bildirgec.org

acı hakkında tüm yazılar

DONMUŞ NEHİR

astral | 24 November 2009 13:33

A ve E sohbet etmek için buluştu. Soğuk bir sonbahar günü. Deniz kenarında bir çay bahçesi… Her zamanki gibi E onu iş yerinden arabasıyla almıştı.

Bugün E’nin doğum günüydü. A’nin canı hiçbir yere gitmek istemiyordu ama arkadaşını bugün kırmamalıydı. Yorgundu, üzgündü, içinde ağlayan bir kız vardı… İçindeki o kızı kimse görmüyordu.

O hayatına –sözde- her şey ama her şey normalmiş gibi devam ediyordu. Kimse bilmiyordu uyuyamadığını, kimse bilmiyordu tavana bakarken saatlerin geçtiğini ve onun bunun farkına varmadığını. Kimse bilmiyordu, onun antidepresan almayacağım diye debelendiğini. Kimse bilmiyordu onu eski bir dostun telefonunu çevirdiğini ve birden hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladığını.

Kimse bilmiyordu, bilmiyordu akşam olduğunda ve evine geldiğinde sessizliğin üzerine yıkıldığını ve o an acıdan ve onu düşünmekten ve onsuzluktan; onun bu denli içinde olmasından, o anda acıdan öleceğini hissetmesiyle gözlerinden akan yaşları susturabilmek için sürekli kendine yüksek sesle; ‘Tamam, tamam; sakin ol, sakin ol, geçecek geçecek… Her gün biraz daha azalacak. Bak yirmi bir günde beyin alışıyor birtanem, sakin ol, sakin ol.’

İçimdeki Lunapark’ın Çocuklarını Bana Bağışla Lütfen…!

zzeliha[pilli_silinen_hesap] | 08 November 2009 11:49

İçimdeki yumrunun sebebi sensin.
Yutkundukça acıyan ve acıdıkça seni hatırlatan bana…
Dertlerin sıkıntıların asla bitmek bilmedi senin.
Hayat hep sana kötü davranırdı ve sende bu kötülüğü egoistliğinle harmanlar beni de bu batağın içine çekerdin
Hayat bana göre,herşeye
rağmen yaşamaya değer ve gülümsemeyi hak ederdi.
Gülümserdim,yaşardım.
Sonrasında sen dahil olurdun içimde oluşturduğum lunaparka bütün kasvetinle.
Lunaparkımın siyaha bürünürdü,bütün renkler seninle solar;boğazımda düğümlenen hıçkırıklarla sana teslim olurdum.
Mutlu olmayı hakediyorum ben.Gülümsemek bana hiç olmadığı kadar yakışıyor.
Senin o kasvetin beni cehenneme çeviriyor adeta.
Canım yanıyor,
Boğazıma çöken ellerinden kurtulamıyorum.
Nefes alamazken,renklerim de benimle ölüyor adeta…
Lunaparkımın çocukları birer birer uçurumdan atlıyor.
Kasvetinden kurtaramam ki ben seni…!
Çocuk ruhum buna dayanamaz ki.
Zayıfım ben…
Kötü acımasız ve egoist olmanın o gücü yok ki bende…
Ben mutluluk dağıtırım.
Mutluluk benim adım.
Kasvetini beyaza çeviremem ki….!
Hayatın bana verdiği bu lunaparkı feda edemem ki sana…
Yaşayamam ki o zaman.
Acı bana sevdiğim,çocuk ruhumu bana bırak.
Büyümeyen ve beni yaşatan ruhumu siyahlarınla alma benden.
Senle ben çok farklıyız.
Bir olamayız ki zaten.
Ben alabildiğince beyazım ; seni se karanlığın ürkütücü rengi siyah.
Seninle lacivert olmaya ne cesaretim ne de feda edebileceğim bir lunaparkım var.
Bana yansıtma dertlerini; çözemedikten sonra daraltma ruhumu ve alma benden renklerimi,hayatımı….
Eriyorum sanki seninle…
Kayboluyorum sanki karanlıklarında…
Gülümsememi soldurma…
Yaşamayı seviyorum ve bunu lütfen benden alma…
Lunaparkım ve içimdeki çocuklarım bende kalsın…

Aşk’ın, Şarab’ın ve Acı’nın En Acem Şairi….”Ömer Hayyam”…!

| 06 November 2009 13:47

herkes,gönlünce bir yol ariyor kendine..kimi arayisi sürdürmekte,kimi buldugundan emin..ama bir gün,bir ses haykiracak göklerden:
“herkesin yolu kendine varir,arama baska yerde!”

