bildirgec.org

anı hakkında tüm yazılar

Geçmişe çalan türküler

admin | 09 February 2010 14:47

Kızılırmak çalıyor: Pir Sultan’danNesimi’ye Anadolu Türküleri. Hayatımın bir dönemine mührünü basan albüm.

Çelimsiz bir adamım. Belki de çocuk. 23 yaşımdayım. Gecenin bir vakti. Tokat’ın Artova’sı. Hastanenin merdivenlerinden inip arabama biniyorum. İniyorum yokuştan, sağa dönüp Yeşilyurt’a doğru yöneliyorum. Hızlı gidiyorum, hemen ilçe bitsin, hemen ışıklar geçsin, hemen ağaçlar başlasın istiyorum. Karanlığa değer değmez arabanın burnu itiyorum kasedi teybe: lelele lelele lelele

Yavaşlıyorum. Bu saatlerde kimse olmaz zaten. Sadece farlar, ağaçlar ve karanlık. Lelele lelele lelele. Yapacak hiç bir şey yok. Bu benden çok uzak yerde, ben tam içindeyken yapacak hiç bir şey yok. Bir tek bu yol belki; gittiği yere gitmek için değil dönmek için gittiğim. Dönüşlerini, çukurlarını ezberlemişim. Aynı hızda gittiğimde hep aynı yerde aynı türkü çalıyor hatta. Şimdi şurayı dönerken, karşıda çeşme, solda çukur, yukarıda devrik kavak, kulağımda “Şifa istemem balından”.

MAKSİM GORKİ; Gerçek bir idealist

admin | 02 February 2010 12:07

Maksim Gorki, gerçek adıyla Aleksey Maksimoviç Peşkov 28 Mart 1868’de Rusya Novgorad’ da doğdu. Yoksul bir hayat geçiren Gorki, 5 yaşında babasını kaybetti, bunun üzerine annesi ikinci evliliğini yaptı. Küçük yaşta yetim kalınca anneannesi ve büyük babası tarafından büyütüldü. Hemen hemen hiç okula gidemedi, belki bir iki hafta öğrenim görebildi. 8 yaşında iş hayatına atıldı. Bir gemiye bulaşıkçı olarak girmişti ama içten içe bir okuma isteği vardı içinde, ne yapsa bastıramadığı içindekileri dışa vurma, insanlarla paylaşma isteği günden güne bir çığ gibi büyüyordu beyninde. Hayatı fakirlik ve acı içinde geçiyordu. Bu sebeple Rusçada acı anlamına gelen ‘Gorki’ adını aldı. Gençlik yıllarını bir serseri gibi geçiriyordu, intihara bile kalkıştı, ordan oraya bütün Rusya’yı gezmişti. Bu sırada öykü yazmaya da başlamıştı. Yazdığı öyküler özgürlük için mücadele eden, halkı ve vatanı için başkaldıran insanları anlatıyordu. Öyküleri dergilerde yayınlanıyordu. Fırtına Kuşunun Türküsü adlı kısa bir şiiri yüzünden Çar’la arasında anlaşmazlıklar çıktı ve kısa bir süreliğine tutuklandı.

1895 yılında Petersburg‘da bir dergide yayına çıkan ‘Çelkaş’ adlı öyküsüyle ünlendi. Hemen arkasından da ‘yirmialtı erkek ve bir kız’ adlı öyküsü yayınlandı. Artık herkesin tanıdığı bir yazardı. Hapisten çıktıktan sonra 1906 yılında yazdığı ve Rus devrimine adadığı ‘ANA’ adlı ünlü romanını çıkardı.
Maksim Gorki, Rusya için çok mücadele verdi. Herzaman barıştan, doğruluktan yanaydı. Rusya’nın 1. dünya savaşına girmesine karşı çıktı, Bolşeviklerin iktidara geçmesini eleştirdi. Demokratlar bile çekinirdi ondan, kalemi kılıç kadar keskindi.
Artık Rusya’ yı bıkaran Gorki İtalya’nın Sorrento kentinde yaşamını sürdürme kararı aldı. (1921-1928) Fakat ısrarla çağırmaları üzerine 1929 yılında tekrar Rusya’ ya döndü. Stalin‘ i destekledi. Sovyet yazarlar birliği başkanı oldu ve ölene dek orada yaşadı. 1936 yılında hayatını kaybeden ünlü yazarın ölümü şüpheli bulundu. Bir suikaste kurban gittiği de düşünülen Maksim Gorki’ nin adı doğduğu kente verildi.
MAKSİM GORKİ’ NİN TÜRKÇE’ YE ÇEVRİLEN ESERLERİ
Roman
Foma (1899, 1983)
Ana (1906, 1979)
Halk Düşmanı (1907, Türkçe’ye “Yararsız Bir Adam” adıyla (1979)
Matveya Kojemyakin (1910, 1984)
Klim Samgin’in Hayatı (1936, 1975)
Artamonovlar (1977)
Küçük Burjuvalar (1901, 1967)
Arkadaş
Fırtınanın Habercisi
Çocukluğum
Üçler , (1900)
Soytarı
Ekmek İşçileri
İki Kafadar

