Bu yazı, www.countercurrents.org sitesinde yer alan Robert Riversong imzalı The Thermodynamics Of An Intelligent Living Universe adlı makalenin çevirisidir. Çeviri için site yönetiminden izin alınmıştır.Makale çok uzun olduğu için dört kısma bölünmüştür.Birinci kısmı buradanokuyabilirsiniz.YAŞAYAN CANLI EVRENİN TERMODİNAMİĞİ – 2
Hem Herakles’e (M.Ö. 500 yılında “Aynı nehirde iki kere yüzemezsiniz.” demiştir) hem de çoğumuza göre, her şey akışkandır: Evren dinamik bir devinimdir ve hiçbir şey aynı kalmaz. Bu aynı zamanda, biz zeki primatların normal öznel tecrübesidir.Daha basit şekilde, yaratıcı zeka (başka pek çok şeyin yanı sıra jeodezik kubbenin mucidi) Buckminster Fuller’in ünlü lafındaki gibi, bir fiildir.Hatta, yaşamın kontrollü bir yanma, bir enerji akış yolu, açık bir termodinamik sistem olduğunu söylersek doğru olur. Tamam, bazı terimleri açıklayalım. Termodinamik teoride üç enerji akış sistemi vardır: hiçbir şeyin girip çıkamadığı izole (teorik) sistemler; dışarıdan gelen enerjiye açık olan kapalı sistemler; ve dinamiklerini beslemek için dışarıdan hem enerji hem de maddeyle beslenen açık sistemler.Yaşayan organizma olarak bizler (bütün bitki ve hayvan kuzenlerimizle birlikte), varlığımızı sürdürmek, büyümek, üremek, ayrıca sanat, şarkı, dans, boş vakit etkinlikleri gibi “fasarya” işler için dışarıdan aldığımız yiyeceklerden ve yakıtlardan (madde ve enerji) faydalanırız.Evrenin doğası ileri seviyede organize olmuş veya yoğun durumda bulunan biçimden kaotik forma doğru akmaksa eğer, bizler (ve diğer tüm canlılar) nasıl oluyor da bunca zaman sonra hâlâ ileri derecede organize (karmaşık) ve istikrarlı kalabiliyoruz (diye sorabilirsiniz)? Yaşamın, evrendeki tek entropi karşıtı eğilim olduğunu, he nasılsa, termodinamiğin ikinci yasasını ihlal ettiğimizi, bütün bilimsel prensipler içerisinde en evrensel olanından muaf olduğumuzu ileri sürenler çıktı. Öyle değil.Yaşam bir fiildir. Yaşam, dengeyi tekrar sağlamak için yapılan en etkili işlemdir. Biz de akıntıyla sürükleniyoruz; ama çok yaratıcı bir biçimde. İkinci yasa, enerjinin entropiye doğru küçülme gerekliliği şartsa, ve bu yasa, enerji parçacıklarına doğru en küçük ortak paydaya (yani dengeye) kadar küçülen sürekli bir hareketi gerektiriyorsa , evrenin kaos yaratma sürecini hızlandırmak için akıllı yöntemler geliştirmesi mantıklı olmaz mı? Bildiniz, siz osunuz işte.Tüm bunların yanı sıra, ezoterik doğu felsefesini popülerleştiren ilk kişi olan Alan Watts, 1966’da yazdığı The Book: On the Taboo Against Knowing Who You Are adlı kitabında, evrenin kendi kendiyle saklambaç oynayan bir Kozmik Bilinç olduğunu, içindeki bütün canlı ve cansız varlıklara dönüşerek kendi kendinden saklandığını ve gerçekte ne olduğunu unuttuğunu; bunun da, hepimizin aslında onun bir parçası olduğumuz ve kendimizi “deriden bir çanta içindeki ego” olarak algılamamızın sadece bir masal olduğu neticesini doğurduğunu; farklı şeyler olarak algıladığımız varlıkların bütün içindeki süreçler olduğunu belirtir. İlginç bir şekilde, bu egzotik felsefi bakış açısı, biyofiziksel bilimlerde geniş çaplı kabul gören ve DNA dizilimimizin “deri çantamızın” dışındaki çevresel etkenlere bağlı olduğunu öne süren Gaia teorisinin ve vücudumuza kimyasal enerji sağlayan mitokondrimizin, insanlara ait