birkaç gündür haberlerde sözü geçen bir hastalık nedeniyle aklıma geldi. geçmiş olsun dileklerimizi gönderiyoruz.insanlar yaptıkları şeylerin sağlıklarını nasıl etkileyeceğini zaman zaman gözden kaçırabiliyolar. sağlık herşeyden önce gelmeli ve profesyonel gözetim olmaksızın beden çok zorlanmamalı.konuyla ilgili bilgilenmek isteyenler için: yemek bozukluklarının tanımları yapılmış.yemek alışkanlıkları testi yemek bozukluklarını (eating disorder) araştırmak için hazırlanmış bir test. burda da testin sonuçları üzerine yorumlar var.
yorumlar
Bir de manken kızlarımızın kilo almamak için bi tutam pamuğu portakal suyuna bandırıp yutmaları ardından kusmaları şeklinde olanı da vardı; artık hastalık haline getirmişler efendim gereksiz tivi kanallarımızın söylediğine göre. Pamuğu yutup yutup kusuyolarmış Amerika’da böyle yapılıyormuş Türkiye’deki mankenlerin arasında da yayılıyormuş.Televizyonlar ve şu Posta gibi kadın içeriği yoğun olan yayınlar zayıf olma zayıf kalma olayını öyle pompaladıklar ki insanlar saçma işlere girişmeye başladı. Günde 8 saat evde televizyonun karşısında Seda Sayan, Aydın türevi programlar izleyen ya da işyerinde plazasında bilgisayar sandalyesinde 8 saat pinekleyen 800-900 metre yolu yürümeyip minibüsle indi-bindi yapan taksi tutan kadınlar sonra marketler probiyotik yoğurtlara kefirlere saldırmaya başladılar – şu yoğurtların ilk çıktığı zamanlarda marketlere geldiği gün bittiğini ve akşam çarşıdan dönerken girdiğim marketlerde her kadının poşetinde sepetinde gördüğüm için bu kadar vurguluyorum.Bir erkek olarak şunu da söyleyebilirim ki hiçbir arkadaşımın ya da yaş olarak benden büyük olan insanların bir kere “ben dal gibi zayıf kadın severim, kadın böle olur” dediğini görmedim. Kadınlar kendileri için zayıflayıp kendileri için süsleniyor dersiniz tamam da arkadaşlarıyla rekabet için kalça küçültme yarışlarına giriyorlar bu da bir gerçek. Düz mantıkla bakarsak kadın nesli kendi kendini sorun haline getiriyor karbonhidrat diyetleriyle iğrenç otumsu bitkileri 3 öğün yemelerle. Tabi ondan sonra adı da işin şekli debulimia, bulimia nevrosa oluyor…
enim denk geldiğim korkunç şey eti form ile ilgili”form ye formda kal” reklamlı olan.teyzeler birerbuçuk pide, tatlı yediler tabi light kola içtiler. yemek bitti çantalardan eti formlar çıktı ve yendi.
Ben aşk acısı diyeti diye bişi denedim, acayip hızlı bi şekilde 8 kilo verdim. Süper bi diyet, yemek görünce illa ki bişi hatırlatıyor ve ağlıyorsun, annen seni yemeğe zorlayınca miden bulanıyor. Böyle böyle bi bakmışsın pantolonlar düşüyor, smalllar bollaşıyor. Sonra bi gün kazara anneni mutfakta ağlarken yakalıyorsun, kafana bi balyoz iniyor. Üstüne herkesin mutluluğu için bolca yemeye başlıyor ve 3 kilo alıyorsun. 8-3=5 kilo vermiş ve taş olmuş oluyorsun. Annen ayrı mutlu, sen ayrı mutlu(?) oluyorsun. Bitmiştir.
tahmin ettiğim gibi kendimi kafadan yeme bozukluğunun kıyısında buldum teste göre. (tüm günü efendi gibi yiyerek geçirip gece yemeklere saldırıp sonra vicdan azabı yaşamak oluyo.)tabi mevzuu 1 kuzu da yesen 1 kanat da yesen hareket etmen.prebiyotik, eti form yalan hep.restoran açınca yalancık diyet diye bir menü uydurucam 27 çeşit malzemeyle yapılmış koca bir kazan salata ve tabii ki diyet kola. tıkıcam böle burunlarına.(çocuklar içinde arkandan ağlar menüsü yapıcam. bezelye temalı.)
