Hiç yazamayacağını bildiği kitabın kapağı dahi hazırdır kafasında. Kolilerin fotoğrafı ve boş bir oda. Üzerinde ‘Sıkışık Hayaller’ini anlatacak teker teker. Geçip giden hayaller.’Bu kitap da onlardan biri, bu kitap da diğerleri gibi yazılmayacak’ dedi kadın; hem kitabından bahsederken, hem heycanlanmış halini hiç de saklamaya çalışmayarak… Keyifliydi bahsederken.’Bu yazıya tam bu isim olur’ dedim. İç’de kalmış bir kitap ismi. İç’de kalan hayaller. Hiç yazılmayacak ama birinin tüm ayrıntılarını bildiği ve ne kadar etkilense az olduğu; yazılmayacak kitabın adı.Yaşanmayacaklar gibi rafa kaldırılanlardan biri daha bu yazım. Bir karar belki ama kocaman, hayatımın kararı. Aynı kocaman kadının ki gibi sıkışık hayaller. Sadece hayallerde kaldı. Bu saf, bu boş telaş ve bu donmuş çığlık!Uzamı silip süpüren ve sadece alkolün beni buna karşı koruyabileceği bir boşluk duygusu bu. Hala direttiğimi de söylemeliyim! Ama neye karşı diretiyorum. Ödlekliğim kendim olmaya izin vemiyor. Ne yaşamaya ne kendimi yok etmeye cesaretm var. Her zaman sözde varoluşum ile hiçliğim arasında bir yarı yoldayım.(2)
-Basların sesini kısmayın. İçimin sesini bastıran bir kurtarıcı onlar şu sıralar.
Penceremde fotoğraflık bir kar görüntüsü. İçimde böyle sakin ve dingin görünse. Lakin görünmekle kalmasa, olsa. Hayata baktığımızda görüntüden ibaretiz, çoğu zaman; çoğumuz. Yokuz. Daha hiç doğmamışız. Olmayı becerememişiz. Gücümüz yok. Yeltenmiyoruz hatta. Hiç oralı olmadığımız, yeltenmediğimiz iç sularımız var, kuytularımızda. Açık tuzaklarımızda tutsağız, özgürüz diye bağırdığımız diyarlarda. Kendimizden dahi kaçtığımız gerçeklerimiz varken böylesine var oluş serüvenine atılmak anlamlı mı hiç düşünmeyeniz.Cioran, ‘Her bilinç tehlikeli ve sağlıksızdır. Tam bilinçlilik hiçliktir. Hayatım boyunca canım sıkıldı. Rus edebiyatı da bu can sıkıntısı etrafında döner. Sürekli hiçliktir bu.Can sıkıntısı zamana dayanır. zamanın yılgısına, zaman korkusuna, zamanın ifşasına, zamanın bilicine. (1) Zamanın bilincine sahip olmayanlar can sıkıntısı duymazlar.’ diyor. Tek ben değilmişim bunca sıkılan dedirtiyor bu sözler ve Cioran’ı tanıdığım için şu karanlıkta şükrediyorum.
‘İğrenç yön gizlenendir’ diyor ve devam ediyor; ‘ Çünkü onlar sadece yüzeyi yansıtırlar. Önemli olan varlıkların iç sesidir. Bir varlığın gizini oluşturan şeyi olduğu gibi bilemeyiz.
Kimi karşılaşmalar vardır diyor: ‘Hani karşılaşır karşılaşmaz konuşursunuz saatlerce ama sonra akılda hiçbir iz kalmaz.’ Bazı karşılaşmalarda allak bullak eder. Saatler sonrasını bırakın yıllar sonrasında dahi sallar insanı. Hatta hayatın inşasını yeniden kurar, sorgular.Sözcükler de böyledir. Kimileri sallar, kimileri sessizce süzülür sadece. Ben de bir sözcüğüm ve sadece o kadarım der gibidirler. İnsanlar da böyledir. İz üzerine iz kazıyanlardan ziyade, iz bırakmamak için üstad olmuş olanlarla doludur şu efsane dünya…
Bu donmuş çığlık, beynimi de süpürür mü dersin? Bütün bağlarını parçalamış olan insan özgürlük hissi duyar sonra da bu hisden nefret edermiş. Varolmanın köşeye sıkışmak olduğu söyleniyor. Yorumsuz kalsam ne yapılan yorumlara laf yetiştirerek kendimden kaybetsem ne. Zaman değişmiyor. Var’ız işte. Yokluk ve varlık arasında kendi tekamülümü perçinleyen bir ızdırabın yara tuzuyum, unutulmuş bir dudakta.Vazgeçmiş, gitmiş, ağlamaktan da vazgeçmiş sıkışmış hayaller yazan kolileri, bu enkarnede sadece böyle resmedilen bir simülasyon ve öğretisinin de bu kadar olduğunu anlayan sujeyim şimdi.’Özgürlük sözcüğünün bir anlamı varsa o da ancak kendine bağlılığa denk düşer. Gerisi yalan.’Altını çizdiğim ‘Bir hükümdür bakışları’, altını çizdiğim sözcükler olaeak kalacak.Sevgili Cioran, Arşavir’e yazdığı mektupta şöyle diyor: Bu, acımasız bir hakikat eleştirisi metni. Öyle bir hikmet öyle bir hüküm ki… Umutsuz.Kendime yine yakın buluyorum sözcüklerini, beni anlatırcasına yakın… Metnimi tanımlayan son sözcükler olsun diyorum. Yakışır.Bu donmuş çığlık, beni de alıp götürür mü? Çünkü Cioran kadar karayım. Bir o kadar özlemsiz. Oysa o diyor ki, yaşamak için yüce özlemlere ihtiyaç var üstad. Eyvallah, katılıyorum. Peki, nerede satılır bu yüce özlemler? Tutunabilmek için bir tutam ihtayaç duyan bir sabahım buralarda. Ne, nerede içimde mi duyabilirim? OOOOoo! Yandık o zaman kimi zaman iç sesimi duydukça bir kadar duyamayan oluyorum. Hatta ve hatta inanmayan ve hatta daha ötesini söyleyeyim mi, tutunacak birşey olabilir mi; birşeyler buna ikna edebilir mi bilmiyorum. Umutsuz. Hiç umudum yok birşeylerin beni ikna edeceğine. Her şeyin ardından yine ‘EEee!’ diyeceğim.Cioran bir rahipten bahsediyor kitapta. Rahip bilinçlendikçe karamsarlaşmış. Diyor ki, insan bilinçlendikçe karamsarlaşır, hiçliği görür; bu noktada tutunabilme noktaları da azalır. Tek çaresi tutunabilmesiiçin tanrıdır. Tam ben dedim. Başka çaremin olmadığı yerdeyim. O derece, tanrıya sığınmak tek yol. Adam rahip olmaya karar verir lakin evlenmesi gerekir ve ‘comolo sionto’ yazımdaki gibi düğün günü ortalıktan kaybolur, trajikomikçe.Diyor ki, nasıl doğru, nasıl bu derece açık sözlü; Uçta olan, çok duyumsar, uçtadır, hayat başkadır ona. En ünlü yazarlar şairler bunlardır. Dostoyevski’de bunlardandır diyor. Karanlığı da bilirler, coşkuyu da. Ondan bu derece alıp götüren allak bullak eden kelimeleri vardır. Bilinç onları allak bullak etmişken tek sığınakları kelimeler olanlardır. Aşkı da tutukuyu da sarhoşluğu da, hiçliği de dibine kadar bilirler; çünkü oradadırlar.1,2- Hiçliğin doruklarında Cioran, Bilim Sanat Yay. 2006