Bu yazı, www.countercurrents.org ve www.endofcapitalism.com sitelerinde yayımlanan, olan The End Of Capitalism? adlı yazı dizisinin ikinci kısmının çevirisidir. Orijinal yazı çok uzun olduğu için sadece bir bölümü çevrilmiştir. Çeviri için her iki siteden ve makalenin yazarı Alex Knight’tan izin alınmıştır.Alex Knight, Kapitalizmin Sonu Teorisini savunanlardan biridir. Küresel kapitalizmin sona ermek üzere olduğunu ve kapitalist olmayan bir geleceğin yolda olduğunu söylemektedir. Lehigh Üniversite’sinden Elektrik Mühendisliği Lisans, ve Siyasal Bilimler Mastır programlarını bitiren yazar, şu anda Philedalphia’da yaşamaktadır. 2007’den itibaren www.endofcapitalism.com sitesinin editörlüğünü yapmaktadır.**NOT: Bu çeviriyi yapmak için harcadığım zamandan da anlaşılacağı üzere, yazarın fikirlerine genel olarak katılsam da, bunların birebir benim fikirlerimi yansıttığı iddia edlemez. Burada yazılanlar öncelikle yazarı bağlar.KAPİTALİZMİN SONU
Zamanımızı, Wall St. dilini öğrenip ekonomik krizi bankerlerin ve kapitalistlerin bakış açısıyla anlamaya çalışarak harcamak yerine, kendi referans noktamızı oluşturup yüzeyde görünenin altını araştırdığımız takdirde krizin kökenlerini anlamak konusunda daha fazla yol kat etmiş oluruz.Kapitalizmin sonunu anlamak için sistemin nerede başladığını bilmeliyiz. Kapitalizm, 500 yıl boyunca gezegende bir kanser gibi yayıldı. İlk olarak Batı Avrupa’da, “mülk” kavramıyla yerlerinden edilen köylülerin ve çiftçilerin sırtında oluştu. Bu mülkler, zorla özelleştirilmiş topraklardı. Önceleri paylaşılan ve ortak kabul edilen tarlalar çitle çevrilmişti. Devlet, bu sürecin uygulayıcısı olmuş, fakir halkı evlerinden ve geleneksel olarak ortak kabul edilen topraklarından kovmuştu. Toprak, büyük ölçekli çiftçilik ve hayvancılık yapabilmek için küçük çiftçilerin elinden alınmıştı.Aynı dönemde, Avrupalı devletler milyonlarca Afrikalıyı köleleştirmeye, Kuzey ve Güney Amerika yerlilerine soykırım uygulamaya başladı. Artık, bu iki “yeni” kıta, köleleştirilmiş iş gücüyle sonuna kasar sömürülebilir, Avrupa’da yükselmeye başlayan kapitalist elit sınıfa muazzam bir servet aktarabilirdi. Teni renkli insanlara uygulanan bu vahşet, kapitalizmin bütün gezegene yayılmasına aracı oldu. Buna bir de, yüz binlerce kadının diri diri yakılmasına ve işkence görmesine sebep olan cadı avı eklendi.Silvia Federici tarafından yazılan Caliban and the Witch: Women, The Body, and Primitive Accumulation adlı kitap, kilise ve devletin, evlilik dışı cinsel ilişkide bulunmak, zina yapmak, kürtaj veya bebeğini düşürmek gibi eylemlerde bulunan cinsellik açısından asi kadınlara, cadı avını kullanarak nasıl zulmettiğini anlatır. Ayrıca ebe, şifacı ve falcı gibi köylü toplumlarda saygı gören kadınları da hedef almışlardı. Yazar bu kitapta, cadı avının sona erdiği 17. yüzyıla gelindiğinde kadınların toplumdaki rolünün çoktan yeni işçiler üretmeye veya ücretsiz ev işçiliğine indirgendiğini anlatır. Federici, bunların tam da yeni kapitalist sistemin kadınlardan istediği rol olduğunu iddia eder; çünkü kadınların karşılığı verilmeyen emekleri, tıpkı Afrikalı kölelerin karşılığı verilmeyen emekleri gibi kapitalist kârlılığa tavan yaptırmıştır. Kadınları, ev kadını ve anne olarak eve mahkum etmek, toplumun devam etmesi için şart olarak emeklerinin değerinin hiçbir zaman verilmemesi anlamına geliyordu.Kadınlar son elli yılda bu paradigmayı yıkarak özellikle Kuzey Yarım Küre’de büyük kazanımlar elde etmiştir. Ancak Güney Yarım Küre’de kadınların durumu, kapitalizmin nüfuz etmesiyle birlikte daha da kötüye gitmiştir.Federici’nin çalışması, kapitalizmin, en iyi şekilde devlet müdahalesi olmadan işleyeceği gibi muhafazakar kapitalist iddialara, ayrıca Marksizm’in kapitalizmin, kapitalizm öncesi sürecin doğal devamı olduğuna dair lineer tarih söylemine karşı gelmektedir. Tam tersine, Federici cadı avı örneğini vererek, kapitalizmin her zaman için devletin uyguladığı şiddete güvendiğini ortaya koymuştur. Kapitalizm öncesi toplumların da ideal veya özgür olmadığını çok kesin bir şekilde vurgulamakla birlikte, çıkardığı asıl ders, kapitalizmin hayatın kendisine düşman olduğu, ve yayılmasıyla birlikte hepimizin üzerinde çok olumsuz etkileri olduğudur.BÜYÜMENİN SINIRLARI
