Yine o deli eden su sesi. Kafamın tam ortasına düşüyordu sanki ve bir süre sonra gerçekten dayanılmaz oluyordu. Müziğin sesini yükseltip duymamaya çalıştım, olmadı. Benimle alay ediyordu. ‘ Şıp, şıp, şıp. Benden kaçış yok. Şıp, şıp, şıp. Beynini deleceğim senin. Şıp, şıp, şıp.’ Contayı defalarca kez değiştirmeme rağmen nasıl bu kadar kısa sürede eski performansına dönebildiğine anlam veremiyordum. Lavabonun içindeki kirli tavanın yerini değiştirdim. Su damlasının düştüğü noktaya bulaşık süngerini koydum. Sonuç tatmin ediciydi, gülümsedim. Arkamdan tehditkar bir şekilde bağırdı. ‘Seni pislik. Emin ol geri döneceğim. Hem de daha kuvvetli bir şekilde.’ Sesi zihnimde bir süre yankılandı ve kayboldu. Artık rahattım.Mutfak ve oturma grubunu ayıran ve odanın tam ortasına koyduğum akvaryumun etrafında bir tur attım. Balıklarım onlar için aldığım küçük hediyelerle bayağı ilgiliydiler. Biri hazine sandığının içine girip çıkıyor, diğer ikisi mavi renkli taşların arasında birbirlerini kovalıyorlardı. Bir süre onları seyrettim. Daha sonra kitabımı aldım ve kanepeye sırtüstü bir atlayış yaptım. Ayağım kanepenin hemen yakınındaki sehpaya çarptı. Sehpanın üzerindeki, parmak izleriyle dolu su bardağı ve bir arkadaşımın yıllar önce hediye etmiş olduğu acayip şekilli vazo devrilip düştü. Vazonun şekli o kadar garipti ki, düşmesine çok da şaşırmadım. Esas şaşırtıcı olan o şekle sahip bir vazonun düşmeden durabiliyor olmasıydı. Bardağın dibinde kalan birkaç damla ise parke zemine aktı. Biraz doğrulup mutfak tezgahına doğru baktığımda, bana bakıp pis pis sırıttığını gördüm. ‘Biz her yerdeyiz.’ diye bağırdı. Uzanıp havlu peçeteyi aldım, zemini sildim ve ona tekrar gülümsedim.Ayaklarımı uzatıp, uzun bir süre yerimden kıpırdamadan kitabımı okudum. Ta ki kapı çalana kadar. Kapının gözünden kim olduğuna baktım. Kirli sakallı, alnında derin bir yara izi olan, esmer bir adam vardı kapımın önünde. Siyah takım elbise ve beyaz gömlekli bu adamın belinde bir silah olduğuna neredeyse emindim. Kimdi, benimle ne işi vardı, ne istiyordu? Biraz endişelenmiştim. İkinci kez çaldı kapıyı. Sessiz kalsam ve kapıyı açmasam gider belki, diye düşündüm. Fakat müzik sesini duyuyor olmalıydı. Gözden tekrar baktım. Eliyle çenesini sıvazlıyordu. Kapıyı üçüncü kez çaldı. “ Kim o? ” diye seslendim. “ Lütfen açar mısınız? ” dedi esmer adam. “ Kimsiniz? ” diye yineledim. ” Yardıma ihtiyacım var.” dedi karşıdaki ses.Kapının kolunu aşağıya indirir indirmez kapı suratımda patladı. Sırtımı ve başımın arkasını duvara vurup yere düştüm. Lanet herif attığı tekme ile kapıyı bile içeri göçertmişti. Burnum kanıyordu. Dudaklarıma süzülen kanı yaladım. Ama durmaya niyeti yoktu. Sıcak kan çenemden gömleğime damlamaya başladı. Asıl yardıma ihtiyacı olan bendim artık. Adam, beni yakamdan tutup sallayarak bağırdı.- Nerede o?- Kim?- Bana aptal numarası yapma sakın. O, bu katta. Karşı dairede olmadığına göre buraya girmiş olmalı.- Kimden bahsettiğini bilmiyorum.Yüzümde sağlam bir tokat patladı. Bütün vücudumun titrediğini hissettim. Elimi yüzüme götürdüm. Burnum kanamaya devam ediyordu. Acaba kırılmış olabilir miydi? Sonra kafamda ‘kırılmış olsa şimdi duramazdın’ klişesi yankılandı. Nereden çıkmıştı bu adam? Bana kimi soruyordu? Kapıyı açmamalıydım, diye geçirdim içimden. Hiç açmamalıydım.Herif tükürükler saçarak tekrar sordu.- Sana o nerede dedim.- Gerçekten kimden bahsettiğin konusunda en ufak fikrim yok ve çok büyük bir yanlışlık yapıyorsun.