Melting pot diye bir kavram var. Amerikayı özellikle New York’u simgeleyen bir laf. Farklı kültürlere sahip, beraber yaşayan insanların birbiriyle etkileşimini anlatıyor. Amerika da son zamanlarda asimilasyonu çağrıştırdığı için salat bowl tanımıyla değiştirilmek isteniyor. Sadece asimilasyonu çağrıştırdığı için değil gerçekten son gelen göçmenlerin etkileşime bilinçli veya bilinçsiz karşı koyması yüzünden gerçeklik kazanmış bir tanım olarak görünüyor.Mesele her ne kadar kalabalık gruplar halinde gelen göçmenlerin tepkimeyi tersine çevirmesi olarak görünse de yıllar önce kalabalık şekilde gelen özellikle Avrupalı göçmenler yaşamlarını idame ettirebilmek için bir an önce uyum sağlaya çalışmışken bu yeni gelenler ingilizce dahi öğrenme kaygısı içermiyorlar. Bir kuşak sonrası okula gittiğinde mecburen dili ve coğrafyayı öğrenmek durumda kalacak diye düşünülse de papaz bu konuda pilav yemiyor. Sanki ailelerinin Amerikalılaşma endişelerini doğrular bir okul terk etme oranı söz konusu.Olaya elbette iblis yuvası amerika gözüyle bakarsak ooh beter olsunlar denilebilir ama olay Türkiye’nin melting pot’ı İstanbul için de geçerli. İstanbullulaşmayı bir hakaret olarak algılayan son göçmenler tamamen bu anlatıma uyuyor. Denizi görmemiş İstanbulluların varlığı ne zamandır bilinen bir gerçek. İstanbul artık istanbul olduğu için İstanbul değil. İstanbul artık parçalara ayırılabilecek kadar karakter sahibi olmuş eyaletler bütünü. Kimse kimsenin semtiyle alışveriş etmiyor. Çoğunluğa sahip olanın tahammüle ihtiyacı kalmıyor. Birinin diğerine geçirmesi mübah.”yalıtım” yeni yükselen bir değer mi? Yoksa Osmanlının imparatorluğu izinde bir çatırtı mı?
yorumlar
tam olarak karar veremedim ama şöyle birşey geçti bir zamanlar aklımdan. kazara düşündüğüm günlerden biri olabilir. hiçbirimiz buralı değiliz. buralı gibi davranmıyoruz. hiçbir adetimiz istanbul’a uymuyor. zaten yüzyıllardır olmaya da çalışmamışız. trafik sorunumuzdan beslenme alışkanlıklarımıza kadar varıyor bu farklılık bu ait olamama. istanbul’da kaç tane balık lokantası var. lahmacun, kebap tutkusunun yanında balık, yediklerimiz arasında kaçıncı sırada. peki ya deniz? hala nostaljik vapurlarla idare ediyor oluşumuz onu hiç kullanmadığımız anlamına gelmiyor mu aslında. ya da 3. köprü tartışmaları sırasında “denizyolunu kullanalım!” diyenlerin sayısı nedir? kaç kişi ciddiye alıyor.anlatmak istediğim şudur: zaten hiç buralı olmadık ki.
diyarı İzmir’de neden böyle bir kimliğini koruma saplantısı uzun sürmüyor?!Yeni göçmen insanlar, birbirlerinin nereli olduğunu (memurları ve kenar mahalle komşuluklarını hariç tutarsak) hemen sormuyor?Mardinli, Vanlı ya da Rizeli çocuklar neden TRT sipikeri Türkçesiyle konuşmakta bu kadar istekli ve yatkınlar?Karaçarşaflı kadınların dahi erkeklerle tokalaşmasına çok kez tanık oluyor insan.Karaçarşaflı demişken araya ekliyeyim; Babam askerden geldikten sonra bir ara babaneme sormuş, Non (Arnavutttur kendisi, annne demek oloor Non)! Niye giyiyorsun şu çarşafı? Manto aldın da giymem mi dedim, demiş.Eğitim, iş, ev verdin de (hani bunları, hiç bir şekilde geldikleri yerde de sağlamıyoruz da ondan yazıyorum)kucaklaşma bekliyorsun diyorlar belki de. Niye verilsin dersek? Eh bunlar sunulmayacaksa devlet olmak anlam taşır mı? Her şeyi ben halledeceksem sana (devlete) ne ihtiyacım var, komin komin yaşar insanlar.New York’u bilemem elbette ama, kendi cesedimize İstanbul ile İzmir durumunu kıyaslayıp otopsi yapmak daha fazla belirleyici olacaktır fikrindeyim.Çok mu lümpen yaklaştım, bilemiyorum…
asamasina henuz gelinmedi.goc edenler malesef ogrenebilecek durumdaki kisiler degiller, onlarin cesitli davranislarina “benlik koruma” demek ancak yakistirma olabilir.soyle ki; kopekler evde insan besleseler ve bunlar “benliklerini korumaya” devam ediyor ve insan olarak kalmakta israrlilar deseler; gunluktekine denk bir arguman ortaya koymus olurlar.