2010 bu açıdan, 1492’daki ve 1929’daki durumdan çok daha farklıdır. Önceden, kapitalist sistemin kâr etmek için sömürebileceği koca kıtalar, insanlar ve devasa doğal kaynak rezervleri vardı. Küreselleşme harikalar yarattığına ve artık aynı McDonald’s hamburgerini dünyanın neredeyse her yerinde yiyebileceğimize göre, hangi piyasalar büyümeye devam edebilir? Bana kalırsa, çok azı. Büyümenin sınırlarına artık ulaşıldı. Sistemin büyümeye ihtiyacı var, ama büyüyecek alan bulamıyor. Makine, kârın yarın gerçekleşeceği ümidiyle işlemeye devam ediyor. Bu yüzden de, sanal büyüme yaratarak partinin devam etmesi için internet krizi veya emlak piyasası krizi gibi spekülatif balonlara başvuruyor. Ama bu sadece geçici bir strateji. Balonun her patlamasında, yarattığı sersemlik daha uzun sürüyor. Gerçekler kendini göstermeye başlıyor. Uzun süreli ve istikrarlı büyüme sürdürülemez; çünkü kapitalizm artık kendi sınırlarına basıyor. Finansal piyasaların neden çöktüğüne dair basit bir açıklama istiyorsanız, sebebi budur işte.Büyümenin sınırlarını iki bağlamda ele alabiliriz: Ekolojik sınır ve sosyal sınır.Ekolojik sınır, dünyanın daha fazla doğal kaynak verememesinden veya meydana gelen zarara daha fazla direnememesinden kaynaklanan kısıtlardır. Ekolojik sınırların çok uzun bir listesi var. Neyse ki bu konudaki bilinçlilik giderek artıyor.Belki de en önemli sınırlayıcı etken petroldür. Ben buna, endüstriyel kapitalizmin can damarı diyorum. Şu anda dünya üzerinde, petrolün yerine geçecek bir madde yok.PETROLÜN TEPE NOKTASI
ABD, petrol tepe noktasına 1970’de ulaştı. Petrol, 1859’da Pennsylvania’da keşfedildi. ABD kısa sürede, tıpkı bugün Suudi Arabistan’ın olduğu gibi dünyanın ana petrol ihracatçısı oldu. Petrol tepe noktasına ulaştıktan sonra ABD kronik bir şekilde ithalatçısı oldu; ve bunu ödemek için de ciddi bir borca girdi. Günümüzde, ne yapılırsa yapılsın ABD petrol üretimini 40 yıl önceki seviyeye çıkartmanın imkanı yok. Hatta, günümüzdeki üretim o dönemin yarısı kadar ve giderek de azalıyor.Bir başka önemli nokta da, küresel petrolün bulunmasının tepe noktasına 1960’da erişilmiş olmasıdır. Son 50 yılda dünyada giderek daha az petrol bulunmaya başlanmıştır. Talep giderek artmakta, ancak petrol şirketleri daha fazla siyah altın bulmak için ne yaparsa yapsın, arz büyümemektedir. Ucuz ve kolay çıkan petrolün büyük bir kısmı bittiği için, petrol şirketleri şimdi tam bir felaket bölgesi olan Meksika Körfezi gibi uzak bölgelerden çıkartmak için milyonlar harcamaktadırlar. Petrolün tepe noktasının gerçek bir durum olduğunu biliyoruz. ABD’nin başına geldi. Dünyanın hiçbir yerinde, artan petrol talebini karşılayacak kadar petrol bulunmadığını da biliyoruz.

Fiyatların tavan yapmasına rağmen küresel petrol üretimi duvara tosladı
Fiyatların tavan yapmasına rağmen küresel petrol üretimi duvara tosladı

Hubbert’s Peak ve Beyond Oil kitaplarının yazarı Princeton’da jeoloji profesörü Kenneth Deffeyes’in hazırladığı grafiğe dikkatinizi çekmek isterim. Grafikte, küresel petrol üretiminin fiyat-üretim karşılaştırmasını yapıyor. Küresel üretim 27 milyar varile çıktığında fiyatların da fırlayacağını görüyoruz.Ekonomiye giriş dersinde, fiyat artarsa arzın da artacağı anlatılır. Yani, yükselen fiyatlardan yararlanmak için yerden daha fazla petrol çıkartmak ve pahalı petrol kuyuları kurmak petrol şirketlerinin faydasına olacaktır. Oysa, fiyat ne kadar artarsa artsın üretimin duvara çarptığını görüyoruz. Defeyyes, tepe noktasına çoktan ulaşıldığını iddia ediyor. Fiyatlar daha ne kadar artarsa artsın, üretimde büyüme mümkün olmayacak.Tepe noktasına ulaşan tek kaynak petrol değil. Doğal gaz da aynı durumda. Kömür ve uranyumunki de çok uzakta değil. Hepsi de, temin edilebileceğinden çok daha büyük bir hızla tüketiliyor. Kapitalizm, üretim yapmak için kaynakları, ürünleri ve emeği organize ederek bir yerden bir yere taşıması için bol miktarda ve giderek büyüyen enerji kaymaklarına ihtiyaç duyar. Oysa 500 yıldır ilk defa olarak daha az enerjinin temin edilebildiği bir döneme giriyoruz. Mevcut enerji daha pahalı olacak, kârlar da büyük oranda azalacak.Ekonomik krizi petrolün tepe noktasına ulaşması mı tetikledi? Bunu söylemek zor. Kesin olarak bilinen şey, 2007-8 döneminde petrol fiyatlarının tavan yaparak varil başına 150$ gibi rekor bir seviyeye ulaştığı. ABD Merkez Bankasının eski başkanı Alan Greenspan da 2002 yılında “ABD’de 1973’ten beri bütün ekonomik darboğazlar petrol fiyatlarındaki keskin artışları takip etmiştir.” demişti.Sosyal sınırlar konusunu sonraki yazımda ele alacağım.