bildirgec.org

anı hakkında tüm yazılar

— |SEN|

il mare | 06 May 2010 10:35

Her anıyı aşk mı sanarım, her anıyı sevda mı?
Değil,işte öyle değil.

Maharet aşk denizine tonlarca gemiler sığdırmada, maharet denizleri de aşıp okyanuslara açılmada .
Bir yalandan çıkmışken, oyalı,kırmızı bir mendil sallamışken son kullanma tarihi geçmiş bir rüyanın ardından,
Maharet yalanları suya atıp mendilleri ispirtoyla yakmada,öyle çok tenezzül de etmeden,serçe parmağının ucuyla.
Her hatırladığın aşk değil işte;
Farkında mısın,sen her hatırlayışında ruhuna dipsiz sevdalar kapaklanmakta,
Ekose hayallerinin üzerine çizgili tutkular yamalanmakta.
Her hatırladığın aşk olsaydı eğer, hatırladıklarından çok öte ,seni çağırırlardı aşk aşk diye.
Gözyaşlarının tuzu yakardı sineni ve yıkandıkça hatıraların, çekip küçülürlerdi teker teker;
Oysa ki sen,tüm yad edişlerde esnetensin bir şeyleri; ucundan tutup çekiştiren,sınırları zorlayıp ebatlarını değiştiren;
Gelmişinin önünde diz çökerken saç diplerinin bile duyduğu hörmetle; geçmişine sövensin, camdan yapılmış nefretinle.
Sen, bir ateşin üzerinden üçüncü kez atlarken, evvel bir zamanının gıptasını dördüncü sıçramana yakıştıransın,
Evvel bir dileğinin aynı karakterli harlarına bu sefer yüreğinin suyunu serpiştiren, ve tek bir damlasıyla nice korlar peyda edensin.
Kendine karşı açtığın savaşta desenli yaralar alan gururlu bir gazi,
Ve bu uğurda şehit ettiğin inanlarının taziyelerini her seferinde kapı eşiğinden defedensin.
Yani öyle sandığın gibi değilsin, dur ama gitme, açıklayabilirim.

TEBEŞİR KOKUSU

lavinya76 | 01 April 2010 12:57

İlkokul birinci sınıftaydık. İkinci dönemin başıydı ve artık iyiden iyiye okuyup yazmaya başlamıştık. Sıra arkadaşım Muhsin adında sarımtırak bir oğlandı. Hareli yeşil gözleri güldüğünde kısılıyor, gözleri kısıldıkça yüzündeki çiller daha bir dikkatimi çekiyordu. İkimizde çok yaramaz sayılmazdık en azından boş derslerde sınıf başkanının yaramazlık yapanları tahtaya yazdığı isimler arasında olmadık hiç.

Babası bir apartmanın kapıcısıydı. Annesi de zaman zaman babasına yardım ederdi. Apartman bahçesine ektikleri güllerden sık sık öğretmene getirir ve kocaman bir teşekkürü alır gururla otururdu yerine. Bizim apartmanın bahçesinde değil gül ot bile yoktu. Hatta bahçe denebilecek bir alan bile yoktu. Bu yüzden tüm uysallığına rağmen içten içe kızardım ona ve kıskanırdım çiçeklerini.

Rüya Olsa …

astral | 29 March 2010 10:34

(www.corbis.com adresinden alınmıştır.)
(www.corbis.com adresinden alınmıştır.)

‘Donuk bakışlarıyla dut yemiş bülbülü oynamıyordu, olan olmuştu.’

– Ne oldu?

Asumanın yüz ifadesi günlerdir gülümsemediğinden olsa gerek, epey sert bakar olmuştu. Ya da sadece mimik kasları reflekssizleş miydi? Hangisi olduğunu bilmiyordu yazar ama konuya ara verilip anlatılacak kadar görülmeye değerdi. Bütün siniriyle devam etti Asuman:

– Ne oldusu var mı? Her şey o gittikten sonra oldu.

