Olup olmayacağın sezdiğin, yine de burkulduğun buruk bir tat ile devam ettiğin zamanlar yaşarsın. Yapmam dediğin şeyleri yaptığın anlar olur. O aracıklarda kendini tanımlamaktan kısa ya da uzun süreliğine değil, temelli vazgeçersin.Yapraklar tekrar sararır mı, kırmızılar sarmışken yeryüzünü bir kalp ağrısı tecelli bulur bedende. Aslında öyle ki, ağrı bedende mi ruhta mı anlamazsın, anlamazsın; Belki bir ömür, belki bir öpücüğü bir saniyeye sığdırdığın bir sonsuz aralığında…Kim bilir? Sereserpe bırakıvermek vardı şöyle kendini evrene.Yorgun bir kuş gördüm rüyamda. Kuş kimdi, onu yorgun olarak tanımlayan/ kimdi ya da neydi? Kim fısıldadı evrene yorgunum diye, kim kaçtı kim tuttu?Yorgunluğu gizleme sanatı bu yaşam, ne kadar başarılı gizlersen o denli profesyonel diyorlar sana.Gün olur değişir zaman devran durulur diye beklenen günler geride kaldı. Dönen prizmalar sadece hikaye ya da şiirden ibaret şimdi.Duvarda zaman yerine asılı duran tablo hıçkırılmamış ve yankılanmamış gerçeğin içe atılmış halini tezahür ederken; çalan telefonda ağlayan bir kadın ‘Anneyim ben anne! Ana yüreği, anlıyor musun?’ diye soruyordu, duygusal olduğundan emin bir ifadeyle.‘Şimdi mi aklına geldi anne olduğun?’ diyemedi, yuttu belki bir sonraki enkarneye yuvarladı yuvarlayabildiklerini, şu anda kırmızı bir balondan ötesi olmayı düşlemiyordu ama işte o da ağlamaya başlamıştı.Belli ki başarı bu olmalıydı.