1. acı limonu yemeyi tercih edenler, ağdalı, ucu bucağı belirsiz cümlelerin arasında kaybolmaktansa, yüzlerini günde beş vakit aynı yönde toprağa değdirenleri övüp methiyeler düzen kabala uzmanına gülümserler. oysa sade erdem kötüdür diye buyurmuştu, erdemsizlikten antik sevgiyi bulmaya çalışan insanların işi bu diye düşünüyoruz. peki ama j, sappho ile okul arkadaşı değil miydi? hiç mezun olunamayan batı okullarının iç karartan, adımlarının uzaya kadar yankılanmasına sebep olan, ancak başını ensene yatırarak tavanını görebildiğin büyük koridorları. aniden güvercinler havalanır…oysa bu yağmur ülkesi yüreğine sığmayacaktır, sisler şehri, piyano tuşları ve adalar, aklından hiç çıkmayan yöne doğru sürükledi onu. l ile g arasına sıkışmış m’nin hayatı daha az heyecanlı sanıyorsanız yanılıyorsunuz gençler. bazı yaşamlar kitaplara sığmaz ve bazı mektuplar (ki h.m. de bizzat belirtmiştir) yüzyüze konuşmaktan daha anlamlıdır. çünkü sözcükler bedenlerinizden değerlidir.2. ama törensel devinimler arayış içinde olduğun a. olmadan ne anlama gelir ki? bellapais’deki huzur ağacı kahvesinde oturup ağıtlar yakmakta olan insanları büyük bir soğukkanlılıkla izlemek, acılarını paylaşmak medeniyetinin günahlarını azaltmaz, seni diğerine yakınlaştırır. hiç uzakta değildin ki soğuk su kadar eski diğerine. delirium tremens, inanmasan da. ayrıntılar yetmez diyenlerin, ayrıntıların ayrıntısını isteyenlerin hikayesi, bizi yüzleştirdiğin suretler çok tehlikeli.oturduğum bu yerden gerçeği daha iyi görüyorum gibi gözüküyor, yine yanıldım mı?3. söylenmemesi gereken şeyler vardır diyordun sade’a inat. sakinliğimiz ve şiddet, alışkanlıklarımız ve uyku anıtlarımız. hem gerçek kaç tanedir ki? kaç değişik kişi anlatırsa o kadar. hem düğüm üstüne düğüm atıyorsun, bir odanın ışığını yakıp diğerini söndürüyorsun. ayak seslerin duyuluyor. bir halk bir halkı yeryüzünden silmeye çalışırken, ortada kollarını açmış zeytin ağaçlarını kokluyorsun. tanrının sana hediyesi zeytin ağaçlarını. batıya gitmek için cinnet geçiren kalabalığa inat, ters yönde üstümüze geliyorsun. şaşkınlık. sappho bile şaşırmıştı. ‘better leave the rest unsaid, and the greek sea’s curly head, keeps its calms like tears unshed’4. bunların hepsi boş değil mi l.? bilmeyene anlamsız. oysa gerçek, sadece benim söyleyeceklerim. sen bir başarısızlık anıtısın, sevdiğin kadınları hep terk ettin, akıllı olanlar ise senden önce davrandı, kanser olup gitti.. şair olmak istedin başaramadın. insanlar iyi ki öyle olmuş dediler, bunu söylemeye devam ediyorlar. kutsallığı örtü gibi kullanıp tüm ahlaksızlığını altına gizledin. bir de utanmadan sade’ı suçladın. oysa sen kendi kızkardeşini sevmiştin ve bunu farketmesini istemiştin, diğerlerine inat. oysa o senin hatalarını kapatmayı, kör olmayı, senin günahlarını sappho ile paylaşmayı seçti. susmayı tercih etti. j. kim diye sorup durdular, eve zannettiler. yalan söyledin, gerçeğin başka halleri yoktur. üstgerçeklik halleri vardır ve hepsi de senin anlattıklarından daha gerçektir. uzay ve zamanın çözümü doğudadır dedin, a.’yı da oradan anlattın.”bir kent, içinde sevdiğiniz biri yaşıyorsa bir evrendir” derken, kimi düşünüyordun?