höst höst! ne demişim öyle.yalıtımı kastetmiştim. düzelttim günlüğü de.
Kimlik ve aidiyet, herhalde üzerinde en fazla gazlama yapılan konu bizde. Hem akademisyenlerin hem politikacıların favori konusudur malum. Tabii hepsi de, konuşup yazarken kendi terminolojisini, hatta jargonunu empoze eder.Bunun üzerine bir de bu coğrafyadaki emsalsiz etnik çeşitliliği koyun. İyice işin içinden çıkılamaz bir hale düşeriz. İslamcısı, solcusu, kemalisti, milliyetçisi… Hepsinin derdi siyasi.Temel olarak siyasi bir yönelişi bulunmayan akademisyenler de tembel. Araştırma yapmak yerine aşırmak, alanda çalışmak yerine genel kavramlarla durumu idare etmek eğilimindeler. Yok doğuluyuz, yok batılıyız, yok türkiyeliyiz (özal’ın gazlaması), hayır anadoluluyuz… Fol var, yumurta yok.Hadi siyasetçileri, inançlıları ve dünya görüşü sahibi sersemleri anladık. Zira bunların derdi, tarihi olayları ve aktüel vaziyetleri, kendi başlangıç koordinatlarına uygun şekilde yorumlamaktır zaten. Karşılaştıkları hiçbir şeyin onları şaşırtmaması üzerine kurulu bir mekanizmaları olduğu için; karşılaştıkları her şeyi, nasıl kendi inancım doğrultusunda kullanabilirim diye düşünmeleri de normaldir. Salaklar sürüsü.Peki ulan nerede bağımsız araştırmacılar? İdeolojik empaslara girmeden yazıp-çizecek insanlar neden çıkmaz?Bizim kim olduğumuza dair o kadar büyük bir spekülasyon alanı var ki, buradan sağlıklı bir şey çıkma ihtimali yok. Bu yüzden, bizim kim olmadığımız şeklinde bir enferans yöntemi kullanmak daha doğru olur. Hatta bugünden tezi yok, bu anlamda bir listeleme faaliyetine başlasak bile, daha kısa sürede ve kesinlikle daha efektif bir sonuca ulaşırız. Mesela 1. Eskimo değiliz. 2. Ayı değiliz (tartışmalı). 3. İ..e değiliz (çok tartışmalı).Velhasıl ben kendi hesabıma, bu konuda bir metod tartışması yapmayı ve bazı kritik bulduğum hususlara işaret etmeyi daha anlamlı buluyorum. Mesela, ne demek ulan ‘anlamlı bulmak’? B..tan bi klişe. Hemen kendini scan edip, bu ve benzeri dil virüslerini yokedeceksin (Bi de konuşup-yazarken ‘artı’ diyen sepetler var. Elimin tersiyle ‘çarpı’cam bi daha görürsem).Evet, konu biraz dağıldı galiba. Ne diyorduk? Yöntem. Dikkatimi çeken bir kaç şeyi söyleyeyim.Geçen yüzyıl başlarında bu kimlik ve aidiyet üzerine kalem oynatmış bir kaç önemli isim var. Akçuraoğlu Yusuf, Köprülüzade Fuat, Gaspıralı İsmail, Zeki Velidi. Bu arkadaşlar, referans değeri taşıyan yazılar kaleme almış son arkadaşlardı. Daha sonra bunların üzerine bir şey koyan çıkmamıştır. Biz kendi klasiklerimize (Biruni, İbn-i Haldun, baby700) olduğu kadar, bu yakın dönem düşünürlerimize bile yabancı bir milletiz.İkinci bir husus da, tabii ki derin bir kompleks içerisinde kavruluyor oluşumuzdur. Bir film çevrilir, bazı kendini bilmezler truvalıyız diye heyecan yaratmaya çalışır.Sinirimi kaldıran diğer bir husus da, günümüzde ‘insani değerler’ olarak kabul gören parametrelerle düşünüp-sıçan insan güruhunun halidir. Etnik kökenin, kimlik ve aidiyetin temel bileşenlerinden biri olarak kabul görmemesi, gayet yeni bir hadisedir mesela. Hepi topu 60 yıllık bir geçmişi vardır. Ve bilimsel değil, siyasi saiklerle şeyedilmiştir. Yani şişirilmiş efsanelere (ergenekon) olduğu kadar, modern tabulara da eşit mesafede durmak gerekir.Keseyim artık, çok uzadı. Hiçkimse beycim, nerde kaldı benim kımız light?
