Başındaki Pukao'suyla bir Moai
Başındaki Pukao’suyla bir Moai

En yakın kıtaya 3700km, en yakın yerleşim olan kara parçasına 2000km mesafede, 165km²’lik ufak bir ada: Paskalya Adası. Doğru düzgün sahili olmayan; ne bitki örtüsü, ne coğrafi özellikleri, ne de yeraltı kaynakları ilgi çekici olmayan bu volkanik adanın dünya çapındaki şöhretinin tek sebebi var: Moai.Adaya Easter Island ismini, Avrupalı kaşiflerden biri, bir Paskalya Bayramı arefesinde adaya çıkması sebebiyle vermiş. Ancak adanın gizemi, Avrupalılar tarafından keşfedilmesinden çok çok öncesine dayanıyor. Adaya ilk ayak basan Polinezyalı denizcilerin adaya nasıl ulaştığı, aylarca açık okyanusta nasıl hayatta kaldıkları bir sır, adayla alakalı çok sayıdaki gizemden sadece biri.İlk yerleşimciler hızla evler ve köyler inşa etmeye başlamışlar. Elips şeklindeki bu ev inşa tarzının, adaya ilk gelenler tarafından ev ihtiyacını en pratik şekilde karşılamak için teknelerini ters çevirmek suretiyle ortaya çıktığı sanılıyor.

Tekne-Ev Temeli
Tekne-Ev Temeli

Adanın bitki örtüsü çoğunlukla palmiye ağaçlarından oluşuyordu. (Bugün sadece çayır çimen kalmış) Yerleşimciler yüzlerce yıl boyunca ev, tekne vb. temel ihtiyaçları dışında, Moai inşaası için de bu bitki örtüsünü tamamen yok etmişler. Adada nüfus arttıkça, değişik yerleşim bölgeleri, köyler oluşmuş ve kaçınılmaz olarak ada halkı klanlara bölünmüş. Birbirleriyle devamlı çatışma halinde olan bu klanların tek bir ortak noktası vardı: Moai inşaası ve bunun etrafında oluşmuş kült.Moai

Bir dizi Moai
Bir dizi Moai

Peki nedir bu Moai? Bir çeşit heykel. Evet, dünyanın her tarafında var dev heykeller. Ama Moai’leri ilginç yapan birçok özelliği var. İnsan şeklindeler, en uzunu 12 metre. Ve bu dev yapılar, dikildikleri yerde değil, adadaki Rano Raraku yanardağında, yumuşak volkanik tüflerden imal edilmişler. Tek parça halinde volkanik kayaçlara oyulan heykel, palmiye ağaçlarından yapılan kızak sistemiyle dikilecek yere taşınıyor. Burada bir dipnot düşmek gerekir ki, adanın bitki örtüsünün yokolmasının en büyük sebeplerinden biri de, bu heykel transportasyon sistemidir. Dikilecekleri yere dik olarak taşınan heykeller yüzünden, Moai’lerin yürüyerek duracakları yere gittikleri inancı yerleşmiştir ada kültürüne. Bazı modern teorisyenler ise her zaman olduğu gibi dünya dışı varlıkların yardımından bahsederler.İlginçlikler bunlarla sınırlı değil. Heykeller rastgele bir yere, toprağa, kayaya ya da bir kaide üzerine dikilmiyor. Ahu adı verilen taş platformlara diziliyorlar. Bu Ahu denilen platformlar da apayrı bir yazı konusu ama ufak bir kaç bilgi verelim: Genelde denize bakan yerlere yapılırlar. Parça taşların (bazen eski Moai parçalarının) işlenmesiyle oluşturulurlar ve bu taşlar o kadar uyumlu yerleştirilirler ki, iki taşın arasına ince bir bıçak bile sokmak imkansızdır. Bu inşa tarzının Polinezya’dan çok Güney Amerika’daki İnka medeniyetini andırması ise kafaları daha çok karıştırmaktadır.

Mükemmel
Mükemmel “Ahu” İşçiliği

Moai’lerin Ahulara nasıl yerleştirildiği de hala bir muamma. 10 metrelik heykeli kaldırıp platforma yerleştirmek ya aşırı fiziksel kuvvet, ya da müthiş mühendislik bilgisi gerektiriyor. Ama bundan daha ilginç bir şey var: Pukao. Heykellerin başındaki kırmızı dev şapkaları farketmişsinizdir. Kırmızı renkte scoria denen bir volkanik taştan yapılan Pukao’lar, Moai’lerin başına dengede duracak şekilde yerleştirilirdi! Evet, tamamen ayrı bir parça bu şapkalar. Ve sürpriz! Oraya nasıl yerleştirildikleri bilinmiyor.Peki neymiş derdi bu halkın da işi gücü bırakıp hayatlarını heykelciliğe vakfetmişler? Esprili bir tip çıkıp: “Olum öyle birşey yapalım ki 1000 sene sonra milletin aklını alalım. Haydi koşun çok eğleneceğiz” demediyse modern araştırmacıların teorilerini ele almak gerekiyor. Moai’ler, klanlar arasındaki rekabette güç ve görkemin sembolleriydiler. Klanlar, daha büyük, daha çok Moai dikmek için rekabet ediyorlardı. Ve bu hırs, ilk başta sonsuz gibi görünen adanın ormanlarının sonunu getirdi. Ormanlar gidince, verimli topraklar da erezyona uğradı. Ada toplumu, nüfus ve kültür olarak zirvedeyken, adanın kaynakları tükenmişti. Kıt kaynaklar için mücadeleye girişen klanlar, birbirlerinin Moai’lerini yıkmaya başladılar. Hayatta kalmak için yamyamlığa bile başladılar. Adadaki mağaralardan birinin ismi, yerel dilde Ana Kai Tangata, “Adamın adamı yediği mağara” anlamına geliyordu. 10.000’lere ulaşan nüfus, Avrupalılar adaya gelmeye başladığında 750’ye kadar düşmüştü. Tekne yapacak ağaçları olmayan halk adada kısılıp kalmıştı. Kuşadam Kültü de, deniz yoluyla adadan ayrılamayan halkın kuşlara özenmesiyle ortaya çıkmıştı. Rapa Nui toplumu ve kültürü yokolmanın eşiğine gelmişti.Tam burada yardımsever Avrupalılar devreye giriyor. Adaya gelen köle tüccarları, sağlıklı buldukları herkesi köle olarak götürüyorlar. Daha sonra gelen daha da yardımcı misyonerler adada misyonlarını kuruyorlar. Tamamen çaresizlikten, ada halkı tamamen Hristiyanlığa geçiyor. Bugün, soyu adanın yerli halkına dayanan çok az kişi kalmıştır.Ada ve halkı hakkında geniş bilgilere buradan, buradan ve buradan ulaşabilirsiniz.