Bazen kendimi düşündükçe korkuyorum. Aklıma kimse gelmiyor, hodbin ve sevgiden mahrum bir insan. N’olur biraz kendimle meşgul olabilsem. Aslında fena adam değilim; fakat çok hırpalandım, çok sarsıldım, çok ihmal edildim, hor görüldüm ve bütün bunlar yavaş yavaş mizacımın tahammuruna, ekşimesine sebep oldu.

Vefatından çok sonra yayınlanan günlüğünde Tanpınar, yaşadığı buhranları, çektiği acıları bu cümlelerle ifade ediyor. Tanpınar Türk Edebiyatına kazandırdığı eserlerle, yazdığı makalelerle yeni olduğunun bilincindedir. Şiirlerinde sustuğunu söyleyen Tanpınar, hikâye ve romanlarıyla bu suskunluğunu bozar. Yaşarken hep “sukût suikasti”nden ıstırap çeken Tanpınar hiçbir zaman umudunu yitirmedi.

Son yıllarda Tanpınar hakkında dikkate değer çalışmalar yapılıyor, ortaya orijinal eserler konuyor. ilyas Dirin, Turgay Anar ve Şaban Özdemir, yapı kredi yayınları arasında çıkan Mücevherlerin Sırrı‘nda, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın 1928-1960 arası gazete ve dergilerde yayımlanmış ama kitaplarına girmemiş yazı, röportaj ve anket yanıtlarını içeren bir derleme gerçekleştirmiş. Tanpınar, ilk kez kitaplaşan bu yazılarda DP iktidarı ve 27 Mayıs’tan Yahya Kemal’e, “eski şiirimiz”den pedagojiye hayatın hemen her alanı üzerine söz alıyor. Tanpınar Mücevherlerin Sırrı’nda açıkça ortaya çıktığı gibi bir zihin bulanıklığı da yaşamıyor değil. Demokrasiye bakışı, tek parti iktidarını göklere çıkarması biraz olsun can sıkıcı gibi görünse de garplılaşma, eski şiirimiz üzerine dikkat değer değerlendirmeler sunan, doğu ile batı arasında sıkışmış bir aydının arayış macerası her şeyi yerli yerine oturtuyor.

Gazete ve dergilerde kalmış fotoğraf, portre ve karikatürler eşliğinde yayınlanan Mücevherlerin Sırrı, Tanpınar’ı kendi dilinden etraflıca tanımamızı sağlıyor. Güçlü bir sanat adamı olan Tanpınar, Klasik Türk Müziği için şu yargıda bulunuyor: “Büyük Garp Musikisinin yanına konabilecek yegâne büyük musiki ananesine sahip olan bir milletiz. O musikiyi gazinolardan kurtarmak gerekmiyor mu?”Türk toplumunun iktisadi durumu ve ahlakı üzerine şaşırtıcı derinlikte değerlendirmelerde bulunan Tanpınar bir kültür adamı olarak Doğu-Batı karşıtlamalarına ilişkin önemli değerlendirmelerde de bulunuyor.

Bir gül bu karanlıklarda

Tanpınar üzerine yazıların toplandığı “Bir Gül Bu Karanlıklarda” 710 sayfadan oluşuyor. Abdullah Uçman ve Handan inci, 1932’den 2001’e kadar geçen yetmiş yıl içinde Tanpınar ve eserleri hakkında aşağı yukarı üç ayrı nesle mensup 250 dolayında yazar, akademisyen ve araştırmacı tarafından yazılan 500’e yakın yazı, inceleme ve değerlendirmeyi dikkate alarak bir bibliyografya meydana getiriyorlar. Elde edilen malzemeden 75 yazarın 100 yazısı seçilerek ortaya konuyor. Bu yazılardan seçme yapılırken şair, romancı, hikâyeci, deneme yazarı, edebiyat tarihçisi, düşünce adamı ve hocalık gibi çeşitli vasıfları bulunan Tanpınar’ın bu cepheleri değişik bakış açılarından yansıtılıyor.

Her şeyden önce çok yönlü bir sanatkâr ve düşünce adamı olan tanpınar‘ın şiirler (1961), Abdullah Efendi’nin Rüyaları (1943), yaz yağmuru (1955), huzur (1949) mahur beste (tefrika 1944, kitap 1975), Sahnenin Dışındakiler (tefrika 1950, kitap 1973), Saatleri Ayarlama Enstitüsü (1961), aydaki kadın (1987), 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi (1949) beş şehir (1946), Yahya Kemal (1962), Edebiyat Üzerine Makaleler (1969), yaşadığım gibi (1970) ve Tanpınar’ın Mektupları (1974) adlarını taşıyan şiir, hikâye, roman, deneme, inceleme, edebiyat tarihi ve mektup türündeki eserleri onun çok yönlü kişiliği hakkında en geniş bilgiyi veriyor.

1901’de dünyaya gelen Tanpınar, gençlik yıllarında Ahmet Haşim’in şiirleriyle karşılaştı, daha sonra hayatı boyunca üstad kabul edeceği Yahya Kemal’i tanıdı ve onun telkinleriyle Paul Valery ile Marcel Proust’u keşfetti. Bu dört edebi şahsiyetin terbiye ve disiplini altında özellikle şiiri hayatın vazgeçilmez meselesi haline getiren Tanpınar, asıl söylemek istediklerini şiir estetiği doğrultusunda kaleme aldığı deneme, hikaye ve romanlarında ortaya koydu. Kırk yaşın olgunluğuna ulaştığında yayınlamaya başladığı eserlerinde derin bir kültüre ve çok yönlü bir sanatkâr kişiliğe sahip olduğu farkedilir. Tanpınar’ın eserleriyle ilk defa karşılaşanların şikayet ettiği “anlaşılmazlık” veya “güç anlaşılırlık” meselesine ise Mehmet Kaplan şöyle açıklık getirir: “Eroine alıştırılan bir eroinman gibi kolay, hafif, sudan yazılara alıştırılmış okuyucu kitlesi için bu eserlerin okunması ve anlaşılması elbette çok güçtür”

Şiir, hikâye ve roman dışında resim ve heykel sanatlarından çok iyi anlayan, tarih, psikoloji ve felsefeye büyük ilgi duyan, divan şiirini, klasik Türk ve batı musikisini çok iyi bilen, geniş bir kültüre ve estetik zevke sahip bulunan, fakat yaşadığı günlerde çoğu aydının gözünde “Bursada Zaman” şairi olmaktan pek de öteye geçemeyen Tanpınar’ın, üzerinde asıl durulması gereken yanlarından biri de onun, yaşadığı devrin bir takım sosyal meselelerine çağdaşlarından oldukça farklı gözle bakan bir düşünce adamı olmasıdır. Abdullah Uçman ve Handan inci, bir düşünce adamı olarak Tanpınar’ın önemi, Türk kültürü hakkında ileri sürdüğü görüşlerin orijinalliği kadar, bunların, ortaya çıktığı dönemin şartları bakımından da son derece dikkati çekici olmasından gelmektedir tesbitinde bulunuyorlar.

yazı: yılmaz mete er
images: ideefixe.com