Okuduğumuzu anlamak; anladığımız her bir cümlenin içindeki gizemi, yani başka manalara da gelebileceğini ve okumak eyleminin aslında sadece ‘öğrenmek’ten ibaret olmadığını kavramak ve okumak. Eco‘nun Açık Metin ile söylemek istediği bu değil elbette. Yine de, bu sade ve basit görüş, bilgi ve hatta davet, giriş kapısını içeri girebileceğimiz kadar aralıyor.5 Ocak 1932 tarihinde, İtalya’da; Alessandria’da baba Giulio ve anne Giovanna’nın ilk ve son çocukları olarak dünyaya gelen Umberto Eco, henüz 8 yaşındayken; 1939 senesinde patlak veren II. Dünya Savaşı‘nın derinden etkilediği İtalya ve dünyanın bambaşka ve gerçek yüzüyle tanışmış oldu. Orduya çağrılan babası Giulio’nun gidişiyle, annesiyle bir başına kalan Umberto, babasının zorunlu olarak dağlık bir bölge olan Piedmontese’ye göç ettiler. Düşmanlığa, kahramanlık oyunlarına, ölüm kalım meselelerine şahit olan küçük Eco, 1945 senesinde, savaşın bitimine kadar ‘yetersizlik hissi’ yüzünden bunalıma girdi. Uzaklarda olan babasının yokluğu yüzünden kimliğini çıkarmakta güçlük çeken Eco, 14 yaşına dek, kendini ‘evinde güvende’ olarak gördü. Savaşın bitişi ve babasının eve dönüşüyle Eco ailesi, Umberto‘nun üniversite çağına gelmesiyle tekrar Alessandria’ya taşındılar. Umberto’nun avukat olmasını isteyen baba Giulio, oğlunun üzerinde nasıl bir baskı oluşturduğundan bi’haberdi ve genç Eco, babasının isteği üzerine hukuk bölümünü tercih etti. Avukatların geleceğinin parlak oluşundan ve her daim ekmek getirdiğinden bahseden baba Giulio, oğlunun hukuk bölümünden nefret etmesine sebep olmuştu ve Umberto, ne kadar denediyse de sonunda bölümünü bırakmaya karar verdi.

Şaşkına dönen baba, Umberto‘nun yine aynı Turin Üniversitesi’nde Ortaçağ Felsefesi ve Edebiyat Bölümü okumasına da anlam veremediyse de, herhangi bir müdahalede de bulunmadı. Bölümünü severek okuyan Umberto, uzun uğraşlar sonucu tamamladığı yazdığı ve çevresi tarafından ‘felsefe hekimi’ diye anılmasına sebep olan Thomas Aquinas (1225 – 1274) tezi ile okuldan mezun oldu, ancak yine de babası tarafından kabul görmedi. Doğduğundan beri üyesi olduğu Katolik Kilisesi‘nden de ayrılan Umberto, bunu babasına söylediğinde, aralarındaki ilişkinin kopma noktasına geleceğini tahmin ediyordu.

İtalyan Ordusu‘nda 18 ay askerlik yapan Umberto, okuldan mezun olduktan sonra, İtalyan kanalı RAI‘de (Radiotelevisione Italiana) kültür ve sanat programlarının editörlüğünü yapmaya başladı. Daha sonra Bompiani Yayınevi‘nde belgesel yayımların editörlüğünü yapmaya başlayan Eco, bu işi tam 16 sene boyunca yapacaktı. 1962 senesinde resim öğretmeni olan Renate Ramge ile dünyaevine giren Umberto, Alman asıllı Ramge ile bir erkek ve bir kız çocuğu sahibi oldu.”Sıra sıra dizilmiş apartmanları, gecekonduları, ünlü markaların en son tasarımlarının sergilendiği vitrinleri, bulutları; kuşların ve sineklerin uçuşlarını, Osmanlı gravürlerini, her şeyi sorguladım. Onların ‘görünen’den çok daha fazlasına sahip olduklarına inandım ve içlerine sızmaya çalıştım.Bir kitabı okumak da böyledir. Yazar, her cümlenin birden fazla anlama gelmesini, okur tarafından getirilmesini isteyerek yazar.”İtalya’da; Bologna’da bulunan Bologna Üniversitesi‘nde ‘göstergebilim bölümü’ açılmasına önayak olan Umberto, 1971 senesinden beri hala profesör olarak görev yapmaktadır.

1980 yılına geldiğimizde Umberto, ilk ve bugün hala çok satılanlar listesinde bulunan romanını “Il nome della rosa“yı (Gülün Adı) yazdı. Ülkemizde Can Yayınları tarafından basılan kitap, yayımlandığı seneden bugüne, pek çok tartışma ve iddiaların ortaya çıkmasına vesile oldu; eleştirildi. Bildiği her şeyi kullandığı bu kitabının Rushdie tarafından ‘gereksiz zorlaştırılmış ve yorucu’; Papa tarafından ise ‘saçmalığın daniskası’ olarak yorumlanmasına aldırmadan, 8 sene sonra ikinci romanı “Il pendolo di Foucault“u (Foucault Sarkacı) yazdı. Bu arada, “Gülün Adı”, Fransız yönetmen Jean-Jacques Annaud tarafından sinemaya uyarlandı. Sean Connery‘nin başrolünde yer aldığı yapım, Eco’yu tatmin etmedi ve film için; “Bu benim değil, Annaud’un yarattığı yeni bir şey.” dedi.

1994 senesinde üçüncü romanı “L’isola del giorno prima“yı (Önceki Günün Adası) yazan Umberto, 2001 senesinde “Baudolino“yu yazdı. Doğan Yayınevi’nden çıkan bu kitaptan sonra 2004 senesinde “La misteriosa fiamma della regina Loana“yı (Kraliçe Loana’nın Gizemli Alevi) yazan Umberto Eco’nun Can Yayınları tarafından Türkçe’ye kazandırılmış kitapları; “Anlatı Ormanlarında Altı Gezinti“, “Beş Ahlak Yazısı“, “Yorum ve Aşırı Yorum“, “Yanlış Okumalar“, “Somon Balığıyla Yolculuk“, “Ortaçağ Estetiğinde Sanat ve Güzellik“, “Ortaçağı Düşlemek” ve Jean-Claude Carrière ile sohbetlerinden oluşan “Kitaplardan Kurtulabileceğinizi Sanmayın“.