Bu sabah kalktığımda pencereden gördüğüm günün güzelliğine vurulmuş, günün güzelliğinin keşfini kahvemle sigaramı balkonda içerek kutlamıştım. Ama sonra kuş gibi şakıyarak pek bir hevesle başladığım günü iki haber ağırlaştırıverdi: 60 küsur yaşında bir adamın kendini trenin altına atması ve 20 yaşında bir delikanlının kendini asmak için askerden kaçıp evine sığınması. Sonra toplantı ve günlük iş rutini -ki ölüm, cesetler işimin parçasıdır benim- unutturdu bana günün güzelliğini de, intihar eden o iki erkeğin içaynamın sırrında açtıkları belli belirsiz izleri de. Derken kendimi Taksim’de buldum, bir ay kadar önce kafe açan arkadaşıma uğramak, kafesinden yudumlamak maksadıyla. Aklımda ortak bir tanıdığımız vardı, aylardır görmediğimi hatırlayıverdiğim beyoğlu kaldırımlarında. Ortak arkadaşımız intihar etmiş, kendini asmış o da. Haziran’da. Hızla kayıp düşerken, içaynamızın sırlarında tırnak izlerini bırakan ama işte tam da bu yüzden belki de, aradığında çok işimiz varmış gibi yaptığımız, ancak altı ay görmezsek sorduğumuz, ölümünü ortak bir tanıştan duyduğumuz biri işte. 30’unu görmüş müydü onu bile bilmiyorum. Sormadım hiç yaşını. Bu ölümün üstüne kafemizi içtik, havadan sudan konuşarak. Sonra da dışarıda beni ayartmak için bekleyen güzeller güzeli akşamüstüne karıştım. Eve dönerken, utanmadan gidip Gloria Jean’sten Swiss Mocca aldım, zira yürürken kafe içmek Londra nostaljisi.(Bu cümleyi yazar yazmaz Sezai Karakoç’tan dizeler aldı başını yürüdü:Fısıldarım sana yıllarca içimde birikenSöyleyemediğim ateşten kelimeleriŞuuraltım patlamış bir bomba gibiSaçar ortalığa zamanınAğaran saçın toz toprağınıBana ne Paris’tenNewyork’tan Londra’danMoskova’dan Pekin’denya da:Dostlarımız geldi sağlam izleri var kardaYapacaklarının yapılabileceği iyi öğretildi onlaraVe sağlam kutular içine koydular gölgeleriniKarışık bir ses teller üzerinde LondraGel bu gece görülmemiş bir şey olacakama en çok da:Ben Leyla gibi güneş doğarken uyanamamŞehir gece gündüz benim içimde uyurLeylayı götürüp Londranın ortasına bıraksamBir bülbül gibi yaşayışını değiştirmez çocuktur).Londra’da yalnızlık -harbiden yapayalnız kalırsınız- keyiflidir, İstanbul’da yalnızlık -hayatınızın her alanına her anlamda sirayet etmiş bir kalabalığın ortasındasınıdasınız oysa her dakika- öldürücü olabilir diye düşündüm.Sonra çınar ağaçlarının altından evime yürüdüm, konservatuvar öğrencilerinin keman ve flüt etüdleri eşliğinde.