Bir mevsim diğer bir mevsime dönerken hiç mi haberi olmaz insanın?İlkbaharın o eşsiz kıpırtısı; renklerin her tonunun cömertçe dört bir tarafa serilişi ve kuşların bu görüntüye alkış tutan enerjik şakımaları…Hiç biri görülmez, duyulmaz mı olmuştur?Ya da hiç mi güneşin giderek yaktığını, kavurduğunu bilemez…O kavuran ama bir taraftan da gülümseyen güneşin doğadaki her canlının nasıl içine işlediğini, o canlılara nasıl hayat verdiğini fark edememiştir?Sonbaharın eşsiz sarı tonları kucak açtığında, istemsiz bastığı yaprağın hışırtısını da işitmemiştir? O havalarda içilmeyi daha çok hak eden mis gibi bir kahve de mi eşlik etmemiştir üzerinde ince bir battaniye ile cama bakarken? Ya da o camdan zaten hiç mi bakılmamış mıydı…?Peki ya rüzgarın tenine değdiğini hiç mi hissetmemiştir koca kış gelirken? Yağmur inerken tepesine ıslandığını bile bilemeden mi içi titremiş üşümüştür?Körelen bedeni bu kadar mı bihaberdir olup bitenden…Elbette!Hayata o denli sırt çevirmişti ki, duyuları onu mutlu edecek her bir uyarana karşı emniyetliydi, işlemiyordu tabiat ona…İçine işleyen sadece kurşun gibi ağır dertlerdi bu mevsimler dönerken sadece, onu kuşatan dertleri…Lâkin mevsimsizlik bitmişti…Dipsiz bir kuyuya soktuğu kafasını çıkartıp ilk nefesini aldığında anlamıştı; ”tabii ya!” bu kadar basitti aslında! Bir yaşam vardı, hâlâ yaşanamamış, orada onu bekleyen, bundan sonra hep koşacağı, yollarını istekle yürüyeceği…Bir el uzandı ardından, ansızın…Rüzgarı yeniden hissetti, sadece tenine değil ruhuna değmişti esinti bu kez…Güneşi hissetti, her hücresinin aydınlandığını görmüştü kendi gözleriyle artık!Hoş gelmişti mevsimler yeniden!!!Dört mevsimi terennüm eyleyen Vivaldi bile bile bilememişti,beşinci mevsim vardı, gelmişti…