bildirgec.org

80ler hakkında tüm yazılar

80’lere Dönüş Komedisi: Hot Tub Time Machine (2010)

dnz81 | 26 January 2011 14:16

Michael Jackson’ın rengi siyah, uzun saç moda, devasa uydu telefonları ve lise aşkları… O zaman 80’lerdesiniz!

film afişi

Ailemizin oyuncusu John Cusack‘tan son derece eğlenceli bir 80’ler komedisi Hot Tub Time Machine!

J. Cussack’ın yanı sıra filmde, 80’lerin ünlü komedyeni Chevy Chase, Clark Duke, Craig Robinson, Rob Corddry ve çıtır kızlar olarak Lyndsy Fonseca (kendisiniKick-Ass‘ten anımsıyoruz), Lizzy Caplan ve Collette Wolfe yer alıyor..

Short Circuit

emsvizyon | 22 December 2010 15:17

ah 80’ler, işte o zamanlardan kalma ve kimimiz için tanıdık bir yüz Number 5 🙂 yönetmenliğini John Badham‘nin yaptığı Short Circuit‘in başrollerinde: Ally Sheedy, Steve Guttenberg ve Fisher Stevens yer almakta.

savaş robotu olarak geliştirilen number 5’a bir yıldırım düşer, bu yıldırım sonucu bir bilinç kazanır ve yaşama iç güdüsüyle muhabere alanından hızla uzaklaşıp kendine saklanacak bir yer aramaya başlar. tabii bu robotun askerden firar etmesini hazmedemeyen yetkililer bir ava başlar. number 5 askeri inzibatlardan kaçarken aynı zamanda saklanmasına yardım eden insanlarla kurduğu duygusal ilişkilerle de izlenmeye değer bir seyirlik sunar

ha bu arada wall.e‘ye de çok benzemiyor değil hani.. sadece görünüşü değil,hem ürkekliği hem de sevimliliği bakımından da tıpkı wall.e 😉
fragman

YAVUZ’UN ÖLÜMÜ

cellatlina | 02 November 2010 11:21

Yavuz Çetin Türkiye’nin en iyi gitaristlerinden biriydi. Bugün bırakın blues gitaristlerini, doğru düzgün solo atabilecek gitaristlerin bile Türkiye’deki azlığını ve hatta belki de çoğu şehirde yokluğunu düşünürsek, onlarca sene önce Yavuz Çetin (Altın Çocuk)’in bu memleketteki değerini algılayabiliriz.

Yavuz Çetin, 1970 yılında Samsun’da doğdu; eğer bugün hâlâ yaşıyor olsaydı 40 yaşlarında olacaktı. Çocukluğunu Türkiye’nin çeşitli yerlerinde geçirdi, bunun sebebi babasının mesleğiydi: gazetecilik. İlk önce cura ile sonra bağlama ile daha sonra da elektro gitar ile tanıştı. Bana kalırsa doğmadan önce tanışmışlardı zaten onlar; fakat bu dünyadaki müzik serüveni işte bu sayede devam etti.

sana gül bahçesi vadetmedim…

kahramancayirli | 04 November 2009 12:02

kitapokuyoruz.com adresinden alınmıştır.
kitapokuyoruz.com adresinden alınmıştır.

Arkadaşım telefonda “herkes ünlü olmak istiyor aslında” dedi. Sahiden de öyle herkes albüm yapma, oyuncu olma velhasıl bir şekilde “görünür olma” peşinde. Tüm bunların iki sebebi var dedim arkadaşıma. 1. Özal. 2.Oniki Eylül. …

media.us.macmillan.com adresinden alınmıştır.
media.us.macmillan.com adresinden alınmıştır.

Çok yazıldı, çizildi bayat konu artık. Kolay yoldan köşe dönme meseleleri 80lerle birlikte yeşillenen bir mesele. Giderek de büyüyor, serpiliyor. 80lerin çocukları büyüdük şimdi 30larımıza yaklaşıyoruz.

Yeniden dirilmeye hazırlanın: ”Re-Animator (Diriltici)”

gorcun | 10 July 2009 09:50

Re-Animator
Re-Animator

Ünlü bilimkurgu ve korku yazarı H.P. Lovecraft’ın ”Herbart West : Re-Animator” hikayesinden uyarlanan ”Re-Animator (Diriltici)” 1985 yılında sinemalara gelmiş bir filmdir. Stuart Gordon’un yönetmenliğini yaptığı film garip bilimsel çalışmalar yapan bir tıp öğrencisinin hikayesini anlatıyor. Hikayenin başında başarılı tıp öğrencisi Dan (Bruce Abbott) ve kız arkadaşı aynı zamanda dekanın kızı olan Megan’la (Barbara Crampton) mutlu bir hayat yaşamaktadır. Bir gün ev arkadaşlığı ilanı için başvuran garip tıp öğrencisi Herbert West (Jeffrey Combs), çiftin hayatını ciddi anlamda değiştirecektir. Başlarda zararsız görünen West, çiftin ölen kedilerinin üzerinde deneyler yapmaya başlar. West’in amacı ölüleri yeniden hayata döndürmektir. Daha sonra bu deneyi ölen profesörün (David Gale) üzerinde denemeye kalktığındaysa durum geri dönülemeyecek derecede karışık bir hal alacaktır.