@fires of eyediyet menüsü çok iyi bi düşünce.sanmıyorum ki bunu daha önce düşünmüş biri çıksın. acilen patentini almalısın. hatta diyettekiler için açık büfe de yapılabilir; yenmemesi gereken şeyler yenebilecek şeylerle süslenip, örtülüp yenebilir, neden olmasın?
Yine mi kitap htırladın demeyin ama “özel isimler sözlüğü” (Yazarın adı Amelie Notım mıydı neydi?) Tam da bu hikayelerin bir özeti gibiydi sanki. Çerez niyetine bir akşamda okunan türlerden zaten. Ama sonlara doğru kahramanın eriyen kaslarının yanında kemiklerinin de bin parçaya bölündüğü bir sahne vardı ki? Günlerce ekranlarda her balerin ya da manken gördüğümde içimden “ah ah, vah vah” çekmiştim. Yazık bu kadınlara yahuu…
grish nak öyle diyorsun ama ne yazık ki insanlar birbirine bakıp önce “aa kilo almışsın/ vermişsin” diye söze başlıyorlar.İzlediğimiz her sey okudugumuz roman kahramanlarının tasviri bile “ince ve güzel”habere konu olan kız zaten röportajın bir yerinde “güzel olmak değil zayıf olmak istiyorum” diyor. zayıflık bir değer olmuş, almış başını gidiyor.
Dünya tarihi boyunca “ince ve güzel” her zaman tercih edilen oldu; bir nesnenin estetikliğiyle özleştirildi; hiçbir “güzel” heykelde, resimde şişman ya da kalın objeler kullanılmadı. Böyleyken “güzel” kavramı insanın aklına direk “zayıf”ı getirmeye başladı. Erkek egemen toplumda herşeye yön veren erkek olunca tabi çay bardağı da “ince belli”, IPod’da Nano oldu ince oldu :)Bana kalırsa medya üzerinden bu tür ürünlerin satışı ve insanların bu yöne kanalize olması için özel bir emek sarfediliyor. Neticede kadın nesli zayıf olmak istediği sürece kilo vermek için çeşitli yollar deneyecek; hergün yediği fazladan bir öğünü ya da gereksiz atıştırmaların önüne geçemediği, iradesine hakim olamadığı için de haplara, abshaper kas geliştiricilere, göbeğin üstüne kalçaya yapıştırılan elektronik zımbırtıya ve fitness salonlarına para vericek.Fark ettiniz mi bilmiyorum ama, geçen sene bir yeşil çay furyası başlamıştı. Televizyonda, haftalık dergilerde ve özellikle popüler gazetelerde sürekli yeşil çayın kalbe, bağırsaklara vs yerlere faydalarından bahsediliyordu.Annem yıllardır evde garip otlar pişirip bize yedirmeye çalıştığından bu tür konulara meraklı ve ilgilidir. Konu çay olunca da evde kuşburnundan sinamekiye, rezeneneye kadar bin çeşit çay bulunur, tabi sadece annem içer. Vaktiyle de yeşil çay almıştı, bildiğimiz çay varken bu bişeye benzemiyor diyip kenara koymuştu ki gerçekten de tadını limonlu balığa benzetirim.Bu yeşil çay furyasının başladığı zamanlarda evde bir anda yeşil çay türedi. İlginçtir en son 3 sene önce eve giren şey bu güzel reklamlarla tekrar aspiritörümüzün üstündeki çay dolabında yerini almıştı – hatta ben de etkilendim Lipton reklamındaki şarkıyı aradım buldum. Yeşil çay biraz gündemden düşmüştü ki Detoks muhabbeti başladı. İlginçtir ki Lipton da o yeni çaylarını tam o vakitlerde piyasaya sürdü; hatta o mükemmel müzikli reklamdaki ürünlerin arasında D-Tox görünce şaşırmadım artık.Nasıl siyasi propaganda yapılabiliyorsa, bu “diyet çılgınlığı” da kadınların hedef kitle, estetik duygumuzun da araç olarak kullanıldığı bir propaganda.Diyet konusunu da bir komplo teorisi haline getirdiğimi düşünebilirsiniz ama günlük gazetelerin bayan eklerini takip ederseniz her ay farklı bir diyet furyasının başladığını ve hemen çok kısa zaman sonra ona göre ürünler çıkmaya başladığını açıkça göreceksiniz.
