Kalem dedi, kalem düşüncelerin ta kendisi… Hepsi ondan çıkmıyor mu ? Kalemle, kağıdın teması değil miydi yüzyıllardır insanları kendine bağlayan fikirleri bulan, onları öldüren, kimilerini yaşatan. Bir karalama, bir imza, bir nokta ve bazen bir kalemin kırılmasıydı insanların hayatlarını değiştiren. Bir mektupta gizliydi tüm aşk hikayeleri ve yine kalemle kağıdın dansı anlatırdı herşeyi. Keramet kalemde miydi yoksa kağıtta mıydı? Kağıt hep boş beklerdi, kalem olmasa duygularını dökemezdi belki de. Ama kalem bazen duvarlarda, bazen sıralarda bazense kirli bir araba camında ortaya çıkardı. Bazen buruştururlardı kağıdı, bir kenara atarlar, kalemle kağıdın dansı yarım kalırdı. Kimi zaman alalacele dans ederlerdi, yaz yağmuruyla toprağın dansı gibiydi bu, çabuk, içten ve derinden…Bazen saatlerce öylece bakarlardı birbirlerine, çok kere dansa kaldıramazdı kağıdı kalem, utanırdı ve belki de sıkılırdı içini ona dökmekten. Dans etmek sadece iki bedenin öylece sallanması değildi, farklı hayatların, farklı insanların bir amaç uğruna bir araya gelmesiydi belki de. İkisinin amacı da kendilerini ifade etmekti. Yalnız kağıt hala üzülüyordu. En son bir çocuk üzerine bir ağaç çizmişti, sonra başka bir çocuk geldi ağacın dallarını çizdi ve başka bir çocuk dallarına adamlar astı, sonra bir çocuk daha bir çocuk daha … En sonunda cesetler, tanklar, ölmüş çocuklar, kırık dallarla kaplı bir kağıt kaldı masada. Haykırmak istedi, haykıramadı, sesi yoktu, beyaz bir derinlikti sadece o.. Kalemsiz ifade edemezdi kendini..Hayır, hayır dedi, düşündüklerim bunlar değil.. Hepsi o kalemin suçu diye geçirdi içinden. Kalem oralı bile olmadı, artık alışmıştı bunlara. Geçenlerde bir katilin robot resmini çizmişti, sakalları sık, kocaman kara gözleriyle, ince dudakları ve geniş burnuyla bu adamı tanımıştı kalem. Alnının ortasında bir kurşun yarasıyla çizmek isterdim onu diye geçirdi içinden.Silgi, ben de bu hikayeye dahil olmak istiyorum dercesine bir köşede bekliyordu, benim işim yok etmek değil, hataları düzeltmek, kalemin yaptığı yanlışları ancak ben düzeltebilirim diyordu. Kağıt onu dinlemedi. Ses çıkarmadan anlaşıyorlardı sanki. Belli ki kağıt, silginin geçen onu tahriş etmesine hala kızıyordu. Silgi, hatasını kabullenmişti. Tüm hırsıyla hataları düzeltmeye çalışırken, yeni hataları yapmak sadece insanlara mahsus değil dedi.Yazar şimdi sinirlenmişti, bunları bana mı anlatıyorsunuz dercesine aldı kağıdı eline. Işığa doğru tuttu, kağıdın sahte olup olmadığını mı anlamaya çalışıyorsun dercesine baktı kalem. Yazar, kalemtıraşa uzandı, senin çenen gittikçe uzuyor biraz kırpalım dedi. Kalem sonun yaklaştığını biliyor gibiydi, gün geçtikçe kısalacak, kısalacak ve bir gün markası dahi görünmeyecek, yazar denen o adam onu çöpe atacaktı. Biliyordu, kaç arkadaşı daha markaları bile okunurken gitmişti kalem cennetine.Kalemtıraş, uykudan yeni uyanmıştı, ağzı leş gibi kokuyor, midesi neler yediğini belli edercesine dışarı sarkıyordu. Kırmızı, yeşil, mavi kalem artıklarını gizleyemedi mahcup gözlerle, yine dedi fazla kaçırmışım.. Bir hışımla kemirmeye başladı kalemi, yanlardan alayım, üstler kalsın çok pis karizma olacaksın diye espri yaptı, kimse gülmemişti. Hani berbere her gittiğinizde, berber sizden bir canavar çıkarmayı başarır ya öyle oldu, kalem hiçbirşeye benzememişti. Neyse en azından hala yazabiliyorum diye teselli etti kendini.Yazar, kalemi eline aldı, ona bakıyordu. Büyük iki gözlük camının arkasında, yeşil kısık gözler ve ince uzun kaşlar onu inceliyordu şimdi. Sen dedi kalem, çağları kapatıp, çağları açan, insanları peşinden sürükleyen sen dedi, sadece esirimsin. Ben olmasam sen sadece bir odun parçasısın dedi, hiddetle. Sonra bir çat sesi duyuldu, bir çat daha ve ardından son bir çat daha. Herşey bir anda oluvermişti, kalemtıraş sadece geğirebildi, kağıtsa eski bir dostunu kaybetmiş gibi donuk donuk bakıyordu.Şimdi kalem dört beş parçaydı ve çöplüğün en karanlık, en pis yerinde korkuyor, kolunu, bacağını, ellerini arıyordu… Yazar onu kırmasaydı, bizi sen kullanıyorsun ya seni kim kullanıyor ? Basit bir kuklamısın, yoksa basit bir kuklacı mı ? diye soracaktı..Yavaş yavaş akşam oldu, zaten hiç bir zaman aniden akşam olmazdı, yazar kafasını kağıda yaslamış uyurken buldu kendini. Uyanır uyanmaz kaleme baktı, hepsi yerli yerindeydi. Usulca yaklaştı kaleme ve basit bir kuklayım ama iplerim de benim elimde dedi..