Kanada’da da (da da da… ich leibe dich nicht…) Kultur mozayiki diye tanimlanan kavramin ayni kultur bloklarindan en buyugu olan Quebec’in her birkac yilda bir referandum yapip , “Ayrilalim mi ayrilmayalim mi” sorunuyla karsi karsiya kaldigi gorulmustur.Toronto, yani NY’un kotu bir film seti versiyonunda, her ulusun kendi semtinde kalip diger semtlerle diyalog kurmadiklarini gormustum. China Town’da bankamatikler bile Kantoncaydi.Uluslararasi gruplasmalar yuzunden mesela Cinlilerin oldugu isyerinde barinmak zordur, aralarina giremezsiniz.Froglar rozbifleri sevmez. Polonyali gocmen gelir gelmez sarisin olmanin “avantaj”larini kullanip diger ulus insanlarina Nazi muamelesi yapmaya bakar. Hint’liler Cin’lileri barindirmaz. Ermeni’ler zaten sayisi az olan Turk’leri.Ama hepsi, “ahhh keske yesil kartim ciksa… bu yil Florida’ya tasinsam da su deep freeze’den ciksam ” der.ve problem sizin oraya transfer olur Contra bey.
örneklerle konuyu zenginleştirelim ;)Haliyle bu ‘melting pot’, ‘salad bowl’ hikayesini new yorkunu istanbulunu ..klediğim için kafama takmıyorum. Öz eleştiri diyelim. Site ahalisi zaten farkındadır. Buraya kütük geldim kütük devam ediyorum. Ne bir kibarlık, ne bir hoşgörü, ne de sağlıklı bir iletişim. İlginç olanı kalabalık göçler için bahsedilen bu tepkiyi tek başıma gösteriyorum. Maalesef ingilizce öğrenme hevesi, ortama uyum sağlama gayretinden yoksunum. Hafif.org’un ve bilimum Türk sitelerinin buna katkısını irdelemeyi başka birine bıraktım.Şimdi olaya fantastik bir açıdan bakarsam “ulan bilmem kaç senelik şehir hayatınızla bin senelik geçmişi olan istanbullu’ya metropolcülük mü öğreteceksiniz” diyebilirim.Ama bu etkileşimsizlik çok büyük kabızlıklara gebe bir konu. Mesela Almanya’daki Türkler. Benliğimizi koruyalım derken başka kültürlerle çarpık ilişkisi süren memleketlilerinden ayrı yollara sapıyorlar. Küba’da teknolojik yönden zamanın durmuş olması gibi yurtdışında yalıtıma özen gösteren Türkler kültürlerini donduruyorlar. Bir kaç nesil sonra ise bulundukları topraklardan bağımsız muhafazakar bir kültür ortaya çıkıyor. Örneğin kimseyi töhmet altında bırakmak istemem ama Fransa’daki Türkler bir acaiptir. 70’li yıllarda göçen bu kardeşlerimizden Türkiye’yi dinlemek çok ilginç oluyor. Kimi zaman birbirinizi algılama gayreti, muhabbetlerinizi tarzan ceyn, ceyn tarzan seviyesine kadar indirebiliyor.Uzun lafın kısası bir göçebe olarak biraz etkileşime girmem gerektiğini düşünüyorum ben. Burada İtalyan background’lu aileler de var. Onlar için kimsenin “Vay! Allahın amelesii! kimliksiz budala!” diye düşündüğünü sanmıyorum. Adamlar nede olsa bir zamanlar Amerika’yı (once upon a time in america) haraca bağlamış. Kültür olarak hem almış hem vermiş. Zaten bence mesele verebilmede. Kimsenin seviyesine çıkmaya inmeye gerek yok çekeceksin onlar gelsin senin seviyene. Çekerken hafif yerinden oynamanın zararı olmaz.Ama gene de uzun vadede Türklerin Ermeni ve Rum ilişkilerine dönmeye gebe bu yakınlaşmalar.”müslümanı yahudisi urumu”
New York mafya göçmen diye göndermeler yapınca değerli müşterimin çözümü aklıma geldi.P.S. metropollerin kaçınılmaz avantajı olan ürün çeşitliliğene sahibim. Referans olarak hafifte yazdığınız yazıları gösterebilirsiniz. shipping&handling alıcıya aittir.(baby700’e yapılan indirimler kimseyi bağlamaz.)