olmayan bir bakteri olduğunu söyleyen evrimsel biyolojinin özünü oluşturmaktadır. Bizi oluşturan sadece içimiz değil, çevremizdir de.Karasal mevcudiyetin ilk günlerinden itibaren, dünya kendisini okyanuslarla kaplayıp üzerini atmosferle sarmaladıktan sonra, kendi etrafındaki düzensizliği ironik bir şekilde hızlandıran sonsuza yakın çeşitlilikte yerel düzenlemeler görülmüştür. Bu oto-katalitik (yani kendi kendini oluşturan, kendi kendini devam ettiren) süreçler arasında girdaplar, siklonlar, atmosferdeki ve okyanustaki akıntılar da bulunmaktadır. Nerdeyse sihirli bir şekilde kendiliğinden meydana gelip, saniyelerce ya da ilelebet hayatta kalabilmektedirler. Bunların ilk yaşam biçimleri olduğu bile söylenebilir. Tek farkları, üremeyi öğrenemedikleri için çevresel koşulların değişmesi durumunda ölüme karşı savunmasız olmalarıdır. Bir atmosfer olayı olan siklonlar, basınç kaynaklı enerjinin, gezegenin dönmesi dolayısıyla meydana gelen Coriolis kuvvetinin çevirdiği ısıyayımlı cereyanı, nispeten uzun ömürlü, çok güçlü ve düzenli enerji hareketine dönüştürmesiyle oluşur. Bu, yolu üzerindeki her şeyi yıkan bir kuvvet olarak görülebilir ama aslında, evrenin, enerji değişimini azaltmasıdır sadece.Enerjinin bir iş yapabilmesi için mühendislerin ekserji dedikleri, çok iyi düzenlenmiş ve yoğunlaşmış enerji olması gerekir. Ekserji, faydalanılabilir bir iş yapamayan düzensiz enerji olan entropinin tam tersidir. Bir siklondaki barometrik basınç olsun, suyun bir değirmene dökülmesini sağlayan yerçekimi olsun, bir türbini döndüren rüzgarın momentumu olsun, elektrikli veya patlamalı motorların sıcaklığı olsun, buharlı makinelerdeki gibi izotropik (eş yönlü) basın. olsun, veya bir motoru döndüren akımdaki voltaj olsun, ekserji, enerji farklarının yoğunluğu olarak ölçülebilir. Ekserji ayrıca, besinleri ve atıkları hücre içinde taşıyan ozmotik enerjide de, yerdeki suyu 50 metrelik servi ağacının yapraklarına taşıyarak terlemeyi sağlayan kılcal enerjide de görülür. Bu terleme gökyüzündeki nemi oluşturur, bu nem de yüzeydeki gerilim ve yerçekiminin etkisiyle damlaya dönüşüp toprağa düşer. Sonra, kimyasal difüzyon enerjisiyle ve elektro-kimyasal iyon yükü enerjisiyle taşları minerallere ayrıştırarak toprağa dönüştürür, o da, devasa servilere dönüşen tohumları besler. Böylece döngü başlar.Enerji ve maddenin (Einstein’e göre ikisi aynı) kaosa doğru çözülme zorunluluğu, yavaş yavaş ve kaçınılmaz olarak bu enerjik yapı ya da süreçlerin ardındaki itici gücün, servi ağacı gibi daha uzun ömürlü ve etkili enerji seyrelten varlıklara dönüşmesine yol açtı. Gerçekten de, ağaçlar ve içinde bulundukları ormanlar dünya üzerindeki en etkili enerji seyrelten varlıklardır. Ekvator yağmur ormanları, çok serin yerlerdir.—–NOT1: Bu çeviriyi yapmak için harcadığım zamandan da anlaşılacağı üzere, yazarın fikirlerine genel olarak katılsam da, bunların birebir benim fikirlerimi yansıttığı iddia edilemez. Burada yazılanlar öncelikle yazarı bağlar.NOT2: Bu makalede anılan bilim dallarına hakim olmadığım için bazı terimlerin çevirisinde hata yapmış olabilirim. Benden daha bilgili arkadaşlar düzeltirse memnun olurum.NOT3: Linkler bana aittir. Çeviriyi yaparken konuyu daha iyi anlamak için okuduğum başka yazıları, belki meraklısı çıkar diye paylaşmak istedim.