Affınıza sığınarak bir copy-paste girişiminde bulunacağım. Ola ki ana sayfaya yansımasa bile yazı elenip gidene kadar bu konuyu tartışmış oluruz. Konu şu geçen gün atılan “Bebek yeme” linki ve onun ahkamları arasındaki bildirgeç linkinde gördüğüm ahkamlar. Yazıyı buraya copy-paste etme nedenim de java script olması ve doğrudan link veremiyor olmam. Yoksa sizi rahatsız etmez link verirdim.

Aşağıdaki yazı Haysiyet‘den. Yazıya nasıl ulaşağınızı isterseniz bir ara anlatırım.

Gitti bizim “adam

köpeği ısırırsa” tanımı

ESRA D. ARSAN

[email protected]

Globalleşen dünya küçülüyor, farklı kültürler bir arada müthiş bir uyumla harmanlanıyor deniyor; ama pratiğe baktığımızda, “Bütün kültürler iyidir, ama bazı kültürler daha iyidir” gibi bir durum çıkıyor ortaya. Örnek: Dünya Kupası vesilesiyle dillere dolanan, her fırsatta aşağılanan Kore mutfağı.

Daha önce Ümit Kıvanç yazıp, yabancı basından verdiği bir linkle, Güney Korelilere karşı geliştirilen “Köpek yiyen adamlar” önyargısına dikkat çekmişti. Geçenlerde, Kore’den dönen bir arkadaşım da “Yahu ne diyeyim, adamlar köpek yiyor kardeşim…” diye lafa girince, şu bizim gazetecilik okullarında dillere pelesenk olmuş meşhur “habercilik” klişesi geldi aklıma: “Köpek adamı ısırırsa haber olmaz, ama adam köpeği ısırırsa haber olur.”

Böylesi bir haber tanımının, artık özelde Kore’deki gazetecilik okullarında, genelde de tüm dünyada pek bir anlam ifade etmeyeceği geçti aklımdan. Düşünsenize, yılda ortalama bir milyon köpeğin çeşitli yemek tariflerine uygun pişirilip yenildiği bir coğrafyada, bir adamın bir köpeği ısırmasından daha sıradan ne olabilir ki?

Haber sıradanlığı kaldırmaz hakikaten. Globalleşen dünyanın bir ülkesinde, 20 yaşını geçmiş her 100 erkeğin 92’si, her 100 kadının da 68’i hayatlarında en az bir kez köpek etinden yapılmış bir gıda ile (poshintang) beslenmişse, gelin bu konuda haber yazıp insanları şaşırtmayı deneyin. İlginç deseniz, değil; yeni bir şey deseniz, bu geleneğin yüzlerce yıllık tarihi var; e acı var, kan var deseniz, hangi mezbahada kan yok ki diyecekler…

Ama her şey bu kadar basit değil. Köpek eti yeme meselesi, Koreliler için bir haber değeri taşımasa da, global medyanın gündem yaratıcıları açısından, son bir çabayla, pekâlâ önemli bir hadise haline gelebiliyor.

Çünkü, kendilerini medenî olarak adlandıran egemen toplumlar ve onların örgütleri, elbirliğiyle, sadece dünya üzerinde üretilecek domates ve biberin stardartını oluşturmakla kalmıyorlar, aynı zamanda, yenilmesi uygun olan hayvanlarla, yenilmesi uygun olmayan hayvanlar arasındaki ayırımı da yapıyorlar bizim için. Dana eti, ama at eti değil… But ve kanat, ama asla sakatat değil… Midye, ama kokoreç değil… gibi. Aslında bir vejeteryene sorsak, “Köpek eti yemekle dana eti yemek arasında ne fark vardır?” diye, suratımıza nefretle bakar herhalde. Ama medenî dünyanın vardır bir mantıklı açıklaması elbet: Sığırlar aptaldırlar, bir işe yaramazlar, asil değildirler ve en önemlisi, onlara frizbi fırlattığınızda, yukarı sıçrayıp dişleriyle yakalayabilecek kadar zekî değildirler; dolayısıyla onları yiyebiliriz(!?)

