(Şimdilik bölümler kısa kısa ama uzayacaklar…)Bölüm 1Saat kullanmadan istediği zamanda uyanan insanlardan değilim.Hiç bir zaman da olmadım ama o sabah sanki yetişmem gereken bi işim,eşim tarafından hazırlanmış bir kahvaltı masam ya da okuluna yetiştirmem gereken bir çocuğum varmış gibi aceleyle uyandım.Saat sabahın sekizi idi ve ne bir işim,ne bir eşim,dolayısıyla ne de bir çocuğum vardı.Dedim ki uğraşma Şahin arama,burda kalman için de bir sebebin yok,ikile.Yataktan kalkmanın bile kuralları vardır bilir misiniz?Ne kadar aceleniz olursa olsun.Önce sırtüstü boylu boyunca uzanıp,tüm vücudu düzleştirmelisiniz.Hangi yönden kalkıyosanız (bu önemlidir aslında sağı tercih etmeli insan) o yöne dönüp ellerimizden yardım alarak doğrulmalı ve ayaklarımızı yataktan sarkıtmalı,sonra da yavaşça kalkmalıyız.Askerseniz diş fırçalamanın bile kuralları olduğunu bilirsiniz ve “Kurallı olan herşey angaryadır” mantığıyla diş fırçalamaktan nefret edersiniz.Evet yataktan kalkmanın belli kuralları vardı ama bu günlük ihmal edilebilirdi.Gidiyordum.Gideceğim yer hiç tanışma fırsatım olmayan bir adamın farkında bile olmadan yapmış olduğu referansı ile bir anda belirdi aklımda.Ankara’ya gidecektim.”Ankara’ya öyle yakışırdı ki kar,alfaltlar ışıldar,buz tutardı resmi yalanlar”Bölüm 2Beyaz bir t-shirt ve bir jeanle yolculuk kostümümü tamamlayıp,Esenler Otogarından Ankara’ya seferleri olan firmaların bir kaçının isimlerini almalıyım diye düşündüm.Bu sabah öyle planlı programlıydım ki,sadece kaçarken planlı yaşıyor olmaktan kendimce biraz utanç duyduğumu itiraf etmeliyim.118 bilinmeyen numaralar hattında çalışanlara oldum olası garip bir sempati duymuşumdur.Her çağrıyı cevaplarken isimlerini söylemek zorundalar.Olası bir şikayette müşteriler isimlerini bilsinler diye mi acaba.Hangisi hatırlıyordur ki çalışanın ismini?Bir kaç çalıştan sonra- Ben aysel,nasıl yardımcı olabilirim?Bunu günde kaç kez söylüyor olabilir acaba diye düşündüm.-Aysel hanım iyi günler diliyorum.Umarım keyifler yerindedir.Şu an muhtemelen dondu kaldı diye düşünürken ilk şoku çabuk atlattığını belli edecek bir hamleyle “Teşekkürler” dedi.-Esenler Otogarı telefonu lütfen.-Takip edin.Bilgisayardaki bu kadından nefret ediyorum.”Aradığınız numaranın sehirlerarası kodu 2 -1 – 2 ,telefon numarası …”118’den aldığınız telefon numaralarına ya cevap veren kimse olmaz yada bir kaç kez çaldıktan sonra sağır edici bir biiippppp sesiyle beyniniz patlar.Nitekim de yine öyle oldu.Fakat şehri terketmeye hazırlanan bilge bir guru edasıyla sakinliğimi muhafaza edip,bir kez daha 118 i aradım.Bu sefer operasyon başarılıydı,arayıp zeynep hanımı tebrik etmek isterdim ama bir daha karşıma çıkma olasılığı oldukça düşüktü.Şehri terkediyordum ve buna ben bile inanamıyordum.Önce kocaman bir bavul çıkardım,babamın askere giderken kullandığı bavula benzediğini farkettim,daha sonrasında da benim ona sıgacak kadar çok kıyafetimin olmadıgını.Bir sırt çantası evet tam olarak ihtiyacım olan bir sırt çantası idi.Mücella Hanım (benim aylık temizliğimi yapan,üç çocuğunun üçü de bir baltaya sap olamamış,sevimli kısa boylu,hani tıknaz derler ya öyle bir kadın işte) kimbilir nereye kaldırdı?Genelde bu tür esyaları yatagımın altındaki bazada bulduğum fikri şimşek gibi çaktı beynimde,yanılıyor olmama ihtimal bile vermeyerek baktığımda evet ordaydı.Mücella’yı bile kendimden iyi tanımışım.Sırt çantama bir kaç tane jean,bir kaç gömlek ve t-shirt,şampuan,diş macunu ve fırçası,fotoğraflarım ve bir kitap sığdırdım.Kahvaltı yapmamıştım ama kendimi eğitebilirdim değil mi?Evime göz ucuyla şöyle bir bakıp kapıyı var gücümle kapattım.Anahtarları kapıcıya bırakmalı mıydım?Yo hayır,buna dayanamam.”Nereye gidiyon abi,ne zaman gelecen,abi çiçek filan varsa anahtarı bırak ben hallederim.””Yok İhsan sağol kısa bir seyahat bu” Başıma gelecek diyaloğu biliyorken böyle bi hataya düşemezdim.Bölüm 3Oldum olası merak etmişimdir;tesbih çeken hemcinslerim bundan nasıl bir haz alırlar ki ,ellerinden eksik etmezler ve hatta sıkça kaybeder bir de kaybolduğunda çılgına dönerler?Bekleme salonunda karşımda bekleyen adam büyük ihtimalle bir kamyon şoförüydü.Sırtında en az on kilo olduğu anlaşılan deri bir mont,içinde yünden bir yelek vardı,ceplerini tıkabasa doldurmuş.Başındaki kasket kelliğini kamufle etmişse de bunu tahmin etmek hiç zor değildi.Tehbih de tesbih ama ha sanırım akik,ama o çıkardığı ses yok mu benim gibi sakin bilge bir guruyu bile sinir krizine sokabilir.Haber metnini okur gibiyim.”Gün geçmiyor ki bir vatandaşımız acımasızca işlenmiş bir cinayete kurban gitmesin.Esenler otogarında tesbih sesi yüzünden başlayan kavga ölümle bitti.İsminin Şahin Zor olduğu öğrenilen katil,Abdullah Aydoğdu isimli kamyon soförünü kendi tesbihi ile boğdu.Ekipler olay yerine geldiğinde katil zanlısı “Pişman değilim bir daha olsa bir daha yaparım ” dedi.” En iyisi dışarıda beklmekti,üşümek bu sesten kötü olamazdı.İstanbul ölmek üzere olan bir hastaydı sanki ve son arzusu ona son kez bakmamdı.İlk kez görüyormuşum gibi Esenlerden boşluğa bıraktım gözlerimi.Tüm binaları (Çoğu sağır cephe idi),kuşları,arabaları,arada sırıtan ve nasıl oldu da bu zamana kadar yeşil kalabildiler diye düşündüğüm bir kaç ağacı seyrettim.Biliyordum ki bunlardan hatırımda kalan tek şey o güzelim kuşlar olacaktı.Nasıl bu kadar cesur olabilmiştim yada bu cesurluk değil miydi?Nasıl bu kadar ıssızken,bu kadar umursamaz olabiliyordum.Belki de Yeşim haklıydı ben gerçekten anlaşılması zor,ilkokul çocuğundan farksız koca bir adamdım.Yeşim….Aklıma gelmesi gereken en son şeydi ve biliyordum ki nereye gidersem gideyim,vücudumda nerede oldugunu bilmediğim bir yerlerde onu da götürüyordum.