“Şimdi artık kimse kimseye güvenmiyor, herkes birbirinden çekiniyor” dedim. “Evet, kaç katlı, kaç daireli apartmanda oturuyoruz, hiçbirimiz birbirimizi tanımıyoruz” dedi. “Ne yalan söyleyeyim kapıyı açmadan iki – üç kere kimsiniz diye soruyorum, yüreğim ağzımda açıyorum kapımı” dedim. “Organ mafyaları varmış” dedi. “Karıma parfüm alacağım, şu koku sizce nasıl deyip elini koklatıyormuş adamın teki, kokladığın an bayılıyormuşsun, arkadaşım bayıldı diye etraftan yardım isteyip, taksiye taşıyorlarmış, sonra birkaç gün sonra bütün iç organları alınmış halde bir çöp tenekesinde bulunmuş” dedi orta yaşlı, halinden, konuşmasından orta – üst sosyoekonomik sınıftan olduğunu hissettiğim kadın. “Bir yaşlı kadın varmış, caddeden karşıya geçebilmek için yardımınızı istiyormuş, yardım edip, kadının elini tuttuğunuz an, fark ettirmeden şırıngayla bayıltıyormuş, yardım edin, torunum bayıldı diye bir taksiye atlayıp götürüyormuş, onun da sonu aynı” dedi Arnavut göçmeni olduğunu söyleyen genç kız. “Tatile gittiğimiz yerde otele gitmeye korkuyoruz” dedi orta yaşlı kadın bu sefer de. Manken-sunucu Asuman Krause geçti sonra, sıramızı beklediğimiz salon gibi yerin önündeki koridordan. “Gerçekten de boyu uzunmuş” dedim, “güzelmiş hakikaten”, kadınların tümü bir perde yukarıdan baktılar ona, bir çeşit kıskanma, imrenme, beğenme arasında gelip giden bakışlarla. Bir süre konuşmadık. Üçümüz de farklı yönlere baktık bir otuz saniye kadar.Sonra bir dizi oyuncusu geldi, sıra için sayı aldı, pasaportunun süresini uzatmak için. İsmini bir türlü hatırlayamadım, onlar da hatırlayamadı. Asuman Krause’ye gösterilen ilgi, bu genç adama gösterilmedi pek, pasaport bekleyen kitlece. Saat on iki olacak da öğle arasını da beklemek zorunda kalacağız diye ödümüz kopuyordu. Sonra görevli memur, sistemlerinin gittiğini, bütün ülkede bilgisayar sistemlerinin çöktüğünü söyledi. Sırada bekleyen kadınlardan biri, neredeyse bağırdı, tersledi adamcağızı. O kadının işi muhakkak bugün mesai bitmeden yapılmalıymış, yurtdışı biletlerini ona göre almış, ne yapıp edip bilgisayar sistemini düzeltmelilermiş, sabahın köründen beri sıra bekliyormuş. Yapabileceğimiz bir şey yok hanımefendi, Ankara merkezli dese de görevli, kadın en son zorla parmak izi vermeye çalışıyordu üst katta.Sürekli korku ve endişe
Bu tip yerler her sosyal sınıftan insanların mecburen de olsa bir araya geldiği bir çeşit “salata-mekanlar”. Emniyet müdürlüğünde pasaport alma sırasındayız. Tabii burası devlet hastanesi gibi değil, çoğunlukla orta, orta-üst sınıf kadınları görüyorum sırada. İnsanların memurlarla ilişkilerini gözledikçe, genellikle görece daha zengin kadınların daha kaprisli, erkeklerin daha itaatkar olduklarını düşünüyorum. Oysa ekonomik dizgede aşağıya doğru indikçe durum tam tersi yönde gelişir. Görece daha fakir kadınlar sessizdir, bu sefer adamlar kurallara baş kaldırır, isyan etmeye daha meyillidir.Yazının girişinde bahsi geçen, organ mafyaları hakkındaki iki tipik şehir efsanesini daha önce de sayısız kez işittim, bunda herhangi bir sorun yok. Peki nedir bu orta – orta üst sınıfın korkuları? Bunca demir kapılar, sitelerde güvenlik görevlileri, alarmlar, insanların kalabalık caddelerde birbirlerine korkulu, güvensiz bakışları. Sonra da televizyonlarda dostluk, arkadaşlık, mahalle dizileri gırla gitsin, fena mı? Zeliha Etöz, “mahalle dizilerinin, 15-20 yıllık bir zaman diliminde kazandığı popülerlik, -büyük şehirlerin neredeyse yalnızca çeperlerinde ve küçük Anadolu şehirlerinin yine sınırlı bir kesiminde, büyük oranda daha önceki dönemlerdeki özelliklerinden pek çoğunu yitirmiş olarak varlığını sürdüren ve asıl olarak- yitip giden bir sosyallik formuna duyulan özlemin bir ifadesi gibiydi.” diye yazar bir makalesinde. Sözünü ettiği sosyallik formu, mahalledir, bir mahalleye ait olma hissi. Ayrıca aynı makalenin sonlarına doğru “Anlamsızlık ve boşluk hissi, ister istemez güven ve emniyet hissini zedeleyecek ve bunların yerini, giderek süreğen hale gelen bir korku ve endişe alacaktır” der “mahallenin yokoluşunun imledikleri”nden söz ederken. Muhakkak tanıdık gelecek. Mekan ve zaman farklı olabilir ama Etöz’ün işaret ettiği noktalar, boşuna gelmiyor, bu pasaport sırasında aklıma, değil mi?Sonra bir başka gün yeniden gittim, en fazla on beş dakika içinde sıram geldi, memur, iki-üç dakika içinde işlemlerimi tamamladı. Hemen ertesi de pasaportum, belirttiğim adrese, kapıma getirildi. Orta sınıfın endişeleri üzerine düşünürken pasaportumu almış oldum böylece. Bakalım, sırada Yunanistan’a seyahat edebilmek için vize var.* Zeliha Etöz’ün yazdığı “19. yüzyıl Ankara’sında mahalleler ve gündelik yaşam” (sayfa: 11-43) başlıklı makale, Sanki Viran Ankara (İletişim Yayınları, 2006, derleyen: Funda Şenol Cantek) isimli derleme kitap içinde yer alıyor.