Asıl Adı Gıyaseddin Eb’ul Feth Ömer İbni İbrahim’el Hayyam olan; 18 Kasım 1048 doğmuş ve 4 Aralık 1131 yılında vefat etmiş;

Bilim adamı.
Matematikçi.
Şair
Müneccim.
Alim.
Filozof.
Hepsi bir tarafa gönül adamı.Rubailerinden anladığım kadarıyla aşkı iliklerine kadar yaşamış İranlı Şair.Sevmeyenlerinin,özellikle müslüman olan halkın şarapçı diye tanımladığı,tanıdığı; kendi zamanın ve hatta bizim zamanımızın aşmış insanı…

meşrebinize..

| 01 October 2009 12:34

Artık iyice hastalandık, tahrib etmek, can almak, yok edip yıkmak, iğrenç hayat hakikatleri oldu..Toplumun, üstü de dibi de ruhen hasta ; üstü, cemiyeti beyniyle sikiyor.. altı, neresi nereye denk gelirse..Düşmanına karşı, çocuk kaçırmayı meşru sayan bir fikir durmasına ne denebilir?Bu ne kahpeliktir?Acıyı bir başka acıyla yaşatmak bir nefis müdafaası olabilir mi?insan olanın meşrebine sığar mı bu ? puşt oğlu puşt, içindeki sönmeyen ateşi söndürmenin çaresi merdivenin son basamağına inip, hasmının kanadını kırmak mıdır? git kiminle oynaşacaksan oynaş lan, allahın sabılarından ne istiyorsun?Türkiye de medyaya düşen ve cemiyeti yıllarca meşgul eden ilk çocuk kaçırma hadisesi 1961 yılında “kayıp kız ayla” ile başlamış; mesele öyle bir boyuta gelir ki, scotland yard’dan gelen medyumlar olaya el atarlar ama bugüne kadar çocuğun ne ölüsü ne dirisi bulunabilmiş değil..Evet, bir aileye evlatlarının günün birinde buharlaşması gibi bir cinnet yaşatılabilir mi?
“Allah düşmanımın başına evlat acısı vermesin” fikri-temennisi bu topluma ait değil miydi?
nol’du lan ne değişti? bu vahşeti yaptıracak kadar ne değişti ?zerresine, cihan değer dediğimiz bir yavruyu hangi öç, hangi intikamla hangi, içi boş hırsınla alıp götürürsün?Bir anayı, musallada yatan evladına baktıracak kadar hangi cinnetle örgülenmişsin?o ateşin külleri donar mı? sanıyorsun..elbette, özlemden hiç kimse ölmüyor ama koskaca bir ömrü sızlatacak kadar nasıl gaddar olabiliyorsun?Öyle bir yere geldik ki; artık musibetleri bile ganimet saymaya başladık, kanayan resimlere bakıp hergün ayrılık zehri içenlerin acıları ile içimizdeki kızgın ateşi söndürüyoruz..Bu hesap yanlış, bu hesap mutlaka bağdattan dönmeli yoksa sonu hüsran,Hepimiz için hüsran..

BİR KATİLİ SEVDİM

il mare | 10 September 2009 10:12

Vazgeçilemezlik böyle birşey olsa gerek.Tutku dedikleri…Ve aşk…Gözüne ve herkesin de gözüne batan bir dolu şeyi yeri geldiğinde gözardı edebilmek,sitemlerin hiçbir zaman kalıcı olamadığı noktayı benimseyebilmek…

“Benim için ölür müsün?” sorusuna; “ben ölmem,öldürürüm”cevabını alıp sevginden bir gıdımını çöpe atmamak,atamamak…Öldürdüklerini,kendisine lanet yağdıran bi dolu gözle izleyip de lanet olsun diyememek,aslında deyip de çoğu defa,sözünden dönmek.Mutfakta gizlice,kimse görmeden ondan özür dilemek,fısıldamak göğe doğru:”Hayır,lanet olmasın sana,gene de olmasın…”

renkli duygular

taha3045 | 27 August 2009 20:06

Odanın kapısını sessizce açıyorum, sakin ol adam diye kendi kendime telkinde bulunuyorum, kimsecikler yok her yer sakin. Kolaçan ediyorum etrafı ne bir anı, ne bir umut ne de çarpıntı hiç bir şey yok kalmamış, yerlerde gözyaşlarım yok, süzüldüğüm yatak odasındaki yataga bakınca bile gözümün önüne belli belirsiz yürek yakan görüntüler gelmiyor bu hiç normal değil.

Üzerime battaniyemi alıp sadece kıvrılmak istiyorum tek kişilik televizyon koltuguna, ne içecek bir şey ne müzik ne televizyon istiyorum,elimden gelse kalbimi durduracagım atıp ta ses çıkarmasın diye. Battaniyenin yeşil olanını aldım yeşil umut rengi ama şu an işe yaramaz yine de aldım, utanmadan kırmızının, kahverenginin arasından onu seçtim arsızca umut rengi diye.

