***
Özdal TAVŞANLI

Bir gün çevreyi dolaşıyorum. İş güç yok!… Öylesine yürürken meğer durağa gelmişim. İki birbirinden sarışın ve güzel hanım aralarında ‘dubrja sbrejinka’ diye konuşuyorlar, ilgimi çekti; kimin çekmez. Biri diğerinden biraz daha uzun ve yaşça büyük görünüyor fakat tamamen yanılıyor olabilirim çünkü algılama yeteneğimin sınırlarındayım; yüreğim birdenbire öyle çarpmaya başladı ki…

Her şey şıpıdık terliğe benzeyen şıpıdık, yüksek topuklu ayakkabıları üzerinde yükselen pembemsi ince topuklarında başlıyor. Ayaklarının bakımı öyle benzeşiyor ki, aynı tornada mı biçildiniz mübarekler… öhöm! Neyse, ayak bileklerinden yukarı epilasyon gerektirmeyen sarı cılız tüyler serpiştirmiş Allah… Ama dizlerine kadar çıkamıyorsunuz paçaları yırtmaçlı blue jean’leri sarmış orayı… Evet, bahçıvan paça!… Olsun, bacakların biçimini gizlemiyor bu! Tersine tuhaf bir çağrı duyuyorsunuz içinizde çünkü o küçük yırtmaçların kenarında bir ‘Buradan Açınız’ yazısı eksik!

‘Blue jean’ler ince kumaştan… Şimdi beni daha iyi anlıyorsunuz değil mi? Önce gözlerim, sonra beynim yukarılara doğru kayıyor haliyle… İşte o anda, her şeye rağmen algılamaya çalıştığınızda, farkı farkediyorsunuz, daha doğrusu farkediyorum: Kalçalar… Uzun ve biraz daha yaşlı olduğunu düşündüğüm kızın; -Svetlana yani: bu sizinki olsun!…- poposu, üzgünüm biraz aşağı doğru sarkmış… Aslında avuçlamaya daha uygun bir durumda ama bu biraz da size bağlı… Diğeri, diyelim ki Nataşa -bu benimki ha!-; işte onunki dipdiri… Ayakta, ağırlık merkezini değiştirdikçe bu iki yuvarlak birbirine sürtünüyor kendi arasında… Arzın merkezine göre kotu sürekli değişiyor ya da herhangi bir oturma anında kırılmayı önlemek için uygulanan dilatasyon gibi bir şey bu!… (Kusura bakmayın! Havayı bozmak istemezdim: doğayı bazen mühendisler gibi algılamak daha açıklayıcı olabiliyor…)

Aslında bu popo kısmını atlayamıyorum; yalnızca meraktan gözlerim yukarılara kayıyor yoksa aklım hala orda… Sonu gelmeyen moda, göbek dekolteleri… Svetlana’nın hafif bir göbeği var. Ne rahatsızlığı, arzuları körüklüyor kaltak! (Şey pardon!) Nataşa’nınki kolaylıkla kestirebileceğiniz gibi dipdiri…

Rüya gibi… Otobüs bir türlü gelemiyor; iyi ki gelmiyor. Ankara’da aşırı bir nem +37 dereceyle birlikte; gerçekten alışılmadık bir durum bu… Kenarında beklediğimiz bulvardan tek bir araç bile geçmemesine ne demeli?!… Böyle şey olur mu demeyin, olmaz tabii…

Svetlana’nın t-şörtünden başkaldıran göğüslerine bakarken bunları nasıl algılayabilirim; hem geçiyor mu, geçmiyor mu bana ne! Nataşa mı? Nataşa’nınkiler dipdiri… Bu noktada bir saptama yapmalı… Svetlana’nın memelerinin üst kısmı var ya, birleşme yeri (elinizle göstermeyin, evet orası…) görünüyor. Çilli ama… Sanki kızıl saçlı, çilli bir İskoçyalı’nınkini andırıyor. Bu alacalı ten güneşten yanmış besbelli; yoksa böyle kıpkırmızı kızarmazdı.

Otobüsün geleceği yok; gelmesin anasını satayım; bekleyen kim! Ben öyle durmuş, bakıyorum. Hiç kendimi ‘abazan’ gibi de duyumsamıyorum. Neden mi? E, Svetlana da bana bakıyor.

Svetlana’yı size özgüleyerek, haksızlık yaptığımı düşünebilirsiniz. Oysa yenice ayrımına varıyorum ki, Svetlana olanakları daha geniş bir kız! Nataşa put gibi güzel, ayrı konu; ama Svetlana’nın dudakları öyle inceliyor ki giderek… Şakacı bir gülümseme alıyor yüzünü… Daha oyunbaz hani… Bakın düşüncemi her an değiştirebilirim; karar verin artık! Ama beni azıcık düşünüyorsanız, Svetlana’ya yedirmezsiniz beni: bilmem anlatabiliyor muyum?

‘Yedirmek…’ dedim de nasılsa aklıma şey geldi: Şey, Nataşa’nın arkası bana dönük… Svetlana öyle değil, ‘drojo, sverojo..’ diyerek bir arkadaşına bir bana bakıyor. (Düşünsenize bu kızlar birbirlerini çok iyi tanıyorlar: dantelli külotlarını nasıl giyindiklerini, popolarını dar ‘blue jean’lerine yerleştirebilmek için nasıl ayak parmakları ucunda yükselip pantolonu çekiverdiklerini kim bilir kaç kez görmüşlerdir?)
Saçlar aynı… Bunlar yeni kuaförden çıkmışlar… Diplerden uçlara doğru giderek sarılaşıyor. Röfle, gölge vb. Biraz yapay duruyor ama Nataşa kollarını göğüslerinde birleştirdiği halde saçlarını şöylece savurduğunda…
Betimle betimle bitmiyor, anasını satayım! Çok katmanlı yazınsal metinlerde olduğu gibi açımladıkça alımlıyorsunuz. O saçlar savrulduğunda karmaşık duygular yaratan bir koku olmalı değil mi? Görüntü var tamam; ses varsa da duyulmuyor (s’ler, j’ler dışında.) Hem daha tadına bakmadık!

Aslında hiç bir şey olmamış gibi görünüp, pek çok şey olan o onbeş-yirmi dakika boyunca; her anının gerçek olduğuna pek çok kutsal değer üzerine yemin edebileceğim o süre içinde yaşadığım mutluluğu tam olarak tanımlamak olanaksız aslında.

Sonunda çift katlı yeşil otobüs geldi. Ben arkalarından bakakaldım. Biliyorum Svetlana istiyordu. Gerçekte salak salak bakarken, ancak düş dünyamda bir şeyler yapabildim. Asıl tadına bakmalıydım… Ah, biraz para olsaydı, o da işten değildi hani!…