Oysa, global kültürel değerler, insanîyet ve medeniyet kavramı açısından bakıldığında, köpek kavramının yarattığı çağrışımlar çok farklı. Batı düşüncesinde, köpek asildir, dosttur, kedi gibi nankör değildir, sahibine kul köle olur… Bu nedenlerle, köpek eti yemek, ancak “vahşet” olarak tanımlanabilecek bir durumdur… Bakınız, Almanlar hiç köpek yiyor mu? Ya da İngilizler? O unutulmaz İngiliz atatözünü hatırlayınız: “Bir İngiliz’in (erkek olanın) en yakın dostu köpeğidir.” İtalyanlar da köpek yemez mesela… İsviçreliler de… O güzelim St. Bernard’ların pişirilip yendiğini düşünebiliyor musunuz? Veya, ülkemizde meşhur olan ismiyle, Lassie’leri düşünün (aslı Collie’dir); nasıl kıyılır ki onlara?..

Spor karşılaşmaları vesile oluyor

Bu egemen kültür – yerel kültür çatışması, ne hikmetse hep uluslararası spor camiasının bir araya geldiği durumlarda patlak veriyor ve medya tarafından yeniden üretilip tüm dünyaya yayılıyor. Nitekim, Kore’nin ve Koreli’nin geleneksel ağız tadı anlayışı yüzünden Orientalist bakış açısıyla yargılanıp mahkûm edilmesi de, hep spor karşılaşmaları nedeniyle oluyor.

Kore mutfağına yönelik ilk saldırılar 1988 Seoul Olimpiyatlarıyla başlamış. Global hayvan hakları eylemleriyle tanınan Fransız sinema oyuncusu Brigitte Bardot ve arkadaşları, 1988’de “Kore: Sadist Ülke” ve “Kore’nin Acımasız mutfağı” kampanyasını başlatmışlar. Tahmin edileceği gibi, bu kampanya Batı basınında “hak ettiği” yeri bulmuş ve dünya medyasında bir “Vahşi Kore mutfağı/Yamyam Koreli” imajı almış başını yürümüş. Nitekim, bugünlerde, 2002 Dünya Kupası nedeniyle de, köpek eti yemenin politik ve kültürel bağlamda tartışıldığı bir medya ortamıyla karşı karşıyayız.

Buna rağmen, sıradan Korelinin bu global kültürel baskıya yüz vermeyişi, hatta tam tersi, Dünya Kupası sırasında kendilerine yöneltilen “endüstrileşmiş ama medenîleşememiş” bakışına kafa tutması dikkate değer. Şöyle diyorlar, o pek sevdikleri köpek eti çorbası için: “Batılılar beğenmeyebilir, iyi de olmayabilir, ama bu bizim çorbamız.” Aynen, “İçersen, evde çorba var” kabilinden de, Dünya Kupasına özgü, köpek etinden yapılma bir soğuk içeceği, Coca Cola’ya alternatif olarak stadlarda satmayı bile düşünmüşler hattâ. Köpek eti yenmesine (ama en çok da köpeklerin kesilmeden önce gördükleri eziyete) karşı olan hayvansever Koreliler bile, Batılıların ve Batı medyasının işi böylesine alt kültür-üst kültür meselesine indirgeyen taraflı tutumuna acayip bozulmuşlar ve tepki göstermişler.

Nasıl göstermesinler; bu ilk değil ki… Hatırlarsınız, Dünya Kupası öncesi, Salt Lake City Kış Olimpiyatları sırasında, Amerikan NBC kanalının tanınmış program yapımcılarından Jay Leno’nun bir esprisi de, aslında köpek eti yerine Dunkin’ Donuts’ı tercih eden “globalleşmiş” Koreli gençleri bile çok kızdırmıştı. Güney Koreli kayakçı Kim Dong-sung 1.500 metre finallerinden diskalifiye edilip, yerine ABD’li Apolo Anton Ohno altın madalyayı kazanınca, Tonight Show’da şöyle demişti Jay Leno: “Hayal kırıklığı yaşayan Koreliler köpeklerini tekmeleyebilir, hattâ isterlerse yiyebilirler de…”

Vallahi, Bardot escargot, Leno hamburger yemeye, Güney Koreli de köpek çorbası içmeye devam etsin, ama ne diyeyim, bu iş çok büyüdü, fazla dillere düştü, normalleşti, sıradanlaştı… Güney Koreli’nin bu global direnişteki başarısı, gazetecilik eğitimcileri için hiç iyi olmadı… Şimdi biz “haberi” anlatmak için eskisinden daha iyi bir tanımlamayı nereden bulacağız? Gitti bizim güzelim “adam köpeği ısırırsa” benzetmesi.