Milletimizin sokaklara dikilmiş heykellere yönelik vandallıkları dikkatimi çekiyor. Dikkat çekmeyecek gibi de değil. Örneğin, Ankara’da Yüksel Caddesinde bulunan bir takım heykellere oralara takılan bilumum lümpen taifesi yapmadığını bırakmamıştır. Caddenin ortalık yerinde dikilip geleni geçeni seyreden meçhul memur heykelinin önce burnu, sonra bacakları kırılmıştı, en son da kökünden sökülüp götürüldü. Kenardaki bankta oturan meçhul çiçekçi heykeli, elindeki çiçek buketini çok geçmeden kaybetti. Caddenin Atatürk Bulvarı çıkışındaki meçhul boyacının da sandığını yürütüler. Biz bunlara san’ati nasıl sevdireceğiz? Sevdiremeyeceğiz. O zaman bari kırıp dökmelerine engel olalım. Benim bu konuda bazı projelerim var: Tek yol, bu tür umuma açık yerlere konan heykelleri iletken bir malzemeyle kaplayıp, hafiften, hani şöyle çarpacak ama öldürmeyecek kadar, elektrik cereyanı vermektir. Kırmak, dökmek maksadıyla heykele el süren barbarlar cereyana çarpılınca neye uğradığını şaşırmalıdır. Bununla da yetinilmemeli, heykelin içine, heykele el sürüldüğünde harekete geçen bir sesli bir mekanizma yerleştirilmelidir. Bu mekanizmaya konacak ses kayıtları örneğin, cereyana çarpılıp ne oluyoruz diye afallayan vandala yönelik olarak, “Ne oldu? Gücüne mi gitti?”, “Geri bas yakarım!” veya, “El hareketi yapma lan!” şeklinde anlayacağı dilde cümleler olabilir (Bunlar bu dilden anlar). Bu durumda heykeli kırmaya gelmiş barbar kişi, “Bismilayiraamaaniraym! -Cahil olduğu için besmeleyi düzgün söyleyemeyecektir- Heykel dile geldi!” diyerek daha da feleğini şaşıracak, ya can havliyle kaçacak ya da belki imana gelecektir: “Yarabbi san’at nelere kadirmiş, ben bu güne kadar hep sanat eserlerini kırdım döktüm, ama şimdi anlıyorum kıymetini diyecektir.Bu procemi en kısa zamanda belediyeyle görüşeceğim. Hem onlar heykelleri onarma masrafından kurtulacak, hem de nadide san’at eserlerimiz artık hoyratlıktan korunacaktır.