Öykü
Yirmi Altı Erkek ve Bir Kız (1939)
İtalya Hikayeleri (1911, 1970)

ÖLÜMÜN DOĞUM SANCISI VE DOĞMAMIŞ ÇAKIL TAŞLARI

il mare | 04 January 2010 12:00

Telaşlı bir geçmişi anımsamanın giderek sakinleştirdiği bir şimdinin kıyısından,hatırlıyorum.
Düşünmeye çalışırken hatırlıyor buldum gene kendimi, düşündüklerim hatırladıklarımdan ibaret adeta…

Ses tonumu hatırladım ve sana anlattıklarımı.Saçmalamalarımı sonra,saçmalamalarını…Gülüyordum o zaman ya hani sana da çaktırmadan,görmüyordun sen,şimdi de aynını yapıyorum.Gülüyorum ama daha çok şeye,en çok kendime..Ses tonuma,yüz ifademe,ufak bir kareye nasıl sığdırmayı becerdiğimi şimdi bir türlü anlayamadığım,istesem de artık yapamadığım o şapşal ifadeye fazlasıyla gülüyorum.Yanındaykenki eskime,çizgilerime gülüyor, ardından biraz ağlıyorum.Yaşsız ve içten,eğri biraz,kambur…Bir soru işareti gibi aynı.. Sonramı ve sonranı bir soru işaretine benzetiyorum;kibirli ve kendinden emin bir başa oturtuyor bütün lahzalarımızı ve saymaya başlıyorum geride kalan soruları…Eğri sorular ve nizamlı..

beyaz kemikten toka 3 (susmak ve itaat etmek)

astral | 25 December 2009 12:09

Bölüm üç…
Bu hikaye, dört kadın, dört kuşak ve bir tokanın hikayesidir…

Susmak ve itaat etmek…

Havva saçında kemik beyaz bir toka, ağzında sigara gün boyu temizlik yapar, çocuklara bağırır, sonra baş edemediği noktada çocuklara afyon verir ve küçük bir dinlenme verirdi kendine. Yedi oğlanla uğraşmak kolay mıydı?

Kız ona yardımcıydı ama hepsine birden verirdi otu. Hem bu yaygındı. Zararlı olabileceğini hayatı boyunca düşünmeyecekti. Çocukların çocuklukları yarı otla geçecekti.

BEYAZ KEMİK TOKA (İkinci bölüm)

astral | 24 December 2009 12:04

KÜÇÜK KADIN, HAVVA

Doğarken yetim kalacak küçücük bir yürek dünyaya adım atar, yankılı olmayı beceremeyecek kaderlere börek açacaktır, Yunan yemekleriyle daima. Baba bir çatışmada kaybolur. Hiç tanışması nasip olmaz ne babayla, ne de anneyle. Halası bakar ona, Yunanlı bir Hala.

Bacadan kaçırılmış ve daha on ikisinde gerdeğe girmiş bir anne olmuş isimsiz küçük kadın Anjelika’nın yetim bebeğidir Havva.

İşte dünyası böyle başlar Havva Kadın’ın. Müslüman olmayan bir aile Havva adını verir, kaçırdıkları aile Müslümandı diye… Hava akrabalarını hiç bilmez.

BEYAZ KEMİKTEN TOKA

astral | 23 December 2009 10:33

Dört kuşak devam eden bir hikaye ve beyaz kemik bir toka…

İlk bölüm:

KÜÇÜK KADIN, Anjelika…

On yaşında, Müslüman bir Yunanlının bacadan kaçırılma öyküsü… Yüzünde çilleri, sevimli, masum bakışlı, beyaz tenli, kızıl saçlı bir kızdı kaçırıldığında. Üzerinde aldan bir entari çiçekli, özenli bir kumaşla dikilmiş belli ve saçında küçük bir kemik beyaz tokası vardı, o kadar…

Osmanlı henüz yıkılmamıştır. Selanik’te sıradan bir ılık bir akşam. Türklerle Yunanlılar mübadele edilmiş. Bir aile düşünün, Yunanlıdır ve Hıristiyandır. Zaman içinde mübadele sonucunda, Müslümanlığı tercih ederler. Buralarda epey yaygındır. Muacir de denilir şimdilerde hatta. Yunan yemekleriyle meşhurlardır aramızda, açık tenli ve yüz yapıları farklıdır. ‘Balkan göçmeni misiniz? diye an gelir soru verirsiniz kesin.

