İyi ve kötü, siyah ve beyaz, kan ve gül, melek ve şeytan. Neden hep kötüler kaybetmek zorunda diye sormuştum sana. Birilerinin de kötü olması lazım. Yoksa bu kadar fazla iyiliğin bir anlamı kalmaz. Hem gerçekte kötü olandan zarar gelmez insana. Amacının kötülük olduğunu bilirsin. Ona göre davranırsın, hazırlıklısındır. Ama iyi olanın içinde her zaman bir kötülük yapma potansiyeli vardır ve korkarsın bundan. Güvenilmez olan odur aslında. Hangisi daha çok zarar verir sen söyle madem: Kötüden gelecek iyilik mi, iyiden gelecek kötülük mü? “Kötüsün sen!” Peki hiç sordunuz mu ona “Sen neden kötüsün?” diye, hiç merak ettiniz mi neye kızıp ruhunu sattığını?

Ruhumu sattığımı söylemiş miydim sana? Karşılığında hiçbir şey vadetmediler, ben de bedelsiz verdim onlara zaten. Beni çok istediklerini biliyordum zaten. Sayıları azdı, yardıma ihtiyaçları vardı. Denge bozuktu. Çünkü herkes iyilere yardım ediyordu durmadan. Adil olmayan bir savaş. Ben kurtaracak değilim tabi ki onları, senin de dediğin gibi hiper egom yüzünden böyle konuşuyor olabilirim. Ama ne kadar kötü olabileceğimin, can yakabileceğimin farkındayım. Onlar da farkında. (Ve artık sen de farkındasın.)İyi olmaya çalışan kötüler, kötü olmaya çalışan iyiler. Gece sana bir soru sormuştum hani: “Sen saf iyi misin?” diye. Cevap veremedin bir süre, susup kaldın. Ne diyeceğini bilmiyordun çünkü. Kendinle çelişmeni izledim bir an. Zaten vereceğin cevabın hiçbir önemi yoktu benim için. Senin görmeni sağlamaktı benim yapmam gereken. Hiçbir zaman kendine söyleyemeyeceğin, itiraf edemeyeceğin şeyler var içinde. Kimseye anlatamadığın, anlatsan da anlamayacaklarını düşündüğün şeyler. Benim yaptığım şey dostum; senin içindeki o karışık, karanlık, derinlere gömdüğün şeyleri oradan çıkarıp, sana göstermek. Anlamanı sağlamak. Bir tür çevirmenim aslına bakarsan. Seni, sana çeviriyorum. Sana, seni anlatıyorum. Seni, senden ayırıyorum. Senden, seni yaratıyorum. Sende, ne arıyorum? Ben neyi arıyorum?Yakıp yıkarak, arkamda döküntüler bırakarak nereye varmaya çalışıyorum? Parçalanmış kalplerin can kırıkları üzerinde yürümeye çalışırken, ayaklarımın altında hissettiğim o tatlı ılık sızı mı yoksa hoşuma giden? Yaşanan her şeyi önüme serip, bir silindir edasıyla üzerinden geçmek; kendime yeni acılar yaratmak için arızalı ruhları bulmak; onları avuçlarımın arasına aldığımda nasıl kıvrandıklarını, çırpındıklarını görmek; yavaş yavaş avuçlarımı sıkıştırken parmaklarımın arasından süzülen bütün o yaşama sevinci, sevgi, aşk, iyilik, güven tanımlamalarının yokoluşunu izlemek; geriye kalan kömür karası, katılaşmış, pörsümüş, artık tek görevi kan pompalamak olan maddeyi onlara geri vermek. Ve “Neden böyle bir şey yaptın?” diye sorgulayan gözler üzerimdeyken içimi kaplayan o garip duygu…Hödüklüğün kitabı baştan yazılıyor sevgili Romalılar. Bu kitabın kahramanı benim. Sevme özürlü, duygularını anlatmaktan aciz, ilgi göstermeyi bilmeyen, odunumsu değil odun, bencil, yalnız kalmaktan korktuğu için insanları harcamaktan çekinmeyen, düşüncesiz insan müsveddesi. Sevgi ile aşkın arasındaki farkı bilmeyen, hatta onların ne olduğunu bile bilmeyen biriyim. Bu cahilliğim, önüme çıkan her şeyi yok ediyor. Hani cehalet mutluluktu, ne kadar az bilirsen o kadar iyiydi? İçimdeki bu kara delik sizinle besleniyor, hepinizi yutmak istiyor. Ama saklanıyor, aslında gözünüzün önünde ve göremiyor, bilemiyorsunuz. İşte bu bilinmezlik hoşunuza gidiyor, merak ediyorsunuz. Yaklaşıyorsunuz. Gezegenin çekim alanına kapılan göktaşı misali yörüngeye giriyorsunuz. Gerçeği fark ettiğinizde ise elinizden gelen hiçbir şey olmuyor. Atmosfere girip parçalanırken, kendi yok oluşunuzu izliyorsunuz.

“Aaa, ne güzel bak. Yıldız kaydı, hadi bir dilek tut.”Onların her biri kırılan, yok olan bir ruh işte. Bana yeni bir kurban daha.Ne olur, uzak durun benden. Beni benimle bırakın. Beni, bana bırakın. Bırakın tek başıma kalayım. Canınızı yakmak istemiyorum. Acı vermekten bıktım. Sorunluyum. Anlamıyor musunuz, ben duygularımı yıllar önce toprağa verdim. Ruhuma El Fatiha. Amen.