Son zamanlarda giderek daha sık düşündüğüm bir konuya değinmişsiniz, af buyrun henüz araştırma safhasındayım sürçü lisan edebilirim amma birşeyler demeden de edemiyeceğim.birşey1: melting pot deyişi zaten asimilasyonu karşılamak üzere, üstelik 19. yy. ABD’deki durumlar için kullanılmaya başlanmış, zaman içinde farklı düşüncelerdeki, farklı özelliklerdeki kişilerin biraraya geldikleri yer anlamında (keza NY) kullanılır olmuş.(Oxford+Le Petit Robert)Birşey2: Ziya Gökalp Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak adlı kitabında İstanbulluların (şehrî) -ki Osmanlılıkla eş anlamlı bir kelime olarak da kullanılır) etnik ya da yöresel kimliğe sahip olmamakla, Türk, Kürt, Arnavut, Arap olamamakla eleştiriyor. Kitap 1918 tarihli. Ve buradaki Kürt, Laz, Türk, Arap kavramları daha çok yöresel farklılıkları ayırmak için kullanılıyor, yani genel olarak Anadolu’daki müslümanları kast ediyor (hepsini bir anlammda Türk-Osmanlı kabul ediyor) ve Osmanlı imparatorluğunun diğer tebasının kimliklerini korumasını kıskanıyor. Osmanlıcılık bir tek Türkleri kndırdı diyor. Çelişkili görünmekle birlikte adamın Türkçülük ideoeljisini başlattığıkırılma noktası olarak bakılınca kimilk meselesi açısından epey bir şey anlatıyor.Birşey3: Osmanlı İmparatorluğunda Yaşamak diye bir kitap okudum hayatım değişti: Büyük Osmanlı kentleri din, dil, ırk ya da kültür konusunda çeşitli halklara dolduğu, yani insan mozaiği oluşturduğu ölçüde her zaman kozmopolit oldu ama bu kavram farklı cemaatler arasında kültür ve ortak çıkarları özümleme ve paylaşma olarak yorumlanırsa, yok öyle bir şey deniyor. Altı çizile…(kitap Kimse kimsenin semtiyle alışveriş etmiyor. durumunu anlatıyor genel olarak.)Birşey4: Kürtlerin yaşayışına ilişkin ne okuduysam bu güne dek, Türk’ten, Osmanlı’dan, Arap’tan, İranlı’dan farklı olduğunu, farkını koruduğunu gördüm hep. Kürt Kürt olduğunu biliyor yani ama Türk bilmiyor ne olduğunu, diye düşündüm bu okumalar sırasında.(fıkra gibi bir olay: Bodrum’a giden otobüs şoförü ile muavin arasında konuşma. -Abi inekler öyle bir bakıyor ki insana, yani inek bizim insan olduğumuzu biliyor ama balıklar mesela bizim insan olduğumuzu biliyor mu?)(Bir dize: Layla’yı Londra’nın ortasına bıraksan yaşamasını değiştirmez çocuktur) Ya da daha orijinal bir bakışla, Türklerin özelliğinin de her bir şekle girebilmek, karakteristik özelliği olmamayı karakteristik özellik yapmak olduğu söylenebilir.Birşey5: Kentlilik kavramıyla çakışan ve-veya karışan bir durumda var, contravener’in söylediklerinde, bu mesele de önemli…Sonuç olarak birşeyler: çok okurum ben daha ama contravener bey’in sorusuna yanıtım meselenin kökleri epey geride demek olacak
bazen yazıda bold italik falan kullanınca yukarıdaki gibi saçmalıyor, satır başları paragraflar bozuluyor.böyle durumlarda < > içinde p kullanmanızı tavsiye ederim. satırbaşı yapıyor.