Malesef katılamıyorum sevgili @grish nak böyle bir saptama yapmakta haksızsınız. Tarihte bahsetiğinizin aksine balıketi bayanlar daha revaçta idi. Hatta Osmanli’da bile böyleydi bu. İnce, zayıf yapılı bayanların tercih edilmeye başlanması son yy’da ortaya çıkmıştır. Çünkü balıketli olma durumu tarih boyunca, sağlıklı, doğurgan ve güçlü olmayı betimlemiştir.
sen hiç tombul kadın yada çirkin erkek resmi grmedin demek oluyor bu whyhionewhy
Balıketi kadın elbette tercih ediliyordu; zira diğer türlü benim sözüm kadının tarih boyunca sadece zevk objesi olarak görüldüğü anlamını da çıkarabilir :)Ancak balıketi kadının terich edilmesinin sebebi sağlıklı, güçlü görünmesi, bunlarının da doğurganlığını ön plana çıkarmasıydı – whyhionewhy’ın da dediği gibi.Ancak madem Osmanlı’dan bahsedicez güzellik anlayışı için; hareme giren kadınların neden büyük çoğunluğu Kafkas (Çerkes) ve Balkan (özellikle Macar) kadınlarından seçiliyordu? Her iki milletinde kadınları zayıf ve zarif olmalarıyla ünlüdür.Elbette bu konumuzla oldukça alakasız bir sav – sadece whyhionewhy’ın Osmanlı’dan bahsetmesi üzerine eklemek istedim.Estetik anlayışı da milletlere göre değişmekte; Güney Amerika’nın esas yerlilerinin kültürüne göre şişman kadın her zaman tercih sebebiymiş; zira zenginliği ve doğurganlığı da temsil ediyormuş güzelliğin yanında.Ancak aynı çağlarda Avrupa insanı korseleri ve kombinezonları üretmekle uğraşıyordu.Konu dağıldığı için ve ne kadar tartışırsak tartışalım pek bi yerlere varmayacağı için fazla uzatmak istemiyorum. İnsanın ne yediği değil nasıl yediği önemlidir bana kalırsa. Çerkes kızlarının zayıf ve uzun ömürlü olmasının sebebi kefirdir örneğin. Zira bütün yiyeceklerin tavuk-mısır-hamur işi olduğunu düşünürsek bu da kefirin etkisini açıklar.Yine Latin kadınlarının da kilo alsa dahi sarkmamalarının sebebi de mısır tüketimiymiş – evet çok saçma gelebilir ama bana da bir kız arkadaşım söylemişti. Mısır kalça ve basenleri tutuyormuş felan – açıkçası çok ilgimi çekmedi basenlerin neden sarkmadığı ondan hatırlamıyorum.Kısacası hayat standartlarımızın bizi bu yola sürüklediğini hatırlayalım, ve tabi ki 120 sene yaşayan Karadenizli nineleri…
çerkez kızlara bayılırım:))ha! bide”ö” unutmuşum.