Akbabalar ve lağım fareleri.

zyprexa | 27 August 2009 19:50

Kuşlar ve lağım fareleri.
Kuşlar ki akbaba velhasıl leş yiyicileri.
Ve dipsiz kuyuda ve ceset kokan bir yalnızlık müsveddesi.
Kemirdiler, gagaladılar kalbimin astarını.
Bir parçam anladı parçalandığını,
Diğeri biraz saf ve vurdumduymazdı.
Bütün olamayan beden, bütün haltlar gibi karmaşıktı.
Yani büsbütün yarım kalmıştı.
Kargalar ve akrepler.
Melodiler ve aşk şurubu.
Etimin arasına sıkışmış bir sızı gibi.
Bütün gitmelerden güzeldi gidişin.
Özgürlük diye haykırdı tırnaklarım,
Saplanınca sensizliğin sırtına.
Duydun mu ? Kulak ver onlara.
Bak ağlıyor göz yaşım, şu göz pınarlarımın hemen dibinde.
Duyuyor musun hıçkırıklarını ?
Senin gibi bende duyamadım .
Ama benim kulaklarım yalnız “gel” deyişinde.

Mektup-2: Acı Veriyor Çocukluğum

Kuduz maymun | 12 August 2009 10:04

Ben miyim neyim.
Ben miyim neyim.

Çocukluğumun bir kısmı Gümüşhane’de geçti. Orada yağan kar.. Bana çok fazla gelirdi ama sanırım boyum küçüktü de, ondan. Köyün bir ‘yokuş’u vardı. Yokuş dedin mi belli bir yerdi orası. Yukarıdaki mahallenin bütün eriyen karları çağlayan gibi yokuştan akardı. Yine de yukarıya gitmek için kenarlardan tırmanmaya çalışırdık.
Bir de Nuriye vardı. Aşağı taraftaydı evleri. Ağabeysi Zeki: Babamın öğrencisi. Nuriye bir gün evlerinin yakınında biriyle kavga etti. Üç yaşlarımda olmalıydım. Korkuyla baktım kavgaya. Nuriye’nin ayağında bir çiçekli basmadan etek vardı ayakbileklerine dek gelen. Derken Nuriye bir tekme savurdu. Etekleri açıldı. Ayağında don yoktu. Bu görüntünün bana nasıl garip geldiğini anlatamam.

Kış
Kış

Birkaç yıl sonra İstanbul’a geldiğimizde arkadaşlarım oldu. Evimizin önünde epey kar birikmiş. Yokuştaki su bana nasıl çağlayan gibi geliyorsa bu kar yığını da -hala- bana koca bir dağ gibi geliyor. Arkadaşlarım o dağın tepesine çıkmış oynuyorlardı. Ben de pencereden cıvıltılarını izliyordum.
Çok istiyordum ben de gitmeyi; ama uygun bir pabucum yoktu o havalarda giyebilmek için. Yoksulduk. Derken annemin giyile giyile eskimiş ve altlarına kimbilir kaçıncı kez pençe ve eriyen tabanlarına takviye yapılmış lacivert çizmelerini giydim. Annem benim pencereden bakıp durmama dayanamamış, çizmelerini vermişti. Çıkıp oynadım.

Döndüğümde çizmeler sırılsıklamdı. Burnum, yanaklarım, ellerim kızarmıştı soğuktan.
Paltom da yoktu.
Annem örmüştü kalınca birşey.
Bir pabucum yok diye annem ağladı.
Alamadığı için…

Talan

pilli pati | 04 August 2009 11:19

Aramadığın her dakikayı birbirine ekleyip sonumu getirecek urganı hazır ediyorum sanki günlerdir… Sabır çok gereksiz bir söz artık. O sınırı çoktan aştım. Müebbetimi konuşalım, istersen. Daha bir evladır.

Baş aşağı yarasaların geceyi bekleyişlerini giyiniyorum, derin, huşu içinde. Ötelere dalıp gidiyorum, senle esrirken. Çok bekledim biliyorum. Terminal bir hastanın hücrelerini taşıyorum artık bütün bütün. Zararımı hesabedecek cesaretim de yok çoktandır, bıraktım onu da. Belki de kimbilir seninle beraber yola çıktığım istasyon peronunda. Yıkılma üzerine, eriyip gitme üzerine, dünya, sen, ben üzerine bir sayıklama yaşıyorum bana söz verdiğin her saniye… Sevgilim! Beni bir fahişe sanıyorsun ekranının yansısında. Oysa ben senin ipliğini her gece pazara çıkarıyorum.

İÇ SES

cellatlina | 02 August 2009 12:12

bugün günlerden bensiz bir gün.durmadan aynalardan kaçabilmek mümkün.
gördüğüm tüm yüzler hayata bakıp ağlıyor.bakmadığımda hepsi mutlu.
evrende insan suretine benzemeyen canlılar olduğuna hükmetsem ve bunun üzerine kitaplar yazsam kim bilir kaç ademoğlu kurtarırım…

dünyadan o kadar bıktım ki,insanlardan…

çöplük dolu bir ada var desem kaç kişiye bilet satarım…

bana onüçmilyon kez onüçmilyonbir kere hatta
“eşin benzerin yok,”
“mükemmelsin,”
“gerçekten;”
“sen çok özelsin” de, bıkmam hiç,

kendimden o kadar bıktım ki,
sesimden
nefesimden
gözyaşımdan
“ar”ımdan
Қzӟmden
kanımdan…