Şimdi geziyorsun ortalıkta, ceza almadın, hiç kimse katil demiyor sana ve için rahat; bense parçalanan ruhumun kanatlarını hala toplamaya çalışan beceriksiz peri…

Eğer bir masal perisi, girerse rüyalarınaÖldü dersin gül güzeli, tılsımını kaybetti.


Dinlemeye katlanamadığın şarkılar vardır. Gömmeyi beceremediğin yaralar vardır….Yaralı bir ruhsundur, çoktan parçalanmış; elinde kalan tanelerle, ‘Hala bir şeyler yapabilir miyim?’ diye düşünen; edinen, duran, yoran, yorulan, en çok kendini yoran; hayat değil beynidir yoran, anları manasızlaştıran, derinliksizleştiren, varlığını sorgulayan; ‘Acaba varlığı hiç var mıydı?’ diye düşünen, bir yanıyla trajikomikliğine gülen, bir yanıyla kahrolarak ağlayan, yaralarını kapatmayı beceremeyen olduğunu kendine çoktan itiraf eden…Kim kurtarır seni sensizliğinden? Sen çekip alabiliyor musun kendini ıssızlığından? Hangi okyanusta boğulan son gemisin? Onar mı, düş yapraklarını; gün olur da sarılırken acı çekmeyeceğim günler gelir mi?Kimi zaman vardır ki, bir sarılmak darman duman eder içini. Sebep? Yarayı ortaya çıkarandır o dokunuş… Üzerini bir yüzyıldır örttüğün her seferinde, örttüğün yere toprakların kaydığı, betonun tutmadığı, deli yağmurların yağmurların yağdığı yerdir…
Sorun kapatmaya çalışmak mı, vazgeçmemek mi sevmekten? Yaranın sebebi bu mudur asıl bilmeyen insan oturur bilgisayarın başına, kafasını duvarlara çarpmamak için, ağlamamak için, antidepresan almamak için; kaçmak için yazar yazar yazar…Geride de ileride de bir tek yazılar var. En beteri de belki de bu. İyice ıssız ve korunaksız olan duvarlar su alıyor, gemi batıyor; kaçmanın anlamı var mı? Nereye kaçacaksın? Kendi içinde nereye gidebilirsin? Rezil anılar, hisler benliğine bulaşan yapışkan bir balıkken ve o balıklara dokunamazken dahi onları nasıl sevebilir ki ve belki de hayata tekrar nasıl dönebilir ki…Var mı bunun çaresi? Gün olur, açar mı yine hayaller ve aydınlatır mı günü geceyi; yeniden inşaa eder mi?Hayır, inşaa etse ne olur, her inşadan yıkık dökük çıkan gene ben değil miyim? Her hayalden kopuk ayrılan gelin. Hiç gelin olamayacak, gelin… Unutulmuş bir yalan rüyalarda…Yazılarından nefret edip ama yazılarından başka bir şeyi olmayan kadın, gece akar mı bana; kalır mı günüme? Var mıdır, seçmiş miyimdir ki, bu yazıyı? Yoksa seçilememeyi mi seçenim, bile bile; yaptığım sözleşmeye imza atanım, şimdi sızlananım.Aşk, yersiz bir avuntu mu, saflık mı, bir türlü büyüyememek mi; büyümeyi reddetmek mi, uyuyamamak mı?Geçip giden, seni bırakıp, evlenmiş ve gayet yaşamın keyfini sürerken; senin ağlaman hala salaklık olduğunu bile bile hala yola devam etmek; saflık mıdır yoksa cesaret mi?Doğru hangisi? Doğru var mı? Doğru her gezegende değişir mi? Doğruyu kabul etsem içim kabul eder mi, huzuru bulmamın yolu hangi doğrudan geçer? Doğru saydıklarımın üzerine doğru yazsam kendimi kandırmamın yolu var mı?Dayanmayı mümkün kılmanın- kolaylaştırmanın yolu günde on altı saat iş yapmak dışında ne olabilir? Kendinde kaçmak mümkün mü? Mümkünse nasıl kaçabilirim? Çare buysa nasıl yapabilirim? Çare buysa kendimden kaçmaya dahi razıyım.Ruhumun azabını bir parça, yalnız bir parça dindirmenin yolu hangi nehirde saklı, hangi mahzende ve hangi gizde ipeklere sarılı sır, dünden geleceğe…Dünden geleceğe taşınırken bakışlarım yıllar öncesi yerine Z. Olcay’ın yaşanmış izleri gibi ağır ve anlam taşımaya başlıyor. Yıllar önce arkadaşımın dediğini unutmuyorum: ‘Gözlerindeki ışı, parlaklık, coşku daim olsun; yıllar onu yitiremesin; dilerim.’ Ben de dilerdim. Dilerdim. Şimdi yol ne bilmeyenim. ‘Bu muyum ben, nerdeyim? diye soranım, iç sularıma soranım.Sorgu sual umurumda değil, devre sonunda dönüşümlere tercihlerini çoktan seçmiş ama haberi olmayan bir ruhun habercisiyim, diyeceklerim var… Sözlerim kendimi avutmaya yetmiyor.Kimi zaman an durur ve o an sonsuzmuş gibi gelirken; ardından her saniye cehennem cehennem azabın kelime anlamını kazıyorsa ilmik ilmik; işte o zaman sorarsın güzelim, sorarsın vazgeçsem mi doğru, devam etsem mi? Ruhum ölmüş, ben yasını tutuyorum, geriye kalanları toplamaya mecalim var mı onu dahi bilmeyenim.İlmiklerime işlenen düğümleri yalnız ben çözebilirim, biliyorum üstelim; ağlıyorum üstelik, ağladığımı saklıyorum üstelik, ağladığım için utanıyorum da üstelik, devam etmeye hiç mecalim yok; bunu itiraf etmek dahi kendime fena koyuyor. ‘Ben nasıl güçlü olamam?’ diye düşünüyorum. Bu soru ise öyle ağır geliyor ki, bu soru da, sorunun kendisi de, yanıtı da ;tüm kazıklardan daha fazla koyduğunda içine, o zaman derdin; yine yine yine başkasıyla değil, kendi ruhumla oluyor.Azabın kedisi cayır cayır bu süreçte işve yaparken; sen, ‘Yaşamda nasıl devam ederim?’in derdinde oluyorsun.Üstelik bilirim üstadım, bilirim ki; hiç acıması yok şu kahrolası gerçek denilenin. Acıması olmayanın tutsağı olmuşsan eğer, hangi politik duruş çıkartır ki seni mahzenden; kendi düştüğün mahzen en kötüsüyken, insanın kendi belasını kendisini bulduğunu bilirken; derdin kendinleyken üstadım, dünyadan/ kendinden kaçmanın bir yolu var mı?
Bir hediye ver bana. Tutunabilmem ve illa ki devam edebilmem için yalanlara, hala hala inanacak –yutmasa da gargara yapmayı bünyeye sindirebilecek- bir yanım olması için çare var mı? O ya da bu çare ne?Aşka bulaşıp belanı bulmak mı yoksa aşksız kalıp ruh nasıl dondurulur, bunun çaresine bakmak mı? Ne? Yolun sonunda olduğunu hissettin mi? Epey öğrendiğini ve hiç öğrenemediğini. İyi bir öğrenci olmadığını, tüm öğrendiklerinin güme gittiğini…Anlam denilenin olmadığını, anlam bulmanın şart olduğunu, doğru ya da yanlış bir anlam bulman gerektiğini… Ruhunu yakman gerekse de nereye gitmen gerektiğini bulman gerektiğini… Uyuyamıyorum… İçimde yanan kızıl bir sonbahar yaprağı…Düşlerim yandı. Şimdi düşsüz ne yapacağım? Hala içimde küçük bir çocuk etrafına bakıyor, hiç büyümemiş- altı yaşında… Hala savunmasız ama bu sefer yalnız olmayı başarması bekleniyor-muş. Beceremiyor.İçimdeki yangını durdur, bana bir sır ver. Korunaksız duvarlarımı bana bırakacak yalanlara ihtiyacım var. Yalan dahi olsa devam etmek için yangınsız günler yaratmalıyım evrenimde…Bu kadar sızılı şarkı, bu kadar sızılı ben… İçimi ezip geçtin, tek kurşunla vursaydın şayet; -bugün anladım- inan, bu denli parçalamaz/ parçalayamazdın beni. Bugün anladım, hıçkıra hıçkıra ağlarken; tek kurşunla vursaydın şayet, ‘Sana katil denir miydi?’ bilmiyorum…Şimdi geziyorsun ortalıkta, ceza almadın, hiç kimse katil demiyor ve için rahat; bense parçalanan ruhumun kanatlarını hala toplamaya çalışan beceriksiz peri…