Gece olan yerde ihtişamı ve kudreti fazla tasarlanmış ama aslında nasıl olduğu bilinmeyen şatomsu yerde bilmem kaçıncı katta hep şömine yanar.Karanlıktır heryer! Şöminenin ateşi ısıtır başındaki sevgilileri ama odayı aydınlatamaz tamamen.Hatta toz kokar raflar,eskimiş halılar vardır kararmış parkelerin üstünde. Ama çok kasvetli bir yer değildir herşeye rağmen.Evet, aslında salon biraz ürkütücüdür.Çünkü çok yüksek bir tavanı vardır;neredeyse beş adam boyunda!Belkide beş adam boyunda insanlar,yaratıklar vardır buralarda ve onlar için yapılmıştır bu yükseklik?! Düşlerken; “normalde lacivert ve rüzgarlı olan kurak toprağın” sarı,sıcak çöl görüntüsünün akla geldiği mekanda, herhangi bir yerde olmayan ama aynı zamanda nedense nerede olduğu bilindiği zannedilen bir yerlerdedir bu şatomsu yer. Anlaşılmaz bir yerde sanılır burası aslında, ama tamamen benim anlatamayaşımdan kaynaklanan bir karışıklıktır bu.Yani şato bir yerdedir,hatta ana kapıya dışardan yüzümüzü dönersek yüksek dağlar sağ tarafımızda kalır.İşte o dağlar nerede onu bilemez kimse! Ama dediğim gibi şatonun sağında dururlar, bu kesindir! Güneş de sağ taraftadır.Yada değildir.Aslında değil.Güneşin belirdiği yer az önce bahsettiğim lacivert toprağın anlatımda, araya sıcak çöl görüntüsünün girdiği andadır,düşünüşteki yanılmada. Yani güneş sadece karışıklıktır.Yoktur aslında! Olabilir ama bu mekan güneşten yoksundur ve yoksun kalacaktır.Kalmak zorunda;çünkü şatonun bilmem kaçıncı katındaki şömine yanarken ve sevgililer yüksek tavanlı odada çatırdayan ateşin önünde otururken aydınlık olmamalı hava.İçeri ay ışığı sızmalı, lacivert ve rüzgarlı gökyüzünden.Öyleki o rüzgar tül perdeleri dalgalandırmalı. Zaten tüm bu koşullar ve raflardaki toz kokusunuda esen o hafif rüzgarla yiyen adam yanıbaşında büyük deri koltukta oturan sevgilisini düşünür.Bulunduğu bilmem kaçıncı kata çıkarken ki basamakları aydınlatan taş duvara çakılı meşaleleri düşünür.Gölgelerin güzelliğini ve onlardan daha güzel olan meşalelerin ateşini düşünür.Meşalelerin ışığının yüzüne vuruşunu düşünür.Yüzünün yarısının pencereden içeri giren,koyu lacivert olan renge bürünüşünü düşünür.Zaten diğer yarısına meşalenin ışığı vurur.O ışıkları, sessiz ormandaki kalın gövdeli ağaçların dibine vururken düşünür.Artık ne oturduğu koltuğun,ne sevgilinin,ne ay ışığının ne de basamaklara vuran meşale ateşinin güzelliğinin anlamı kalmıştır.Kalmamalıdır. Çünkü düşleyecek başka şeyler vardır sırada.not:hikayeciği okurken fonda chris cornell dan Stell Rain parçasının çalmasına dikkat edin.Yada neyse yaa…