- Asıl ötmemekle yanlışlıkların en büyüğünü sen yapıyorsun.Sonra elini beline attı. Biliyordum, silahı vardı. Daha en başından biliyordum. Kabzasıyla kafama vurdu ve bu fazlasıyla can yakıcıydı. O an aradığı kişi keşke burada olsa ve ona şu odada saklanıyor diyebilsem diye düşündüm. Fakat kimden bahsettiğini bile bilmiyordum. “ Bütün odaları, her yeri ara. Burada kimse yok. Yemin ederim sana yalan söylemiyorum.” dedim. Birden arka odadan bir tıkırtı duyuldu. İkimiz de sesin geldiği yöne doğru baktık. Bekledik. Ses kesildi. Adam beni yakamdan tutup sürükleyerek akvaryumun önüne getirdi. “ Demek burada kimse yok ha, kimse yok ha.” diye bağırdı. Saçlarımı kavrayıp kafamı akvaryumun içine soktu. Uzun süre suyun içinde debelendim. Sonra durdum. Gözüm hazine sandığına takıldı. Sonra yanındaki mavi renkli büyük taşlara. Kendimden geçmek üzereydim. Son gücümle gözlerimi yukarıya kaldırdım. Akvaryumun arkasından hayal meyal bana bakıp pis pis sırıttığını gördüm. Kulakları sağır eden bir sesle bağırdı.- Biz her yerdeyiz pislik ve sana geri döneceğimi söylemiştim.
yorumlar
ohannes..
komser ohara!
Monologlarindan bin kat daha iyi bir yazi.
hmmmm
hiperrrrr… özlemişim yazılarını.
teşekkürler yorumlarınız için. beğendiğinize sevindim. farklı bir şey denedim. bence de fena olmadı..;)
evet iyi olmuş bu.
ya p.pati, bu iyi olmuş da diğerleri kötü müydü hep yahu? böhüüüü…
Pek farklı olmamış ama iyi olmuş..
farklıdan anladığınla ilintili o pbk. oradaki farklı, benim daha önce yazdığım yazılardan farklı anlamında.”öhöm, efenim bu eserimde hiç yapılmamışı denedim. oh oh pek de süper oldu yahu.” şeklinde bir söylemim olmadı.
Ayaklarımı uzatıp, uzun bir süre yerimden kıpırdamadan kitabımı okudum.Bu cümleyi 1 km öteden, senin olduğunu tanırım Arrogante..:)
sen bırak o cümleyi, herhangi bir cümleyi 1 km öteden okuyabilme başarısı göster, belime kadar uzattığım saçlarımı kesmezsem bana da arro demesinler…:P
Yorumumda Mubalağa sanatı kullandım..
ben de sanat için soyundum mesela şu an. hah çorabı da çıkarayım, tam oldu. gözlem yapıyorum, herhangi bir katkım oldu mu diye sanata.
🙂
iyi yapmışsın sanata katkı şart..
”ben böyle sanatın içine tüküreyim”i.melih gökçek
Tükürse razıydık, sıçtı resmen..
monologlarda olayın bazen ucu kaçıyordu. bu daha sağlam yazılmış.
peki, teşekkür ederim.
miss..
eyv
ne geveliyorsun oğlum ağzında öyle?
kız miss yazmış, beğenmiş sanırım. diyorum ki eyvallah..
biz de beğendik hatta “bu tip başka denemelerin olacak mı?” diye soralım yeri gelmişken!
‘biz’i bırak sadece ‘sen’ iste, emir telakki ederim.
@arroganteee 🙂
pilli patiii…;)huuu-huuuu…(bkz;geniş aile)
(geniş ev ve böyle dehliz gibin uzun koridor hatta!)efendiiiiiim?
Çok güzel bir hikaye olmuş, eline sağlık. Ama bazı cümleler sanki Türkçe düşünüp yazan birinden çıkmış gibi değil de, çeviriymiş gibi duruyor. Mesela “Gerçekten kimden bahsettiğin konusunda en ufak fikrim yok ve çok büyük bir yanlışlık yapıyorsun.” cümlesi. Bu lafı daha çok dublaj filmlerde duyarız. Günlük hayatta kaç kişi böyle bir cümle kuruyor?
katılıyorum.
dublajcı arro derler ona, san`at camiasında..
@arrogante jönüdür buranın. arada monologlarla da çıkar karşımıza.
arrogante ‘bön’üdür buranın. biraz da delidir, kendi kendine konuşup durur. üstüne üstlük bunları yazıya döker, yayınlar.
ayrıca fönüdür de… bir başladı mı durmak bilmez. esprinin kökü kuruyana kadar kahkahadan uçurur sizi.
bi bak bakayım. şımarmış mı?
şımardım gitti, hooop.