Re-Animator
Re-Animator

Quantum Leap

emsvizyon | 05 June 2009 12:00

işte bir çocukluk zamanı dizisi daha 🙂 ülkemizde trt’de gösterilmiş ve ilk sezonu 1989’da nbc’de oynamaya başlamış olan Quantum Leap‘i hatırlayanlarımız olacaktır. hani elinde legodan yapılmış hesapmakinasına benzer aparatı olan bir adam olan sam çıkagelir, esasında o bir hologramdır ve dizinin kahramanına; nerede, hangi zamanda ve kim olduğunu söyler. kahramanımız zamanda “bilinç” yolculuğu yaparak kişilerin yerine geçer. bazen bir kadın, bazen bir çocuk, bazen bir politikacı..

ilginç hikayeli, felsefe kırıntılı bu bilim kurgu dizisini büyülenmişcesine izlerdik 🙂 yanlış hatırlamıyorsam dizinin son sezonlarına doğru sam, selma olarak değişmiş hesapmakinesimsi zamazingo da de hani işportacılarda ya da japon pazarlarında satılan kredi kartı boyutlarında ki hesapmakinelerine benzer bi hale gelmişti ( yoksa o başka bir dizimiydi? herneyse:)
başrollerini Scott Bakula ve Dean Stockwell’in paylaştığı dizinin fragmanı burada. hatta olsa da izlesek diyenler de buraya ve şuraya

sarelleli ekmek

mansonilized | 11 May 2009 12:50

Yer sofrasının etrafına oturmuştuk. Hevesle bekliyordum. Ağzımın suyu akıyordu. Her darbeyi dikkatle takip ediyordum zira haksızlığa zerre tahammülüm yoktu. Sıcak ekmeğin kokusu yayılmıştu havaya. Bıçak tatlı tatlı hareket ettikçe ekmeğin üzerinde keşke daha kalın olsa be dediğim kahverengi bir tabaka oluşuyordu. Bir an hareket durdu. Heyecanlandım. Sanırım dakikalardır korkunç bir açlıkla beklediğim o an gelmişti. Annem başını kaldırdı. Saçlarını ortadan ayırırdı annem. Gözleri kapkaraydı. Gülümsedi. Elindekini uzattı. Gülümsedim. Sarelle sürülmüş ekmeğimi alıp sıradaki kardeşin ekmek için gözlerini anneme dikişini izleyerek yemeye başladım.Her şeyin az olduğu zamanlardaydık. Her şey kıymetliydi. Fakirdik. Oldukça fakirdik. Sarellenin çeşmeden aktığı zamanlardaydık. Bazen babam sarelle kavanozunu doldurmaya giderken beni ya da kardeşlerimden birini de götürürdü yanında. Çeşmeden akan çikolata küçücük kafamda harika bir sihir gösterisiydi. Filmlerdeki gibi yemek masası yoktu evimizde. Zaten masayı koyacak yerimiz de yoktu. Her pazar yer sofrasının etrafında dizilirdik. Hergün yenmezdi sarelle çünkü pahalıydı. Ama babam bizim herşeyi tatmamızı isterdi. Haftada birgün herkese bir dilim sarelleli ekmek. Ayin gibi. Bir dilimden fazla olsaydı keşke. Belki kardeşim yemezdi kimbilir. Yok yok küçükten hayır yoktu. Belki ağabeyim ha? Ohoo, bitirmiş bile…

Bitmek bilmeyen gerilim : Haute Tension (Yüksek Tansiyon)

gorcun | 27 April 2009 14:26

Haute Tension
Haute Tension

Yükselen Fransız şiddet ve gerilim sinemasının 2000’li yıllardaki ilk örneklerinden olan Haute Tension (Yüksek Gerilim) 2003 yapımı bir filmdir. Genç yönetmen Alexandra Aja‘nın hem yazıp hem yönettiği film ‘slasher’ denilen alt türe girmekle beraber türün oldukça etkili bir örneği olmuştur.
Film kısa ve etkili bir sahneden sonra iki genç kız arkadaş olan Marie (Cécile De France) ve Alex (Maïwenn Le Besco) ders çalışmak için Alex’in ailesininde bulunduğu çiftlik evlerine gidişleriyle başlar. Katilin varlığıyla tanışmamız da geç olmaz. Aynı sırada katilin bir kurbanını öldürüşüne tanık oluruz. Filmi izleyip izleyemeyeceğinize bu sahneden sonra karar verebilirsiniz.
Bu sahne adeta ileride olacakların sinyalini verir gibidir. Issız bir yer olan eve vardıktan sonra aile üyeleri ve kızlar yatmak için odalarına geçerler. Kısa süre sonra kapı çalar ve içeriye gözü dönmüş katil girer.

Haute Tension
Haute Tension

içerdeki herkesi öldürmeye kararlı olan katilin amacı nedir, kimdir gibi soruları sonuna kadar sorduran ve süpriz bir cevap vererek seyirciyi şaşırtan film kimileri için klişe bir son olarakta görülebilir. Ama yinede türün severlerini kesinlikle tatmin edecektir.