Uzun zamandır yazmıyorum. 27 Nisan Bildirisinden sonra yazı yazmadım. Ne Hafif’e ne başka bir yere.Bildiriyi sabah okuduğumda beynimden vurulmuşa döndüm. 28 Şubat’ın paletleri tam da benim, benim hayatımın üstünden geçmişti. Kendime gelmem ve hayata yeniden katılmam için 7 sene geçmesi gerekti. Doktoradan mezun olmam için birçok öğretim görevlisi, memur ve öğrenci beni yok saydılar. Bölüm başkanı resmi yazı gelene kadar gelip gidersin ama yazı geldikten sonra tek başınasın dedi. Yazı geldiğinde okul bitmemiş tez teslim edilmemişti. İşe girmek için tam 7 sene uğraştım. Türk büyükler benim çalışmak istemiyordu, iş başuvurundan davet aldığım şirketlerin İK’ları beni gördüklerinde küçük dilleri yutuyor, amirlerinin karşında zor durumda kalıyordu. En kibarları bir çay yada su ikram edip baştan savma sorular soruyordu. Öğretim görevlisi olamıyor, Türk şirketlerine giremiyordum. Evet itiraf ediyorum, şimdi yabancı küresel-kapitalist bir şirkette çalışıyorum. İşe beni bir İtalyan Müdür aldı. Türklerden oluşan Mühendis ekip beni destekledi hala da destekliyor. 27 Nisan bildirisinin ilk iş günü işe tedirgin gittim. İş akdimim fesh edilmesi ve kapı önüne konmam an meselesiydi. Hiç göz göze gelmediğim insanlarla göz göze geliyordum. Yemekte beni görmediklerini söyleyen çalışma arkadaşlarımın sözlerini manidar buluyordum. Susmaya karar verdim. Dikkat çekecek kadar sukut etmiş olacağım ki Hafif’ten bile nerelerdesin diye mesaj atanlar oldu. Korkuyorum diyemedim hiç birine. Kaç kişi beni anlayabilirdi ki!Bir müddet sonra normalleşme sürecine girildi. Kendimi biraz daha rahat hissetmeye başladım. Kendime nasıl zulmettiğimi fark ettim. Vehmim ferasetimin önüne geçmiş, tecrübeler en büyük akıl hocam olmuştu. Ben bunu hak edecek ne yapmıştım? Yaptığım şuydu: başörtümü çıkarmadan okumak istemiştim, baş örtümü çıkarmadan çalışmak, bilimsel çalışmalar yapmak istemiştim. Ama bir zümre kendi inhisarlarına aldıkları bazı alanlarında beni istemiyorlardı. İnançlarından sıyrıl öyle gel diyorlardı. Neden? Çünkü kamusal alan var, çünkü taşıdığım bir siyasal simge, çünkü baskı yapıyorum. Okuyamayan, çalışamayan, makalesi altına resmi basılamayan, konferanslara çağrılmayan benim, gel gör ki baskı yapan da benim.27 Nisan muhturası hep bu gizli yaraları deşti. Kendine ait bir istihbarat birimi olan Türkiye’nin en güvenilir kurumu sonradan tezkip edilen gazete küpürleri ile bir bildiri hazırlamış, mevcut hükümeti yerden yere vuracak tonlarca haklı sebep varken tutup Kutlu Doğum haftasına ilişkin etkinlikleri eleştirmiş, yetmemiş başörtüsünü yine Türkiye’nin gündemini belirleyen bir konuma oturtmuştu. Kargayı kendine kılavuz yapan Türkiye’nin en güvenilir kurumu kendine en çok güvenen toplulukları en güvenilmez ilan etmişti.Şimdilerde biraz teskin oldum. Hala en güvendiğim kurum beni en güvenilmez gören kurum olduğu halde. İçim acıyor. Son on yıllık tüm emeklerimizi çöpe attılar. Darbe karşıtlığı, halkın muhturası kodu ile tanımladıkları halk refleksi ile AKP’yi %50’ye varan destekle yeniden iktidar yaptılar. Ben kasıt arıyorum. Birçokları kullanıldı. Ama kasıt var, plan var. Aklı selim ise yitik değer…Çocuklarını düşman eden ebeveynler… Korkuyorum, çocuklarım ağlamaklı gözlerle gözlerime bakıyor. İçim acıyor, içim eziliyor… Ne diyeceğimi bilemiyorum.