İstanbul’un sıkışık trafiğinin, konutlarının, yaşam alanlarında sıkışmış milyonların havada oluşturduğu boğukluk ve onlardan geriye kalan yorgunlukla yataktan kendini, bir askerin savaşın en heyecanlı, kargaşalı anında sipere atışı gibi dışarı atış… mecburiyet, içten içe gecenin bilmem kaçında bilgisayar başında seni dizi izlemeye mecbur eden senarist ve yönetmene sövüş… bile bile lades durumu…hızlı bir şekilde üst baş, tarak, traş derken evden bir su bardağını kafaya dikmenin verdiği huzur ve huzursuzlukla çıkış. çıktığın anda başlayan kargaşa ve her ne kadar uğraşsan da ondan önce hayata başlayamadığın bakkal amcayı görüş.. eyvallah baba, canın sağolsun, bidahakine inşallah, sözlerine aşina olduğumuz, gözleri samimi bakan, bu zamanlarda bulmak zor, emiceye bir kafa selamı cakma, bu arada herkesin bir şekilde bir yere koştuğunun, mücadele ettiğinin farkındalığıyla, hayata sanki derse geç kalmış, öğretmenin anlattıklarından çok önemli şeyler kaçırmış çocuklar gibi, 1-0 yenik başlamanın verdiği hüzünle, tek şerite düşürülen yol yüzünden yürüyerek yeni durağa doğru yollanma..artık aşina olduğun, görmeden yakınlaştığını hissettiğin körüklünün sesini duyman ve adımlarını hızlandırman, kafada kısa bir hesap, olasılıksız’ı okumuş olmanın verdiği hazla, durağa kalan uzaklık, adımların hızlanması ve körüklüden, istanbul’un her haline şahitlik eden otobüsten önce, durağa varış fakat olasılıksız yazarının dahi gözardı ettiği gerçek, tıkabasa, aynı karikatürlerdeki gibi dolu bir otobüs, kiminin sadece kafası, kiminin kolu, kiminin bilmem neresi gözükmekte, toplasan bir tane insan edecek şekilde cehennemden kaçar gibi tıkış tıkış yapılan yolculuk… oldu mu 2-0 çaresizce bekleyiş, minibüs gecmekte, binsen, oradan metrobüs, oradan tramvay derken, çarp 30’la etti mi yüksek bir küsürat, bir de bunun işten dönüşü var… mecburen, mecburiyetten bekleyiş… göründü… ufukta yeni bir otobüsün görünüşüyle durakta heyecanlanma, yaklaştıkça tekrar tahminler yürütülür, ön boş mudur, arka veya orta kapı mı açılacaktır, merak ediş, otobüsün içeridekilere inat, yavaşlaması, orta kapıyı açışı ve voltran’ın sağ kolu olmak için atağın yapılması, herkesin yüzü bir parça, ayakta çocuklu kadınlar, bastonlu dedeler, genç kızlar, erkekler, ellerinde posetlerle, testlerle hastane yolunu tutan biçareler ve yandan basbas bağırarak geçen, bilmem ne partisinin muhtesem belediye baskanın koltuğa oturursa etrafındakilerle götürürken halka da ne düşerseni paylaştığı gıcık bir ses… küfrediş, hale de hayata da, ana da… bir sonraki durağa yanaşma, biraz önce dursun diye diye dua eden biz nefsine mağlup olanlar, simdi durmasın aman kapı acılmasın, rahatımız bozulmasın diye dua etmekteyiz, nafile söförün gözü doymaz, para paradır, 1 ya da 2 lira… yer mi var be seslerine işe geç kaldık abi napalım diyerek ite ite gerekirse biniş, ileriki durak Allah’tan e-5… otobüste boşalma, rahatlama, çok da değil yani, mübarek boşaldıkça sıkışma durumu hakim, sinir katsayısı, ayakkabının basılma sayısına göre artmakta ve yokuş, söförlerin en sevmediği durak, otobüsün tam hızlandığı anda yavaslama ve tekrar kalkma, ne gerek var canım, halk biraz daha yürüseydi ne olurdu yani di mi, binerken iyi, inerken kötü… bir cocuk iner, kapı kapanır, acelesi vardır artık söförün, yavas yavas giden o değilmis gibi, bir saniye bu cocuk tek değildi ki, anne bir kucağında bebeğiyle durdurur tekrar otobüsü… inerken dikkat edilir ki bebek zannettiğimiz küçük bir cocuktur, yasını anlayamayız, engellidir, anneye, sabrına, o duruma rağmen sabrına bakılır, hayata bizim tabirimizle 5-0 hatta 10-0 baslamıs gibi görünür ama öyle değildir, sıfırların yanına 1 koymustur anlasılan, otobüs devam eder, kulakta az sesle söylenen yorumlar eşliğinde, helal olsun kadına, biri yer vermedi vs diye… gider otobüs, her durakta bir yolcusunu geride bırakarak…