Zamanda Sarmaşıklar ve Aşk Bağları

astral | 26 March 2010 15:35


Yeni evine gelen Bek ile dışarı çıktık. Yaza girmek üzereydik. Muhteşem bir hava bizi sararken, çiçekler dallarında kudurmuş ‘Daha ne kadar güzel olabilirim!’ dercesine botanik bahçesine çevirmişlerdi dört bir yanı. Buraları çok severdim eskiden beri. Biraz uzaklara yürüdük. Belki kendimle karşılamak istiyordu bir yanım, diğer yanım ezilse de…

Uzaklara yürüdük, zamanında aşık olduğum bir adamla aşk bahçelerinden çıkıp, bağlardan geçip evimize ulaştığımız bir yer vardı. Hep kalacak sanırdım. Hep birlikte olacağız, hiç ayrılmayacağız. Gerçekten kuşkusuz inanırdım buna. Hiç şüphem yoktu. O vardı, sadece. Düş de değil, sadece gerçek yeterince güzeldi. Öyle zamanlardı.

ekme

astral | 21 March 2010 12:00

Yıllar önceydi. Hiç de içim acımamıştı. Gayet mutluydum. Ardımda birini üzdüğümün ne farkındaydım belki de ne de umrumdu…

Şimdi içimin acıdığı anlar var. Derdim derdi değil. Bunun ötesi de var. Kendi eğlencesini aralıksız anlatıyor, ben kederden ölürken… ‘Bunların beni üzeceğini hiç düşünmüyor mu?’ diyorum… Sonra ‘Neye, neden üzülsün ki?’ diye ekliyorum, yine kendim… ‘Ben umursamış mıydım?’ Gayet de keyifli yıllardı.

Evde acayip bir kavga kopuyordu. Bu sefer kesin ayrılacaklar dediğimiz zamanlardı. Çektim gittim, yıllarca. O, o evde yalnız kaldı. Derdim mi oldu, dert mi edindim bunu? O zaman on beş yaşındaydı en fazla. Konuşacağı birincil insandım ve çekip gidecek kadar da umarsızdım.

boş duvara donuk tebessüm

astral | 17 March 2010 10:47

Ne zamandır konuşmuyordu. Kimse onu konuşturamadı, o gittikten sonra, yani onun pencereden atlayışını gördükten sonra…

Durduğu yerde sallanıyor ve bir de aynı noktaya bakıyordu. Bazen onu görüyormuş gibi birden tebessüm ediyordu boş duvara, sonra konuşmaya başlıyordu durgun daha doğrusu donmuş gözbebekleriyle… Sakin ve çok içten/ sanki bir mahzenden gelen sesiyle bir şeyler söylüyordu ona, belli belirsiz. Görüyordu belli ki, ya da o gördüğünü sanıyordu. Anlatıyordu ona, ne denebilir ki…

Bir tek ona anlattığı kelimeleri vardı. Odasına girdiğimde, yine aynı noktada sabitlenmiş bakışlarıyla, kollarını kendine sıkıca sarmış ve eğilip sallanarak hatta kendinden geçerek, gene söyleniyordu. Geldiğimi fark edemiyordu. Hiç birşeyi fark edemiyordu. Durdum kapıda, yasladım kapının eşiğine… Bir yanağında yangın bir yaş süzülüyordu sessiz ve belirsiz. Belli ki, çok seviyordu ama ne yapılabilirdi ki… Artık ne sevgilisine ne de bu mırıl mırıl konuşan artık başka bir dünyada yaşayan kadına; ulaşmak mümkün değildi, anladım…

Ama o kadın benim ablamdı ve başka bir yangın vardı, ona yanımdayken dahi ulaşamamanın yangını… Yanağımdan bir yaş süzüldü. O, ne beni ne yaşı fark etti. Doktorlar tüm bilmişlikleriyle şizofreni deseler de, şu an duyduklarım ne kadar mantıklı dökülüyordu onun dudaklarından… Dinledim sadece…

‘Suskun yollar tarihçesi olur ki zaman, içimin suyuna ayna tutar.

Méxicon, Rüzgar ve Cansu…

astral | 15 March 2010 15:26

Unutulmaz deli bir akşam…

KARŞILAŞMA, SÜRPRİZ VE KARAR

Eve gitmek üzereydi. Metrodaydı, elinde defterler vardı ve yorgundu da. Tam o sırada Cansu diye seslendi biri, tanıdık bir sesti. Hem nasıl tanıdık, kankisi ve sırlarını paylaştığı yegane insan; Özgür.
Boynuna sarıldı Cansu Özgür’ün. ‘Hey nasılsın bebeğim?’