NESLİHAN

teacher07 | 22 December 2009 09:20

Sandalyenin birini bir koltuğuna, birini öteki koltuğuna çekerek, üçüncüsünün de üstüne ayağını kıvırarak, altına alıp oturmuş, kasaba pazarına gelip gidenleri izliyordu Kasap Ali.Kasabalı kısaca Kasap diyor, kasaplıkla yakından uzaktan ilgisi yok. İri kehribar tespihini şakırdatarak çekerken, cebinden metal tabakasını çıkardı. Sigara dumanından sapsarı olan bıyıklarının altında görünmez olan dudaklarını kenarına bir sigara sıkıştırdı. Muhtar çakmağı dedikleri çakmağını şıkırdatarak bilmem kaç kere çaktıktan sonra sigarasını yakabildi. Kahveci Mevlüt, yanına ilişerek garsonlara seslendi.

FOTOĞRAF PAYLAŞIMI

sudenayay | 21 December 2009 21:33

Fotoğraf deyince insanın aklına geçmişte yaşanıp anı olarak zihnimizde yer edinen şeylerin kağıda dökümüdür. Tabi ki bu döküm yazı şeklinde değil görsel şekildedir. Bazen fotoğraf sevinçtir

.

Bazense üzüntüdür.

Fotoğraflar siyah- beyaz yada renkli olabilirler. Ne şekilde olursa olsun anlattığı anlam önemlidir. bazen fotoğraflara baktığımızda karanlıkta kalan ışığı görebiliriz. Yeter ki ona alıcı gözüyle bakmasını bilmek lazım. Fotoğraflar bazen sergilerde sergilenir; bazense internet sayfalarında… Fotolia isimli sitede bunlardan biri… Bu siteye üyelik ücretsiz. Üye olduktan sonra gönderilen fotoğraflar onaylandıktan sonra satışa sunuluyor. Bir nevi fotoğraf ajansı… Bu sitenin Türkçe dil seçimi de var. Yazılan kelimeler, çok açıklayıcı bir şekilde seçilmiş.

arıların laneti

astral | 18 December 2009 11:54

‘Ne iğrenç bir ses bu. Allah size yardım etsin.’

Ağzımı çalkaladım ve bitsin şu işkence diye düşünmekteyken; dünyanın en güven veren doktoru konuşmaya başladı. Mırmır, ne zaman, konuşacağı belli olmayan, lakin her konuştuğunda istisnasız enteresan öyküler anlatan adamın; bana anlatma düğmesine basmışım. Tabii ki, merakla bekliyordu benliğim. Zaten o muayenehanedeki en keyifli şey de onun öyküleriydi.

Çıldırdığım şeyse, tam o anda ‘Ses kayıt cihazım şimdi yanımda olmalı. Bu adam heba ediyor bu deli öyküleri, deli anlatışıyla’ diye düşünüyordum, içimden, bir taraftan –sözde çaktırmadan- süzen bakışlarımla…

KÖPRÜ

teacher07 | 17 December 2009 12:24

Güley Nine’nin evine ulaştıklarında Öğretmenler yorgunluktan bitkin durumdaydılar. Doğa kardan yorganını bütün yöreye örtmüş; hem de inanılmaz kalınlıkta, yolar ıssız, dağlar ürkütücü, ayaklarında edikler dört beş saattir yürümekten güçleri son noktasındaydı. Kalın zincire bağlanmış köpeğin boynundan tutan Yusuf buyur etti yolcuları. Daracık bir pencereden ışık alan odaya zor attılar kendilerini. Dışarının parlak kar ışığına alışık gözleri bir an hiç bir yerini seçemedi odanın. Neden sonra Güley nineyi seçebildiler, geldiklerinde hoş geldiniz çocuklar demişti Kürtçe, torunu Yusuf çevirdi, “hoş bulduk anne” dediler. Yusuf koşuşturdu, ediklerini çıkarmalarına yardım etti, sıcak su getirdi, ellerini yüzlerini bir güzel yıkayıp rahatladılar. Kuru yavan, ellerinden ne gelirse ağırladılar torunuyla Güley Nine. Sıcak çay bütün yorgunluklarını silip götürdü.

Güneş dağların ardından kaybolmak üzere, davrandılar yola, bir an önce karşı yakaya geçip evlerinde rahatlamak için. Kimseye yük olmak istemediler, yoksa rahatlarına diyecek yoktu. Köy dağınıktı, en kalabalık yer okulun bulunduğu bölümdü, Kenger Alanı. On beş dakikalık bir yolları daha vardı ama Göksu yol verirse…