ile bir milletin hemşehrileri arasında olması gereken dayanışma ve kaynaşma karıştırılmamalıdır bence.. Ve ayrıca, kendini hem toplumdan, hem devletten soyutlamak düşüncesini de oldukça saçma buluyorum.. Söylemesi ayıp (yanlış anlaşılmasın) ben yurdumuzun hemen hemen her köşesini gezdim. Doğu Anadolu’da gördüğüm bu nefreti başka hiçbir yerde görmedim…Ve arkadaşlar; gelin Doğu Anadolu ile Karadeniz’i bir karşılaştıralım: Krdnz, (özellikle D. Karadeniz) ülkemizin en dağlık bölgesi. Orada ekmeğini taştan çıkaran insanlar okullarını, köprülerini, yollarını elerinden geldiğince kendileri yapıyor, ve şükrediyorlar. Ya Doğu? Ben kendilerini koruyanlara bu kadar nefret duyan (nefreti bırak minnet duymayan) bir topluluk daha görmedim. Tunceli’de dikkatimi çekti: Kahve ahalisinin; zavallı devriyenin üstüne çullanmasına ramak kaldığını hissettim, selam vermekten başka hiç bir şey yapmadığı halde.. (o da ayıpmış gibi anlattım ama..) Ve doğunun insanı daha fazla hizmet gördüğü halde (yemin ederim bu böyle) devletten nefret ediyor.. NEDİR BU TEZAT?
yudumladığın kımızından çenenin kenarına akanları elinin tersiyle silerken, şişirilmiş ergenekon mitinden hareketle ‘biz kimiz’ sorusuna cevap bulmuş gibi oldum biran. o dediğin destanın aslında, düşmanlar tarafından katledilen bir milletten geriye tek bir fert kalmıştır ve onu da bir KURT bulup büyütmüştür. sonracıma o fert, (tarkan diyelim adına hadi) kendisini bulup yedirip içiren kurt ile ensest bir ilişkiye girmiş, (bakalım uyumuş musun. yok, laneth, hala cin gibi) sıra sıra çocukları, yani biz olmuşuz…demek ki neymiş? biz KURDUZ. homo homini lupus. çık artık döşeğin altından beybi. eğilip kalkmaktan yaşlı kemiklerim kırılayazdı. ısırıcam bi yerini.
Franny hanımın yazdıkları hakikaten enteresan. Bi kadın için iyi bir performans. Dolayısıyla yaptığı imla hatalarını mazur görebiliriz. ‘Melting pot’ lafını da ilk kez contra’dan duydum. Asimilasyon, kozmopolitizm, osmanlı, istanbul ve diğer bölgeler üzerinde durmak lazım.Bu kavramlar karşısında tarafsızlığı korumak kolay değil. Mesela asimilasyon dendiğinde, neredeyse herkesin kafasında negatif bir vaziyet canlanıyor. Halbuki 19. yüzyılda, Amerika’daki melting pot hadisesiyle gerçekleşen asimilasyon hiç de o kadar kötü görünmüyor. Tabii bu arada kızılderili tabir edilen kıtanın gerçek sahipleri, Red Kit’in falan çizmesi altında inlemekteydi. Teksas’ın ve Tommiks’in çinli demiryolu işçilerine yaptıklarını da kolay kolay unutamayız.Neyse, biz yine kendi ülkemize dönelim. Franny’nin ettiği bi laf acayip kanıma dokundu. Titredim bayağı; fekat bir türlü kendime gelemedim. Şu “Türklerin özelliğinin de her bir şekle girebilmek, karakteristik özelliği olmamayı karakteristik özellik yapmak olduğu söylenebilir” cümlesi. Şimdiki zamanı düşündüğümüzde doğru gibi ama, bilemiyorum daha eski zamanlar için de geçerli mi?Zira Doğu Roma’nın mirasına konan osmanlı, bildiğimiz kadarıyla Batı’dakinin aksine kan, asalet, etnisite gibi mevhumlarla hareket etmiyordu. Aynı kullandığı dil gibi, bir terkib(sentez) idi. Dolayısıyla bu hali bir karaktersizlik karakteri olarak anlamak, biraz fazla basit olur sanki.Burada durayım artık, ne de olsa veballi bir konu. Şöyle baba bir türkolog türk çıkmasını bekliyorum. O zamana kadar da kımız içerek François Georgeon abinin kitaplarına bakayım bari. Hayır, uygun değil; siz bana en iyisi bir kadeh armagnac verin hiçkimse beycim.