‘Bize gidiyoruz, gelsene.’
Özgür’ün yanında Sezgin adında bir arkadaşı daha vardı. Zaten çocukluktan tanıştıkları için Cansu onu da iyi tanıyordu.

‘Rezilsiniz üstadım. Kendime kalamayacağım sizin yüzünüzden. Dost musunuz düşman mı?’ o sırada işgüzar Özgür, arkadaşının neye tav olacağını gayet iyi bildiğinden, Cansu’nun kulağına eğildi ve ‘O da gelecek…’ dedi.

‘Anladığım kişiden mi bahsediyorsun?’ diye bakarak Cansu, ‘O?’ diye sordu.
‘Rüzgar işte, bu akşam bizde, Méxicon oynayacakmışız hem de. Artık ben gerisini sana bırakayım.’

‘Adisiniz dostum, karar verilmiştir, geliyorum!’

Etrafı sıcak basmıştı. Cansu’nun aniden eli ayağına dolaştı.
– Özgür saçım nasıl? Ay, bilsem üzerime daha hoş bir şey giyerdim. Özgür böyle birşeyi sen bana nasıl daha önceden söylemezsin!’
– Şekerim daha yeni belli oldu. Plan yapmamıştık.

Yutkundu. Su yoktu. Rüzgar vardı, gelecekti; gözlerini tekrar görecekti. O eşsiz ses tonuyla konuşacak ve o bilmese de günlerce onu düşünecek ve belki düşleyecekti…

-‘Cansu daldın tatlım…’ lafıyla kendine geldi Cansu
-Normal değil mi, Özgür’üm. Var ya, kanında itlik var senin, o bebenin sana haber verdiği an bana haber vermen gerekmiyor muydu?

diyerek karnına yumruk atmaya başladı Cansu etrafta, metroda milyon insan olduğuna aldırmadan.

CANSU VE ÖZGÜR; YILLARIN HUZURU…

İkisi bir araya geldiklerinde alem olurlardı. Cansu’nun belki yarısıydı Özgür. Kardeşi ona bu kadar yakın mıydı acaba? Cansu’nun babası bir tek Özgür’le dışarıda kalmasına izin verirdi, o da her zaman değil elbette. Özgür’le aynı yatakta dahi yatmışlardı ama yok öyle bir şey. Sarılıp uyumuşlardı, kardeş gibi, hiç birbirlerinden çekinmezlerdi. Çünkü bilirlerdi ikisi de birbirini o gözle görmüyordu.

Dedim ya, kardeş olsalar bu kadar olmazdı. Özgür kız arkadaşlarınla dertlerini anlatırdı Cansu’ya, Cansu’da yıllarca beynini patlatmıştı Muzaffer şunu dedi, sence ne demek istedi diye. Özgür sıkılsa da yorum yapardı, sıkıldım demezdi.

Özgür balık familyalarını saatlerce anlatabilme kapasitesine sahip şahsına münhasır kişilik olarak, bunu saatlerce değil günlerce de anlatabilirdi. Zaten balık familyası muhabbetinin tam ortasında konuya şahit olanlar, Cansu’nun sabrına ve Özgür’ün bunca ayrıntıyı ailesinden çok çok daha önemli bir mevzu gibi anlatmasını görür görmez; bu duruma katlanamayacaklarını hissedip, ortadan tüğüyorlardı. Sorun yok, Cansu da Özgür de mutluydu.

Bir de çok deli dans ederlerdi mekanlarda. Sene 1996. Saklıkent. Bulutsuzluk konseri. Muhteşem bir gece. Tıktıklım ortalık. Bulutsuzluk’un konseri bitmiş ama millet o denli keyifli ki; mekandan ayrılanı bırak, deli gibi dans ediyorlardı. Özgür tuttu Cansu’nun elinden, çekti piste. O zamanların Saklıkent’i şimdininkine bin basardı. Dans etmeye başladılar. Latin çalıyordu. Onlarca onlarca insan dans ederken, teker teker bırakıverdiler dans etmeyi ve Cansu ve Özgür’ün muhteşem dansını seyre koyuluverdiler.

