Doğduğumuzda çok az duygu destekli isteğimiz vardı. Acıktığımızda biraz süttü esas olan. O zamandan beri, yaşamımızı fiziksel olarak sürdürmemizle hiçbir ilgisi olmayan yüzlerce duygu destekli istekle programladık kendimizi. Bu bağımlılıklarımızın çoğu, duygusal olarak kendimizi bağladığımız çeşitli rollerin oynanması olan sosyal bir danstı sadece. Duygu destekli bir bağımlılık modeli ya da beklentisi, hep yanımızda taşıdığımız ve birisi patlatmasın diye sürekli koruduğumuz şişmiş bir balona benziyor.Egomuz, güvenlik korkularımızı, duygulu arzularımızı ve güç öfkelerimizi harekete geçirerek bizi hatalı biçimde korumaya çalışırken, rasyonel düşüncemiz de egomuzu desteklemekte üstüne düşeni yapmak için çalkalanır durur. Neden “haklı” olduğumuza, başkalarının ise neden “haksız” olduklarına dair nedenler bulur. Kimlik bulmamızı sağlayan, kendimizi özdeşleştirdiğimiz çeşitli roller ve oyunlardaki “başarı” modelini yaşamımıza yardımcı olmak için plan yapar ve yönetir. Aslında gelişimimizle, yaşadığımız tüm korku, üzüntü ve öfkelerin, yaptığımız boş danstan kurtulmamıza yardım eden – dünyanın bize sunduğu – dersler olduğunu idrak etmeye başlarız.Dünya oynadığımız çeşitli bağımlılık rollerinin mekanikliğini kavramamız için fırsatlar sunuyor. Herhangi birinin yaptığı ya da söylediği bir şey için duyduğumuz her yabancılık, huzursuzluk, sinirlenme hissi, yaşam oyunumuzu bilinçli olarak oynamadığımızın bir kanıtı.

Egomuz ve rasyonel düşüncemiz, dünyanın nasıl olması gerektiği ve çevremizdeki insanların nasıl davranmaları gerektiğine dair belli bir yolun olduğunu söyleyen haşin bir programla çalışıyor, işi doğru yoluna koymak rasyonel düşüncemize bağlı.Yaşam bize bağımlılık modelimize uymayan bir şey sunduğunda, egomuz rasyonel düşüncemizi ısrarlı, tutsak edici bir düşünce zinciri üretmek üzere ateşler. Aynı anda egomuz endişe ve huzursuzluk gibi olumsuz duyguları harekete geçirir. Kalbimiz hızlı atmaya, adrenalin ve başka hormonlar kanımıza karışmaya başlar. Bu psikosomatik kargaşa rasyonel düşüncemizi geri besler, daha ileri aktiviteleri ateşler.

Bilincimizin nasıl çalıştığını anlamadıkça bu kargaşayı yaşamımıza işlerlik kazandırmak için sürdürülmesi gereken “önemli” bir şey olarak kabul ederiz. Daha bilinçli hale geldikçe, rasyonel düşüncemizin beklentilerimize uyması için dış dünyayı yönetmeye ve zorlamaya çalışmamıza neden olan duygusal kargaşayı yaratmadan çalışmasına izin verme yeteneğimizi geliştirebiliriz.Örneğin, bağımlılık programımız, egomuz ve rasyonel düşüncemizden oluşan üçlünün faaliyetlerini tam olarak kavramadığımızda, biri bizi eleştirirse otomatikman kızarız. Aslında kızmak bir yana ne yapmamız ve söylememiz gerektiği hakkında bir seçim hakkımız olmalı. Söylediklerini sessizce dinleyip düşüncelerinden yararlanma fırsatı verecek kadar bize ilgi gösterdikleri için şükranlarımızı ifade etmemiz yerinde olur. (Şeyine bile takmıyor – bu amiyane tabir buradan gelir.) Her zaman uzlaşmaya varmamız ya da varmamamız gerekmez. Yalnızca sunulanı alalım ve kullanabileceğimizi kullanıp kalanın geçip gitmesine izin verelim.

Programımız, egomuz ve rasyonel düşüncemizin acillik duygusu yarattığı bu an, bu otomatik alarm sistemi atalarımızı orman hayatının tehlikelerinden korumak için yaratıldı. Ani bir fiziksel yaralanma ya da yaşamsal tehlike içeren bir durumla karşılaşmadıkça herhangi bir sorunun en iyi çözümünü genellikle kendi enerjimizi ahenkli kılarak buluruz.Ve “ben ve onlar” yerine “biz” bilinciyle uyum içinde akmak için bağımlılıklarımızı tercihe dönüştürdüğümüzde, her an bizi bulacak olan içgörü ve algı açıklığına ulaşmak için yeterince sessiz olmamız gerekir.Rasyonel düşüncemizin bize oynadığı oyunu görmeliyiz. Tamamen mantıksız bir şekilde sıkıntılı olduğumuzda, ürettiğimiz düşünceleri isimlendirmeyi öğrenmeliyiz.

Örneğin, bir konuda bir fikrimizi değiştirmek için birinin ısrar ettiğini düşünelim. Güç, prestij ve gurur sınırlarımızın ihlal edildiğini hissedebiliriz. Rasyonel düşüncemiz bizimle aynı fikirde olmayacak kadar aptal olan o kişiyi utandıracak şiddetli bir karşılık üretmesi için egomuz tarafından harekete geçirilir. Aklımız işini yaparken, olumsuz duygular uyandırmadan onu izleyebildiğimizde, hangi karşılığın bölünme hangi karşılığın ise sevgi ve birlik ürettiği konusunda bir seçim hakkımız olur. Düşük bilinç düzeylerinde çalıştığımızda, hiçbir seçim hakkımız yok. (Ana, avrat sövme devreye giriyor.) Başka birinin sözün kesmemiz anlamına da gelse aklımıza gelen her “acil düşünceyi” hemen dile getirme eğiliminde oluyoruz.Bunu bir 6. his olarak, başka bir duyu girişi olarak değerlendirebiliriz. Bağımlılıklarımızı tercihlere dönüştürdüğümüzde, düşüncelerimiz duygularımızı otomatik olarak alevlendiremez.Bunun bir bastırma olduğunu mu düşünüyorsunuz?Bastırma olmadığı gerçeği ilginçtir. Bastırdığımızda, hissettiklerimizi sonuçlardan korktuğumuz için ifade etmeyiz. (Kendimize yapabileceğimiz en zararlı ve bilinçsiz şeylerden biridir.)Duygularımız tarafından üretilen enerjiyi, bağımlılıklarımızı tercihlere dönüştürebilirsek, böylece enerjiyi bastırmamış, yapıcı ve yararlı biçimde kullanarak rasyonel düşünce zincirlerimizin öfke ve huzursuzluk duygularını harekete geçirmesini engellemiş oluruz.Bilinçli oldukça, bastırmak, hatta ifade etmek için olumsuz duygu bulamayacak duruma geliriz.