında sol ayağımızı yere sertçe vurduğumuzu. Bir de yediğim azarları. Nedense “yediğim” diye yazdıktan sonra “azarları” diye yazmadan bir süre duraksadım. Bir anda ailem geçti gözümün önünden. Annem geçti. Daha doğrusu, çünkü ben anneme hep hayatımın güzel yönlerini anlattım. Hep güzellik duydu benden. Hiç ona iç ızdıraplarımı, sigarasız ve uykusuz gecelerimi anlatmadım. Bunları yazmadım da zaten, yazamazdım. Ya benim askerde iki kazıklı uzman çavuştan “sen ne biçim askersin,” “kıçın, başın oynamasın,” “kız mısın sen?,” “kızsan etek giy” gibi 48 kişinin içinde azarladığını duysa ne kadar üzülürdü annem. Gerçi askerden sonra duysa bunlar problem olmazdı belki ama tuhaf bir elektrikle azarlandığımı buraya yazar yazmaz duyacağını hissettim. Mutfakda, ayakta, bulaşık yıkarken, sağına yığılıp “ah yavrum!” diye inleyeceği gözümün önünde canlandı. Tereddüt etmiştim yazarken. Ya hissederse? Ama artık birilerinin yüzleşmesi gerektiği düşüncesiyle yine de yazdım. Peki asıl yüzleşmesi gereken kimdi? Annem miydi? Ben miydim? Evet bendim…