Onlarınki çok hoş bir arkadaşlıktı… Rahatlık, güven ve olabildiğince tabuların olmadığı yerlerde teneffüs ediyorlardı. Gelelim ünlü akşama, Rüzgar gelecek ya. Davetli listesi yapmış bizim şerefsizler kaşla göz arasında diye geçirdi içinden Cansu…

Mezeler alınmış, ev hazırlanmış; anneye haber verilmiş. Cansu o an hayatının en güzel akşamına doğru yol aldığını elbette bilmiyordu.

Méxicon BAMBAŞKA BİR OYUN, SİZİ OYUNA GETİREBİLİR…

MAVİ YOLCU,İNKILAP

il mare | 08 March 2010 15:59

Gene o baş ağrılarından biriyle uyandım bu sabah.Gözlerime de pişkince yayılanından,bütün bir gün boyunca,ölecekmişim,ölsem de hiç üzülmeyecek ve kimseyi de üzmeyecekmişim gibi hissettireninden… Suratımı asıp çekilmez olduğum,evde sayemde kavgalar çıkarttırdığım,hiç soru sormayıp sorulanlara da cevap vermediğim,içerimde ne varsa hepsini kendime sakladığım sabahlardır ki,her ne kadar bir kaşık suda boğulası, hırçın bir yaratık gibi gözüksem de,ben gözlerimdeki ağrıya rağmen,kendimde hoşuma giden çok şey bulurum aslında.Her zaman konuşurken o gün sessiz kalmanın farkındalığı ile ve onun da yarattığı farkındacıklıklarla sıkı bir dost ilişkisine girerim tüm gün,fazla duygusallaşırım,daha önce düşünmediğim şeyleri düşünür,hiç tanışmadığım ayrıntılarla el sıkışırım, ve ne varsa bende o güne dair,hepsi ,arka fonda duygusal bir müzik eşliğinde hüzünlü bir masal anlatıyorlarmış da ben de günümü bu masalı dinlemeye ayırmışım gibi,hiç çıkarmadığım geceliklerimle karşılarına kurulurum.Cam kenarına…

Islak Düğün

astral | 18 February 2010 13:01

İstediklerimin kala kaldığı bir an/ bin an. Kalakaldığım onca anın kaçında sen varsın, ben varım? Yalan dolan bu meşk oyunları, nihayet ayılan kadının dudaklarında aşk yazmıyor. Aşk yazmamasıysa aşkla tanışması.

Uzaklarda bir kadının düğünü var. İç soğukluk duyan kadının ıslak dünyasından son vedası bu şarkı, ağlıyor; göz yaşları yağmurları kıskandırırken, o da sessizliği kıskandıranlardan… Oysa içinde ne çığlıklar var.

Uzaklarda bir kadın evleniyor. Aşk yanmış bir yakamozda çoktan kaybettiği cehennemde. Hiç tutamadığı çiçeklerini atmış ateşin tam ortasına. Kadın düğünlere gitmeyi hiç sevmezmiş. Dalga geçenlerdendi kimi törenlerle, törelerle. Bir gün dergide bir model fotoğrafında yere fırlattı ömrünü. Sanmıyordu.

Di’li Geçmiş Zamanlar..

admin | 11 February 2010 16:50

Mazi, geçmiş, hatıra, anı, bellek, di li geçmişler diyarına yolculuk yapan ben hancı; geçirdiğim di leri destanlaştıran ben yolcu, ‘flashback’ lerle senarist kıvamında yönetmene eşlik eden oyuncu. Velhasıl-ı kelâm sözcüğünü çok seven, evrende bir ivme yaratan benlik. Ne dersin böyle mi geçmeliydi zaman? Zamanın içine eden ben, zamanla oynaşan ben, (Hey sen de olabilirsin o ben.) zifr-i karanlığımın bilmecesi sen. Hoyratça savrulan di li geçmişlerimi anan ben. Yalnız ben miyim, sen olan bu diyarlardan hatrı sayılır adımlarını sayan?

Bulunduğun anın içine ederken di li geçmişler; hoş tutarsın kelâmlarını bir bir beyin zarına işlediğin o, o evet, o’larını.
“Boştu” dersin. Boştu, arkası tıka basa dolu penceremin önü. Baktım! Zamanın bana boş bıraktığı satırlara. Aldım kalemimi, yazdım boşluğa. Ben sana yetişemiyorum, ey zamanların di li geçmişi. İki kelime ile daha girişteyken ben, sen geliştirdin ve sonladın her anımın satırlarını.