Kırmızı panjurlu evde yaşıyorum ben. Bahçesinde tavşan elmaları var bir sürü. Okul havası katıyor bahçeye. Gittiğim lise de ve İzmir in sokaklarında çok olur. İyice kızardıkları zaman tatlarına da bayılırım. Keçiboynuzundan çok farklı değiller. Bir avuç yemeden tadına varamazsınız. Dikenlidir elinizi atıp bir avuç toplayamazsınız. Ama onları yemek dünyanın en eğlenceli işi oluyor kimi zaman.Buraya taşınalı üç sene oldu. Evi senler önce görmüştüm. Bordoya yakın dış cephesi ve demir kapısındaki sarmaşıklarıyla uzun süre önünden gelip geçerken izledim. Bakımsız bahçesi ve hüzünlü rengi çekmişti beni içine belki bu kadar çok. Yaşanmışlık ve ardından bomboş kalma hissi. Birlikte yenen akşam yemekleri, edilen kavgalardan sonra çarpılan kapıların evin temellerinde bıraktığı izler. Çocuk ağlamaları, içeride çalınan eski bir secaattin tanyerli plağı, mutfakta mırıldanılan bir tango.Eski İzmir hanımlarının ve beylerinin anıları bana geçti sanki evle birlikte. Belki şizofrence ama onlarla yaşıyorum artık. Akşamüstü bahçede çay içiyoruz bazen. Sokaktan bir laternacı geçiyor. rebetikolar çalarak. Mangalda demlendikçe tadı güzelleşiyor çayın. Bir yandan tömbeki kokusu dolduruyor bahçeyi. Sahilden gelen imbat çocukların saçlarında dolaşıyor. Son vapur dönüyor Karşıyaka’dan peşinde martı sürüsüyle…Günlerce evden çıkmadığım oluyor. Huzuru bırakıp karmaşanın içine düşmekten korkuyorum. Evin içinde yürüyorum. Her santimetresini biliyorum evin artık. Her gıcırdayan tahta parçasının yerini, Tırabzanın üzerindeki küçük çentikleri, tel dolabın yanındaki gül oymalarının tüm kıvrımlarını. İki apartmanın narin duvarları ittirmesiyle her gün biraz daha küçülüyor evim.Apartman dairelerine taşınıyor insanlar. Bir sürü insan gelip gidiyor. Sonra boyuyorlar duvarlarını. Marleyleri sökülüyor. Sanki orada kimse yaşamamış kimse sevişmemiş, hiç kimse ölmemiş, kimse ağlamamış gibi ruhsuz badana kokusuyla baş başa, hatırlanmayacak bir sürü silik ruha ekleniyor yeni komşularım.Ben ve evim yaşamaya devam ediyoruz…