salad bowl new york’ta daha goze batar. china town, korea town, spanish harlem gibi birbirinin icine gecmemis gruplasmis mahalleler melting pot tan cok daha bir herseyin birbirinin icine gecmedigi salata tabagini andirir.
bir şey dayatmaya veya sölediklerine karşı bir şeyler söylemek değil amacım belirtmek istedim. benim merak ettiğim buralı olmak demekle neyi kastediyorsun? buralı olmak kebap yememek mi veya ne biliyim anlamadım işte sormak istedim
pot hadisesi (hemen üstteki ahkâma bakarak yazdım bunu, ben de yabancısıyım bu işin) pek bir şey ifade etmedi bana. cahiliyim ama kimlik, kimliksizleşme laflarını görünce oralarda, aklıma amin maalouf’un ölümcül kimlikler kitabı geldi. hoşuma giden bir adam, entel avuntusu diyelim. ama alıntı yepmadan geçmeyelim; 1976’da lübnan’ı terkedip fransa’ya yerleştiğimden beri, son derece iyi niyetli olarak, kendimi “daha çok fransız” mı, yoksa “daha çok lübnanlı” mı hissettiğim ne kadar çok sorulmuştur bana. cevabım hiç değişmez: “her ikisi de!” herhangi bir denge ya da haktanırlık endişesi yüzünden değil, ama cevabım farklı olsaydı yalan söylemiş olurdum. beni bir başkası değil de ben yapan şey, bu şekilde iki ülkenin, iki üç dilin, pek çok kültür geleneğinin sınırında bulunuşumdur. benim kimliğimi tanımlayan da tam olarak budur. kendimden bir parçayı kesip atmış olsaydım, daha mı gerçek olurdum?iş böyle bir şey sanki, yani pompalanmış kimlik sevdalılığı zedeliyor bizi gibi geliyor bana. neysen osun işte be, iş kim olduğuna gelince, tarihle, ırkolojiyle (ne salak laf oldu bu böyle) bir yere varılmıyor ki. ya da şu genetik işiyle fazlaca haşır neşir olduğumdan, hâlâ, insan olmanın öyle pek ciddiye alınır bir tarafı olmadığını düşünüyorum. hatâyla karışık birileri kürt olup olmadığımı sorunca canım sıkılıyor ama. cezayirliymiş dedelerden birileri, celali isyanında sürülmüşler izmir’e bildiğim kadarıyla. araplık var yani ve “yok kardeşim öyle arı ırk, ırk yalan zaten bik bik” derken biri “kürt müsün sen?” deyiverince acayipleşiyor iş. eh bize de bu öğretilmiş zaten, kürtler meseledir, işin garibi kürtlerin çoğunun da bu kanaatte olması. beş kelimeden fazlasını bir araya getirip de anlamı ziyadesiyle koruyabilen adamın faşist olamayacağına inancım bir yandan, baby’nin önceden de ettiği laflar bir yandan kafam karışıyor lan. dur bakalım, şimdi istanbuldaki sorunun ne olduğunu anlşayalım bir. çok kalabalık evladım orası, vitrin lazım memlekete, vitrine manken, e pislenir o camlar cilalar, parlatacak kitle lazım, ekonomi yaratmak lazım, para akışı ha? altın var burda işte, gelin buyrun, doluşurlar sonra tabii, e hanzo olunca adam, her türlü dengesizlik vukuu bulabiliyor canım ıstanbul. izmir’e gelince, bizim cul’nplum kardeşler de olmasa, neşesi yok buranın. kabilede mi yaşıyoruz yahu? global olduk yusyuvarlak, kimlik mi dayanır bu arbedeye?bugün okulun konferans salonun yangın çıkışı kapısına “yök elli bin imza toplarsak çok iyi bir hal alacak” diyen tasarım yoksunu fotokopivari iğrenç afişlerden yapıştıran beş çocuğa fazlaca bağırdım, gerginlik oldu ama ark yapamadı bünyeler, gerginim yani ondan oluyor böyle. içine ettiler lan şehirlerin, her yere asfalt döküyor i.neler.